02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

t 10 Ortaya çıkıp taklit yapan çocuklardan mıydınız? Evet, ailemin neşeli çocuğuydum, ilgiyi oradan alıyordum. Zamanla bölgen genişliyor, ama o zamanlar bunu içgüdüsel yapıyorsun. Sonra ailede herkes hayatının peşine düştü. Bu büyük bir moral bozukluğu yarattı. Tiyatroyu biraz da bundan istiyorum. Kalabalık olmak, birlikte olmak eğlendiriyor insanı. Konularınızı nereden buluyorsunuz? Bir kere gözlemlemiyor, bire bir yaşıyorum. Herkesle sohbet ediyor, ancak kimseyi idare etmiyorum. Mizahta eleştiri olması gerekiyor mu? Sizin mizahınız hayatın neresinde duruyor? Tam göbeğinde... En güzel eleştiri bence gerçeği ortaya çıkartmak. Bu iyi, bu kötüdür diyen bir mizahtan çok, gerçek budur diyen bir komedi olmah. Bir röportajınızda fazla becerikli oldukları için başrol karakterlerini canlandırmayı sevmediğinizi söylemiştiniz. Nedir alıp veremediğiniz başrol karakterleriyle? Genelde başrol karakterleri her şeyi bilir. Yönetmen bütün maharetini başrole yükler. O da sırtını yönetmene dayar. Böyle karakterleri oynamaktan sıkılıyorum, onlarla bir bağ kuramıyorum ve onlan savunmak istemiyorum. Zeki Demirkubuz'un filminde başrol oynayacağım, ancak o da çok becerikli bir karakter değil, tam benlik. 3 TEMMUZ 2005 / SAYI 1006 ENGIN GUNAYDIN "Bir Demet Tiyatro"dakî vampir" Zabıta İrfan karakteriyle tanıdık. Şimdi Zaga'daki beceriksiz tiplemesiyle karşımızda. Bir de insanların durum ve olaylarla baş edemediği zamanlarını anlatan oyunu var Günaydın'ın, "O Hikâyedeki Mal Benim". Uzaylıları neden seviyoruz* G HİKÂYELERİME BAKTIĞIMDA... Gelelim "O Hikâyedeki Mal Benim"e. Nasıl gelişti bu oyünun hazırlığı? Bu hikâyeyi kafaya takmıştım. Zaga'dan teklif gelince, oranın mizah dünyamla ilgili ilk bilgileri verebileceğim bir pencere olacağını düşündüm. Nitekim de öyle oldu. Bunu paraya çevirmek için standup'a başladım. Sahnede Engin Günaydın olarak duracağımdan kurgu yapmayı saygısızca buldum ve kendi hikâyelerime baktığımda hiç zeki, fırlama, olayı halleden hikâyelerim olmadığını anladım. Ve sonuç... Nedir peki bu "malhk" durumları? Insan her zaman tamamen mal olmuyor, 'malladığı' zamanlar oluyor. Anlamadığı, hâkim olmadığı durumlarda mallaşıyor. Sakinliğin bozulduğu an mekanizmada bir kıpırdama başlıyor. Bu arttığında alarma gidiliyor, kaygı, panik, endişe artıyor. Tam orada da "mallık" başlıyor. Birisi bunu itiraf edince seyirciler rahat ettiler. Şimdi bol bol kendi mallıklarından bahsediyor olabilirler (gülüyor). Esprilerinizde bel altı konular ya da insanların zaafları üzerinden siiren atışmalar yok. Sahnede durmakla tabii ki ayrıcalıklısın, orada bir iktidar var, ancak bu çok değerlendirilecek bir şey değil. O gücü, iletişime çevirmek daha iyi. Zaten insanların hislerini çalıştırmaya ihtiyacı var. Standup'ın daha çok ilgi görmesi de bu yüzden. Onceleri Zabıta îrfan olarak tanındınız uzun süre, şimdi de Zaga'daki parodilerle... Karakterlerin üzerinize yapışmasından rahatsızlık duymuyor musunuz? Çok rahatsız olmadım. Öyle tanıdılar, ne diyebilirim ki? Zaga'da daha benim bu halimi gördüler. Kafalarındaki resim tamamlandı, bunları yapan adam buymuş dediler. Yine de sadece bir komedyen olarak bilinmek istemiyorum. Peki Zaga, film, stand up... Bunlann getirdiği popülerlik sizi korkutmuyor mu? Aslında tiyatro planım olmasaydı çok tırsardım. Bu sakat bir durum. Ben orada burada dolanan birisiyim, rahatsız olmak istemem. Zaten benim isteklerim popüler bir dünyadan yana değil. Ondan dolayı bu şöhret beni rahatsız etmeyecek. Kendi kendimi "bendeki tanınmışlık bir işe yarayacak" diyerek rahatlatıyorum. • O hikâyedeki mal benim! Baran Taşar enç kültürler kafalarında yaratılışla ilgili söylenceler tasarlarlar. Antik Yunan söylencelerine göre evren sonsuz ve karanlık bir boşluk olan kaosun rahmınden doğdu ya da Tekvin Tanrısı kendi tasarlayıp düzenlediği dünyamızı üreyip çoğalmalarını emrettiği canlı türleriyle doldurdu. Avustralya aborijinlerine göre dünya, üzerinde dolaşıp ona biçim veren ruh atalar tarafından var edildi. Ne var ki, bizler artık bunları ciddiye almayacak denli yol aldık. Şimdi bizi asıl ilgüendiren, dünyayı nasıl bir sonun beklediği. Steven Spielberg, her zaman oldıığu gibi, insanlardakı bu toplu ruh durumunu gayet iyi kavrıyor. "Üçüncü Türden Yakın tlişkiler" ve "E.T" filmlerindc uzaylıları iyi huylu, bilge melekler olarak yansıtan ünlü yönetmen son filmi "Dünyalar Savaşı"nda türler arasındaki çatışmaya çok daha ölümcül vc tüyler ürpertici bir boyut getirmeyi yeğliyor. Spielberg 11 Eylül'ün "her şeyi değiştirdiğine" inanıyor. Filminin afişlerinde dönmekte olan dünya duruyor ve ışıldayan denizlerle çevrili ABD'yi gözler önüne seriyor. Gözle görülmeyen ve belli bir sınıfa dahil edilemeyen kızıl sarılgan emicileri olan bir canlı türu Teksas'ı ele geçirirken, ülkenin ortasını korkunç bir girdap kasıp kavuruyor. Filmde felaketler art arda sıralanıyor: Yere çakılan bir uçak, alabora olan bir gemi ve her zamanki gibi insanı dehşete sürükleyen daha bir yığın şey. Deri ceketli, özenle yırtılmış kot pantolonlu Tom Cruise insanlık için tek umut. Wells dünyanın sonunun nereye varacağı konusunda emindi. Kitabını yazdığında Britanya tüm dünyayı buyruğu altına aldığından, kitapta Marslılar yeryüzüne kendi ülkesinde ayak basarlar ve Londra'ya girerek onları bır E ngin Günaydın'ı ilk kez Bir Demet Tiyatro'da, Zabıta İrfan tiplemesiyle tanıdık. Zeki Demirkubuz'un Yazgı filminde oynadı. Alacakaranlık adlı televizyon dizisinde bir kiralık katil olarak çıktı karşımıza. Onlan Aşkım Aşkım izledi, sonra Yazı Tura, G.O.R. A. ve şimdi de Zaga'daki parodiler. Bir de standup gösterisi, "O Hikâyedeki Mal Benim" var. Şimdi de Zeki Demirkubuz'un çekeceği bir rılmde başrol oynama hazırlığında. Günaydın, her şeyi bilen, her sorundan çıkmayı başaran başrollerden çok, beceriksiz karakterleri canlandırmayı seviyor. Çünkü onlarla daha kolay bağ kuruyor. En büyük isteği, bir tiyatro, Büyük Istanbul Sahnesi'ni kurabilmek. Engin Günaydın'la mizah ve oyunu hakkında konuştuk. tşe sizi tanıyarak başlasak... Hâlâ bilmiyorum ki, kim olduğumu. Her sabah uyanıp kahve içiyor, tiyatro ile uğraşıyorum. 1972 Tokat Turhal doğumluyum. Uzun süre Tokat Erbaa'da yaşadık. Sonra Izmir, Ankara, Istanbul... Oy nak biriyim yani (gülüyor). İlk kafayı açtığım dönemler Erbaa'ya denk geldi. O yüzden oyunda da Erbaa'dan gelmiş bir çocuğun Istanbul'da anlamadıkları, öğrendikleri anlatılıyor. Peki nelermiş bunlar, Istanbul size neler öğretti? Sadece benden farkı olmadığını öğrendim. Pek önemi yokmuş. Bir hava yapmış, o kadar. O yüzden de rahat ettim. Eğitimini almanıza rağmen uzun süre oyunculuk yapmadınız. Bizim oralarda tiyatro ile ilgilenen erkeklere ibne, kadınlara orospu derlerdi. Ama gizli de bir merak vardı. Ben de o meraka kapıldım. Sonra tiyatroyu kendtme uygun bulmadım. Çünkü bildiğim bölge, anladığım insanlar yoktu, onların dilini kullanamıyor, hayatlarını tekrar edemiyordum. Kural haline gelmiş genel bir popüler dil var, ilişki kuramaz olduk. Bu yüzden de koca bir sırlar dünyası oluştu. Oyunumda, benim salaklıklarım var diyerek, bu srrların boşalması için bir delik açmayı amaçlıyorum. Dünvalar Savası" liiıninden. bakteri tarafından yok edilmelerinden önce besleyen kızıl otu yetiştirmek için kenti yerle bir ederler. Kitabın sonunda anlatıcı Primrose Tepesi'nden aşağı bakar ve başkentte yeniden inşa edilen bacalardan tüten dumanların görüntüsü karşısında rahat bir soluk alır. Onun bu mutluluğu şimdi insana saçma ve son derece taşralı bir tavır gibi gelebilir. tmparatorluğun rotası çok geçmeden batıya yönelir. Orson Welles 1938 Ekim'inde Wells'in radyoya uyarlanan öyküsünü seslendirirken öykünün geçtiği yer de zorunlu olarak değiştirilir. Bu kez Marslılar Nevv Jersey'e iner ve New York'a doğru ilerlerler. Bu kez dünyaya egemen olan başkentin sokaklarında gezinirlerken dehşete kapılan yığınlar fareler gibi ırmağa atlarlar. Dumandan boğulan bir muhabirin yere yığılmasıyla birlikte yayın kesilir. Welles soluk soluğa, "Artık sonuna geldik," der. Hemen ardından programın Cadılar Bayramı için özel yayırüanan bir şaka olduğunu belirtir. Ne var ki, olan olmuştur. Olayın şaka olduğundan habersız dinleyiciler korkuya kapılırlar ve haberi her yana yayarak toplu bir sinir krizine neden olurlar. Welles kendi yok oluşunun kesinliğine inanmaya hazır toplumunun ruhsal açıdan ne denli kırılgan olduğunu gözler önüne sermiştir. Ertesi gün belirttiği gibi, Welles kendisini Isa'ya ihanet eden Yahuda gibi hisseder. "Dünya Savaşlan" öyküsünün her anlatılışında, insanoğlunu yücelten Tanrı da ölür. Wells'in öyküsü insanları kendilerinden daha amansız düşmanlarla yüz yüzc getirerek onların uyuşuk gözü doymazlığıyla dalga geçmekteydi. Dilden dile geçtikçe giderek pervasızlaşan öykü başında lanetlediği kendinden hoşnutluğu göklere çıkarmaya başladı. Jeff Wayne'in 1978 yılında kaydedilen "Dünya Savaşlan" adlı rock operasında Wellcs'in radyo yayınında öç alma düşleri kuran Hitlerimsi topçu neferi rahatlıkla kurtulur. Lağımlarda yol alırken "cesur yeni dünyayı" anlatan bir marş söyler. Yerin altında kurulacak bu dünyada yoksulluğa yer olmayacaktır. Spielberg 80'lerde "Dünya Savaşlan"nı sınemaya uyarlamayı tasarlar. O dönemde öyküyü gülünç bir düş ürünü olarak yorumlasa da, 11 Eylül'den sonra bunun dünyanın sonuyla ilgili meşum bir öyku olduğunu anlar. Onünde sonunda Wells'in bir yüzyıl önce kafasından geçirdiği şeye dönüyor olabiliriz. "Dünya Savaşlan" uzaylılarla girişilen bir savaş olmaktan çok, elden ayaktan düşmüş ve kızışmış küçük gezegenimizin kendi kendini yok edişinin çarpıcı bir yansıması. Dünyayı mutlu bir sonun beklediği duygusuna kapılarak yalnızca kendımizı aldatmış oluruz. • The Observer'den çeviren: RİTA URGAN OSMAN BAHADIR yıl önce safhalarını (aşamalarını), yalnız ilmi ve belirli bir sınıfa değil, bütün sınıflardan halka, bilhassa gençliğe, ilk mektepler talebesine canlı bir surette göstermek, bugünkü idare ile eski idareler farkını bariz bir surette anlatmak ve böylece yeni nesli ateşli birer inkılabçı ve cumhuriyetçi olarak yetiştirebilmektir. Teklifimizin hükümetçe ve Büyük Millet Meclisi'nce tasvibinden sonra ki tasvib edileceğinden şüphemiz yoktur inkılabımızın büyüklüğüne yakışan bir bina isteyeceğiz. Sonra inkılaba bizzat katılan, inkılabımızı yaratan büyük şahsiyetlerin yardunına müracaat edeceğiz. Tabii daha eski devrelere ait vesikaları toplamak için maddi fedakârlık yapacağız. Fakat son senelere ait vesikaları toplarken ümid ediyoruz ki, çok kıymetli yardımlara mazhar olacağız; çünkü bu umumi ve milli bir iştir. Bu yardımlar sayesinde pek az bir müddet zarfında bu müzenin esasını kurabileceğimizi tahmin ediyoruz. Ümid ediyoruz ki, gelecek sene bu vakit müze umuma açılabilecek bir şekilde olacaktır. Bu müzede inkılabımızı alakadar eden her şey, mesela Müdafai Hukuk kongrelerine dair, Yunan mezalimine ait fotoğraflar, tablolar, velhasıl faydalı ve uyarıcı birçok vesikalar ve eserler ziyaretçilere arz edilecektir. Kurulacak 'Türkiye Inkılabı Tarihi' kürsüsünde de inkılabımızın sebepleri, safahatı, esaslan ve neticeleri ilim halinde verilecektir. Bir haftaya kadar Ankara'ya gideceğim. Ankara'da gerek vekâlet ve gerek alakadar yerler nezdinde de bu hususta teşebbüslerde bulunacağız." 24 Kasım 1925 İnkılap Müzesi nasıl yapılacak? arülfünun Edebiyat Fakültesi meclisi evvelki gün toplanmış ve inkılabımızın umdelerini (ilkelerini) ilim halinde vermek üzere bir "Türkiye Inkılabı Tarihi" kürsüsü kurulmasını ve buna mülhak (katılmış) bir "Inktlab Müzesi" tesis olunmasını kararlaştırmıştır. Fakülte meclisine bu teklifi sunan Edebiyat Fakültesi Reisi Köprülüzade Fuad Bey, kurulacak kürsü ile Inkılab Müzesi hakkındaki fikirlerini dün bir muhabirimize şu suretle beyan etmiştir; "Son seyahatimde Leningrad'daki inkılab müzesini gezdim. Bu müzede inkılabın tarihçesi, sebepleri, safahatı ile önceki ihtilaller hakkında tablolar, vesikalar, grafikler mevcuttur. Bu müze hiç boş kalmaz. Mekteplerle halk kitlesi her gün ziyaret eder ve inkılabın safahatını, sebeplerini gözleriyle görür. Bu müzede mesela Çarlık Rusya'smda köyJülerin halini, hapishaneleri ve diğer kurumları gösteren kısımlar vardır, bu kurumların inkılabdan sonraki vaziyetleri ile inkılaba kadar geçirdikleri tebeddüller (değişimler) de canlı bir surette teşhir edilmektedir. Rusya'nın diğer merkezlerinde de böyle inkılab müzeleri tesis edilmiştir. Bu müzelerin tesisinde bilhassa pedagojik bir gaye takip edilmektedir. Bizde de bu tarzda bir inkılab müzesinin tesisine ihtiyaç vardır. înkılabımıza ait olmak üzere şimdi D birçok vesikalar vardır ki, bunların kolaylıkla toplanması mümkündür. Fakat aradan mesela 20 sene geçerse bunları bir araya toplamak zorlaşacaktır. İnkılab müzesinin tesisinde gaye şudur: Bir taraftan inkılabımıza ait ilmi vesikaları tesbit vazifesini yüklenmek, diğer taraftan da bu inkılabın çeşitli
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle