18 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 21 AĞUSTOS 2005 / SAYI 1013 Yolunuz Halifax'a düşerse Halifax deniz kenarında, bir zamanlar iki milyon göçmenin Kuzey Amerika'ya giriş yaptığı kent... Ağustos Halifax için tiyatro zamanı. Turistler, tiyatro festivalinin havasına Kanada PAZARIN PENCERE8İNDEN şehir ile aynı yıl, 1749 yılında açılmış. İlk günlük gazete 1752 yılında basümış. 1758 yılında Halifax ile New York arasında düzenli posta servisi hizmete girtniş. 1825 yılında ticaret bankası kurulmuş. Basın özgürlüğü 1835 yılında kabul olmuş. Bir yıl sonra şehrin en büyük halk parkı Public Garden ve ilk yat kulübü, 1844 yılında çikolata fabrikası, 1847 yılında hayvanat bahçesi açılmış. Kuralları ile ilk buz hokeyi maçı 1850 yılında bu şehirde oynanmış. 1884 yılında sanat ve hukuk okulları açılmış. Arabalar geri vitesle giderken yanan arka far ışıkları ilk 1919 yılında burada yapılmış ve patent hakkı sakltymış. Eylüle ne kaldı? Selçuk Erez E TİTANİK'TEN KALANLAR... Bir yarımada üzerine kurulu Halifax'ın canlı Iskoç müziği dinlenebilen barlar ve birbirinden ilginç müzelerle dolu sahil şeridinde vakit su gibi akıyor. Maritime Museum of the Atlantik (Atlantik Denizcilik Müzesi) bir gün boyunca gezilebilecek kadar orijinal denizcilik koleksiyonlarının sergilendiği bir müze. Bu müzedeki Titanik bölümü bu çok ünlü ve çok şanssız yolcu gemisinden çıkarılan ve battığı günlerde denizden toplanan pek çok nesneyi bulunduruyor. Restorandaki duvar saati, yemek takımları, masa ve sandalye parçaları 14 Nisan 1912 gecesi yaşanan felaketi gözler önüne koyuyor. Halifax deniz kenarında günün her saati rastlanan sokak müzisyenleri ve animatörleri de turistlere eğlenceli molalar sunuyor. Her yıl ağustos ayında yapılan uluslararası tiyatro festivali de turistleri kente çekiyor. Bu festival boyunca yöresel müzik gruplarının sahne aldığı, yöresel biraların su gibi tüketildiği Lower Deck benzeri sahil barları da turistlerle dolup taşıyor. Halifax limanında tekne turuna katılanlar hem iki milyon göçmenin giriş yaptığı eski limanı denizden görebiliyor hem de okyanusa açılıp balinalarla karşılaşabiliyor. Günübirlik turlara katılıp Peggy's Cove isimli deniz fenerine gidenler ise güneş batışının mükemmel manzarasını yakahyor. Halifax, Titanik gibi bir başka faciaya daha tanık olmuş. Swiss Air havayolu şirketinin 111 sefer sayılı uçağı 2 Eylül 1998 günü bu romantik deniz fenerinin birkaç yüz metre ötesinde denize gömülmüş. Uçaktaki 229 kişi hayatını yitirmiş. Deniz fenerinin biraz ötesindeki anıt parka her 2 Eylül günü gelen kazazede yakınları denize ve anıta çiçekler bırakarak dua ediyor. Tarihsel özcllikleri, doğal güzellikleri, Avrupa ile Kuzey Amerika karması olan kültürel özellikleri ve şenlikleri ile her yaştan ve her zevkten insana unutamayacağı anlar yaşatıyor. Eğer bir gün yolunuz Kanada'ya düşerse, Halifax'a uğramayı ihmal etmeyin. • f> ABD ) j kapılıp HALİFAX kente Atlas Okyanusu koşuyor. Oyunlara, animasyonlar ve yerel müzikler ekleniyor. Yol, mutlaka Atlantik Denizcilik Müzesi'ne düşürülüyor. Çünkü müzede Titanik'ten kalanlar var... ylüle az kaldı. Şimdi sonbahara, o üzerimize bütün hışmıyla gelmeden, uzaktan bakmanın tam sırasıdır. Portekizli şair Reinaldo Ferreira'nın dediğini anımsarsak bu tutumun başka yararı da vardır: "Satın almalıyız rüzgârı hemen şimdi... Bak, sonbahar, kaldırımlarda yatanyaprak ölülerine çekiliyor şimdiyüce rüzgâr ağıt yakıyor yaza fiyatı artacak hiç korkmabütün paranı yatır rüzgâra." Sonbahar çoğumuza niçin bu kadar iç burucu ve kasvetlı gelir? llkokulda bize söyletilmiş o "Kurumuş dallar, san yapraklarAğaçlara veda ederOnları alır hırçın bir rüzgârUzaklara sürükler" şarkısı ve bu şarkının üzgün melodisi midir bunun nedeni? Yoksa Nâzım'ın Piraye'ye yazdıklarının en dokunaklısı, 1945'in 5 Kasım tarihli sonbaharlı şiirden mı kaynaklanır bu? "Çiçekli badem ağaçlannı unutDeğmezbu bahiste geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalıIslak saçlarını güneşte kurut: olgun meyvelerin baygınlığıyla pırıldasm nemli, ağır kızıltılarSevgilim, sevgilim, mevsim sonbahar.." Belki de yüz bin defa dinlediğimiz halde hâlâ hoşumuza giden "Le feuilles Mortes (=Ölü Yapraklar)" şarkısındandır. 1943'te Jacques Prevert'in yazdığı, Joseph Kosma'nın bestelediği bu şarkıyı söyleyenler ne derlerdi? Fransızcasında, "Yaşam, sevenleri ayırıryavaşça, gürültüsüzve deniz kumsallarda, ayrılmış sevgililerin ayak izlerini siler" Nat King Cole aynı melodiyle Kerem Saltuk ontreal'den Halifax'a kalkan Ocean isimli yataklı yolcu treninin barında en çok Alexander Keith's isimli bira satılıyor. 1820 ydından beri Halifax'ta üretilen bu bira, tren yolcularının ilk tercüıi. Kanada'yı okyanustan okyanusa bağlayan Via Rail Canada trenlerinde "Big TürkBüyük Türk" isimli çikolatalı lokum tarzı bir gofret de bulunuyor. Tren yolculuğunda iki taraftaki tükenmek bilmeyen orman, göl ve nehir manzaralarını izlemekten yorulanlar bu taklit Türk lokumu ile enerji topluyor. Halifax tren istasyonuna birkaç yüz metre ötedeki Hostel (1253 Barrington Street) sırt çantalı gezginler için ekonomik ve pratikbirkonaklamayeri.Buradan 1749yılın M da Ingilizler tarafından kurulan şehrin tarihi bina dolu sokaklarına ve kalesine kolayca yürünebiliyor. Çeşitli yönleri ile Londra'yı hatırlatan bu şehrin kurulduğu yerde ilk yaşayan insanlar Mikmak Kızılderilileri olmuş. 17. yüzyıl başlarında Fransız kâşif Samuel de Champlain önderliğinde bölgeye yerleşen Fransızlar Ingiltere ile yapılan sömürge yarışında yenik düşünce bu bölgeden ayrılmışlar. Okyanus kıyısındaki stratejik yeri ile Halifax yüzlerce yıl Ingiliz donanmasına liman olmuş. Kanada'nın Ingiüz Krallığı'na manevi olarak bağlı kalması, pratikte ayrı bir devlete dönüşmesi ile 20. yüzyıl başında îngiliz donanması Avrupa'ya dönüş yoluna çıkmış. Halifax'ın tarihi ilginç ilklerle dolu. Okul Uygar Gürkan Savaşçı güvercinler... U rfa'daki Istanbullu Hilmi Bey, "Bu merak atalarımızdan kalmış bizlere. Bağımlılık gibi, onlarsız durulmuyor. Baktım olacak gibi değil, kalamadım Istanbul'da, memleketime döndüm" diye anlatıyor. Döneli iki yıl olmuş, şimdiden 110 güvercini var terasında. Urfa'da güvercin meraklısı çok... Yaklaşık 500 bin güvercin olduğu söyleniyor peygamberler şehrinde. Kolay mı, Milattan önce iki binlerden beri güvercin besliyorlarmış. ' Akşama doğru, güneşin kızıllığı düştüğünde gökyüzüne baktığınızda, grup halinde uçan onlarca sürünün manevralarını izleyebiliyorsunuz. tnsanı rahatlatan, düş kurmaya iten bir manzara. Ilık bir Urfa akşamında dairesel hareketlerle süzülen renkli kanatlar... Oysa onlar disiplinli yaşamlarının vazgeçilmez bir parçası olan günlük antrenmanlarına çıkmışlar. "Askerdir bunlar, düzenli çalışma Güvercin merakı bir hastalıktan da öte. Urfa'da yaklaşık 500 bin güvercinin olduğu söyleniyor. Meraklılarının dilinde, barış yok, onlar giivercinlerini onlarla düzenli çalışmak gerektiği için savaşçı diye tanımlıyorlar... isterler." Şaşırıyoruz. Güvercin değil miydi asırlardır barışı simgeleyen kuş, askerlik nereden çıktı? Savaşçıymış meğer banşın kuşlan, askeri bir düzen içinde yaşarlarmış. Hatta sırf disiplinleri bozulmasın diye savaş zamanı, yani kasımdan nisana kadar dişilerden uzak tutulurlarmış. Zaten sayısı çok az olan dişiler (Hilmi Bey'in 110 erkeğine karşılık yalnızca on dişisi var) uçmaz, dördüncü ayda başlayacak ve savaş sezonuna kadar sürecek çiftleşme ve hazırlık mevsimini beklerlermiş. Sezonlarmda 35 saat havada kalan asker güvercin sürüleri uçuş sırasında birleşir, sayıları bazen bini bulurmuş. Yine de bir damdan havalanan sürii zamanı gelince yine kendi damına dönermiş. Tabii yorgunluktan çatlayıp düşmemişse ya da tutulmamışsa... Zaman zaman sürü yanında başka sürüye ait kuşlan da getirirmiş. Buna tutmak diyorlar. Savaştn amacı da bu zaten. Tutulan kuş yetiştirici tarafından savaş esiri gibi yakalanıyor, yeni sürünün üyesi olarak savaşmaya ikna olana, yani damına alışana kadar kanatları kesilerek uçması engelleniyor. Tutulan güvercinin sahibi kuşunun hangi sürüye yabancı gittiğini bilirse, o sürünün sahibinden kuşunu yeniden satın alırmış. "Yakalayan genellikle karşılıksız verir yabancıyı eski sahibine" diye anlatıyorlar. Yoksa savaşçı güvercinlerin fiyatı yüksek: On milyonla bir buçuk milyar arasında, ırkına, rengine, güzelliğine göre değişiyor. Attar Pazarı'nda, kahvehanelerde satış yapıyor güvercinciler. Yüzlerce farklı cinsten en pahalıları taklacılar, zeytuniler, nakışlılarmış, öyle diyor yetiştirici Hüseyin Sert. Beküyoruz. Dolanıp dönen sürü yanlarında bir de yabancıyla geri geliyor. Bakması zor ama uzun çubuğa bağlı bir ağdan oluşan tuzakla tutuyorlar kuşu, doluyorlar. Birazdan ağdan çıkartıp kanatlarını kesecekler. Asker kuş olmak da zor yenik düşünce. Belki de yalnızca bize öyle geliyordur. Alışamadık bir türlü barış güvercinlerinin halhal ve küpeleriyle savaşlarda didişmesi fikrine.# ne derdi, biz mahzun mahzun dans ederken? "Sen gideli günler uzadıYakında eski kış şarkısını dinleyeceğimSeni en çok sonbahar yaprakları düştüğünde özleyeceğim". Gel de üzülme! Sonbahar, belki de yaza göre daha loş ve az ışıklı olduğundan yadcın olanlarımızı daha depresif kılar: Ozonu delik deşik güneşin, depresyonu da silip götürdüğü bir gerçektir. Ister şarkıların, şiirlerin etkisiyle, ister güneşin ışıklarının daha güçsüz ve yanpiri gelmelerinin sonucu daha karamsarlaşacaksak, sonbahar gelmeden, sonbaharın bu "prodromal evresi"nde, kuluçka devresinde önlem almanm yolunu bulmalıyız: Çare, bu mevsime daha şenşakrak yaklaşan ya da ona başka açılardan bakan şarkılar, şiirler aramak ve güzü bunların yardımıyla farklı yorumlamaya çalışmakta yatar. Hangi şiirler, hangi şarkılar? Jaques Prevert, harp sırasında "Les Feuilles Mortes"i yazarken Avrupa'nm her yerinde bir Alman şarkısı ve onun tngilizcesi söyleniyordu: Lili Marlene. Sonra Amerikan şarkılan, Avrupa ezgilerini sildi götürdüydü. Hâlâ da öyledir. Sonbahar çökkünlüğünü önlemek için yararlanabilinecek Amerikanca pop müziği ürünleri varsa biri bize haber versin! Çoğu, bizim arabesklerimiz gibi sıkıntı gidermeye değil, buna olsa olsa tüy dikmeye adaydır! Burada da çözüm için eski Doğu'nun dingin yapıdarına bakmalı: Mesela, 17 yy da yaşamış Japon şairi Matsuo Başo'nun haykularıyla başlaym: "Güz rüzgârları esiyorGene de ne kadar yeşilkestane kozalaklan". 18 yy. şairlerinden Kobayaşi Issa da "kollarını dizleri üstünde kavuşturmuşbir derviş gibi" diye tanımlamış sonbahar akşamlarını. 19 yy'da yaşamış başka bir Japon şair, Murakami Kijo, "Bir sonbahar sabahındaaynaya bakıpbabamı görüyorum" demiş. Eski haykucular, bize sonbaharın, dingin durup düşünmemiz için güçlü esin kaynaklan içeren bir mevsim olduğunu hatırlatıyorlar: Öyleyse bırakın, buyursun, gelsin! •
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle