Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
18 EYLÜL 2005 / SAYI 1017 EKİM MERKEZİ İSTANBUL îstanbul Modern'in başküratörü Rosa Martinez, "Çekim Merkezi" sergisiyle bienale eşlik ediyor. Martinez, dünya çağdaş sanatının önemli isimlerini ağırladığı sergiyle cazip kent İstanbul'un altını çiziyor. Özlem Altunok I spanyol sanat eleştirmeni ve küratör Rosa Martinez, yaklaşık bir yıldır Istanbul Modern'in başküratörlüğünü yapıyor. Aynı zamanda Maria de Corral'la birlikte bu yılki Venedik Bienali'nin ilk kadın küratörlerinden olan Martinez, 9. Uluslararası Istanbul Bienali'ne paralel olarak düzenlediği "Çekim Merkezi" sergisiyle çağdaş sanatın ünlü isimlerini Istanbul'a taşıyor. Rem Koolhas, Anish Kapoor, Santiago Sierra, Jeff Koons, Juan Munoz gibi önemli sanatçılann katıldığı sergi, öncelikle İstanbul'un cazip bir çekim merkezi olduğunu vurguluyor. Ayağınızın tozuyla Venedik Bienali'nden başka bir bienal ortamına geldiniz ve Istanbul Modern'de yeni bir sergi düzenliyorsunuz... Neler taşıdınız Venedik'ten buraya? Biliyorsunuz, ben aslında bağımsız çalışan bir küratörüm. 2004 yılının Temmuz ayında Eczacıbaşı ailesi bana bu müzenin başküratörlüğünü teklif ettiğinde ve aynı zamanda diğer çalışmalarımı sürdürme olanağı tanıdıklarında hemen, "evet" dedim. Venedik bienali teklifi ise ondan bir hafta sonra geldi. Iki çalışma da bağımsiz projeler olarak sürdü. Venedik'te daha çok kendini yeni kanıtlamaya başlamış sanatçılardan bir derleme yapmam istenmişti, bu yüzden o yönde ilerledim. Burada ise belirli bir tema üzerine kurulmuş bir sergi söz konusu. Iki sergiyi birleştiren tek şey sergilerin ortak sanatçısı Louise Bourgeois'in Venedik'ten buraya bir köprü gibi uzanan işleri olabilir. t«9 l.oııısı* lioıırgeois 4L, Platform gibi sanat mekânları, ailelerin kurduğu özel müzeler, değişik sanat mekânlarının açılması sanat ortamını hareketlendirdi. Serginin başlığı "Çekim Merkezi", tıpkı son yıllarda tstanbul'un da bir çekim merkezi olması gibi... Bienalin teması da yine tstanbul üzerine kurulu. istanbul'un son yıllarda yeni bir keşif merkezi olduğunu düşünüyor musunuz? tstanbul, dünyanın yenıden konumlandığı şu zamanlarda, doğu batı dengeleri arasında gitgide önemli bir kente dönüşüyor. Türkiye'nin modernizm projesi, eskiyle yeninin çatıştığı bir yer olması ve içinde taşıdığı dinamik, kenti önemli bir çekim merkezi haline getirdi. Çin, ve Meksika'da da olduğu gibi dünyada tstanbul'a benzer yeni çekim merkezlerine rastlamak mümkün. Bu yeni merkezler, özellilde sanat alanında egemen ve kural koyucu olan Paris, New York gibi batı merkezlerine karşı oluşan yerler. Aynı zamanda bu merkezler batının yorgunluğu ve tükenişine dinamizm getiriyorlar. Bu açıdan serginin adı da Istanbul'u iyi ta Richard Wentworth (üstte), Juan Mıınoz (altta). rif ediyor. Sizce bu yeni çekim merkezlerini diğerleri gibi aynılaştırmak ve tüketmek gibi bir sorun var mı? Durun bakalım, bu söylediğinizin olması için daha alınacak çok yol var. Bir kenti tüketmek, niteliklerini değiştirmek hiç de kolay değil. Burası tam bir dünya şehri, bir metropol. Kaotik olduğu kadar dışadönük de bir kent. Yine de istanbul'un henüz kendini yeterince ifade edebildiğini düşünmüyorum. DENGE ARAYIŞI Sergide farklı ekol ve kuşaklardan popüler ya da "ağır" sanatçılar var. Böyle bir bütün kurmanızın sebebi nedir? Serginin konsepti denge arayışı; dünyadaki sosyal, ekonomik, politik alandaki eşitsizliklerin varlığına sanatçılann nasıl yaklaştığını göstermeye çalışıyoruz. Bunun için de hiyerarşik bir yapı yerine, dağılan, yayılan bir bütün oluşturma BİENAL; DIŞA AÇILAN KAPI 97 tstanbul Bienali'nin de kiiratörüydünüz, ayrıca Istanbul'da başka pek çok sergi düzenlediniz. Buradaki sanat üretiminde ne gibi değişimler gözlemliyorsunuz? O zamandan bu yana pek çok şeyin değiştiği kesin. Bence en önemlisi bienalin sanat ortamına katkısı. Bienal, Türkiye'deki çağdaş sanatı ortaya çıkarmasının yanı sıra, buradaki sanatçıların dünyaya açılmasını da sağladı. Mesela Kutluğ Ataman 97 Bienali'ndeki işinden sonra dünyaca ünlü bir sanatçı oldu. Bienal bu anlamda bu şehri dünya sanat ortamıyla birleştiren bir platform. Ayrıca Proje I ya gayret ettim. Bu denge arayışını bütün işlerde görebilirsiniz. Mesela Louis Bourgeıs'in annekız üişkisini anlatan heykelinde, Gülsün Karamustafa'nın Taksim anıtınm etrafında konumlanan ve hem bir kamu alanı hem de ev mahremiyetini veren çalışmasında ya da Rem Koolhas'ın devasa, şişme heykelinde bütünü oluşturan parçacıkların ince bir dengeye dayandığını anlayabilirsiniz. Eşitsizliklerin denge arayışıyla çözüleceğini mi umuyorsunuz? Denge yaşamın vazgeçilmez bir arayışı. Eskiden Newton Kanunu'yla hayat daha kolaydı. Nevvton, dengeye ulaşılmış, evreni mükemmel çalışan bir makine olarak tanımladığı bir evren teorisi sunuyordu. Ta ki, Einstein her şeyin dcğişken olabileceğini, belirsizliği, sürekli değişimi, bir akış olduğunu rölativite teorisiyle söyleyinceye kadar... Her ne kadar ulaşma ihtimali olmasa da, bugün hepimiz hayatımızın her aşamasında denge arayışına girişiyoruz. O zaman bu sergi için bir iyi niyet ve utnut projesi diyebiliriz... Kesinlikle. Sanatın iyileştirici ve tedavi edici niteliğini değerlendirmeliyiz. Çok hasta bir dünyada yaşıyoruz. Bu kadar çok acının, açlığın, savaşın olduğu bir dünyada, sanattan umutlanmak durumundayız. • Üniformaların altındakiler... Berat Günçıkan L eyla Gediz'in sergisi 12 Eylül darbesinin 25. yılına denk düştü, hem de ismiyle bütün çağrışımlara davetiyeçıkararak. "Üniforma". Serginin adı bu. Gediz'in üniformaları ise her türden disiplini kapsıyor. Içeriyi, dışarıyı, eğitimi, ilişkileri, sanatı... O, üniformaların altındaki yalnızlığa bakıyor. Işte anlattıkları: Serginizin de ismi olan "üniforma" çok katmanlı bir tanım... Siyasi, felsefi açıklama ları bir yana, sizin "üniforma"nız ne? Benim üniformam da katmanlı. Sonsuz bir farlondalık içinde hayatını sürdüren biri için, siyasi, felsefi, toplumsal kodlar her yerdedir. "Ev giysisi" bir üniformadır; "çarşı kıyafeti" ayrıdır. Ofise bir türlü gidilir, kulübe başka türlü. Bunlar artık otomatiğe bağladığımız davranışlar. Yine de bünye kimi zaman isyan eder. Bu, basit bir "ne giyeceğini bilememe krizi" değildir. Her şeye birden isyan eder insan. Benim için sanat, öncelikle bir isyan alanıdır. tsyan ettiğim noktada resim yaparım sıklıkla. Çünkü kanımca insan, özüne en çok o anlarda yaklaşır. Insanlığın bir tartışmasıdır bu. Beni bu ilgilendiriyor. tnsan olmak ne demek? Ben kimim? Bu araştırma da kendi içinde bir disiplini şart koşuyor. Sergimin ismi, söz konusu disipline soyunmaya/giyinmeye gönüllü olduğumu gösteriyor. Leyla Gedlz Işlerinde insanın yalnızlığına bakıyor, eksikllkleri ve çaresiz hallerine de... Gediz'in resimleri 15 Ekim'e kadar Galerist'te görülebllir. Sergi, 12 Eylül gibi, "üniforma"yla simgeleşmiş bir dönemin 25. yıl gibi, bir zamana denk düştü. Bu tarih,sizin kişisel tarihinize ve resminize nasıl ve ne kadar yansıyor? 12 Eylül elbette hepimizin hayatına damga vuran bir tarih. Ben de bir 80'ler çocuğuyum. Evren ve Özal ile büyüdük. Türkiye'nin çok büyük değişimlerden geçtiği dönemlerdi, artçı depremlerinin de arkası kesilmedi. Benim için bu karamsar tablo çok iticiydi, politikaya mümkün olduğunca sırt çevirdim. Gözlerimi kapatıp içe yöneldim. Adam gibi gazete okumaya başlamam bile çok sonraki yıllarda, zoraki ısınma turlarıyla gerçekleşti. Fakat aynı anda, bastırdığım ya da görmezden geldiğim her şey, dönemin bütün izleri, ben dahi farkında olmadan sinsice tablolarıma sızdı. Belli ki soluduğumuz havadan kaçış yok. Zaten benim de artık kaçtığım yok. MELANKOLİK PORTRELER... Uniformaya disiplinin üzerine giydirilmiş bir giysi olarak da bakmak mümkün. Disiplin ve resim, birlikte mi? Elbette. Belli bir disiplin olmadan hangi iş yürür ki? Yoksa resim yapmaktan birçok insan keyif alır! Ancak bunu bir meslek olarak sürdürebilmek için çok güçlü bir iç disipline ihtiyaç vardır. En azından ben kendim için bunun gereğini biliyorum, tanıdığım, saygı duyduğum tüm ressamlar için de bu böyle. Bu sergide yer alan resimlerinizde portreleriniz güçlü. Melankolikler, iki arada bir yerde kalmışlar, hem uzak, hem yakınlar... Bu karakterler kim? tzleyicinin hangi noktalarda empati kurabileceğini, irkileceğini ya da huzursuz olacağını düşünüyorsunuz? Portre benim için sonsuz bir kaynak. Hiç sıkılmadan sadece portre üzerinde çalışabilirim ömrümün sonuna kadar! Konunuz insansa, portreden daha dolaysız bir ifade bi . J çimi düşünülemez herhalde. Fakat sorunuzda haklısınız, anlatılmak istenen şey "arada kalmışlık" olunca, izleyen duraklıyor, belki bu içerikten rahatsızlık duyuyor ve başka bir duruma geçmek, bir adım ilerisinde ferahlamak istiyor. Fakat onu orada tutmayı başarabilirsiniz, ya da empati kurmasını sağlayabilirsiniz. Bunlar resmin gücü dahilinde. O huzursuzluk yaratan karşılaşmada, yüzleşme ve halleşme ümitleri yatıyor. Portrelerinizdeki ayrıştırmayı, o birbaşınalık hallerini, savunma, daha doğrusu bir korunma olarak okuyabilir miyiz? Ayrıştırmadan hiçbir şeyi anlamaya vakıf olmadığım için, mecburen yapıyorum bunu! Her konuyu mercek altına almaya ihtiyacım var. Kalabalık kompozisyonlarda hep başım ağrımıştır. Resimlerim yalnız bireyler gibidir. Sergilerken arkadaşlarını çok iyi seçmeye çalışıyorum. Kendi hayatımda olduğu gibi. Az ama öz birliktelikler. Üst tarafı sosyal yaşantının gürültüsü. Resim yaparken kapıyıkapatabildiğim için çok şanslı sayıyorum kendimi! Elbette bir korunma, savunmadır... Resimle meseleniz ne? Hayatla meselenizi, resimle meselenizden ayırmak mümkün mü? Asla. Hayatla derdim olmasa resim yapmazdım herhalde. Ben, sonsuzluğa, evrenselliğe, bilinmezlere, büyük sorulara yanıt arayan işleri seviyorum. insanın eksiklerine, çaresizliğine, yalnızlığına hakıyorum. Ayakta durmaya çalışıyorum ve resimlerimin de ayakta durmasına, belki yalnız, ama güçlü olmalarına çalışıyorum. Korkularımın üstesinden gelmeye çalışıyorum da diyebiliriz. •