18 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

1 MAYIS 2005 / SAYI 997 DENİZ ÖZMEN Tartışmalarla vizyona giren "Yolda': bir yönetmenle çırağının ilişkisini anlatıyor. Yönetmen Erden Kıral, diğer filmlerinde olduğu gibi bu filminde de aydınlarla uğraştığını söylüyor. "Ustaçırak ilişkisi çok karmaşık bir ilişkidir" diyor "Ancak bir ustayı öldürerek usta olabilirsiniz". Kıral da bugün bir usta yönetmen ve... Oyunculuk hayatımın işi Öznur Oğraş Şehir Tiyatrolan'nda "Hamlet" oyununda canlandırdığı Leartes karakteriyle 2003 Afife Jale Yardımcı Oyuncu Ödülü'ne layık görülen Deniz Özmen, oyunculuğu "Hayatta yapmak istediğim tek şey" diye tanımlıyor. Ayrıca Özmen Tiyatro Istanbul'da bu aralar çok konuşulan "Aşkın Yaşı Yok" adlı oyunda da evin oğlunu canlandınyor. Tiyatrocu olmaya nasıl karar verdiniz? Babam edebiyat öğretmeni, liselerde tiyatro grupları çalıştırıyordu. Çocukluğumdan beri babamla tiyatroya gidiyorum. Yönettiği iki oyunda rol aldım. Yani sahnenin tozu genzime kaçtı bir kere... Yıldız Teknik Üniversitesi Harita Mühendisliğinde okudum. Okulun tiyatro kulübüne katıldım, bir yandan da tiyatro yapıyordum. tÜ Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nün sınavlarına girdim. Sınavda bana "Gerçekten istiyor musun" dediler, "Hayatta istediğim tek şey" dedim. Konservatuvarda kaç oyunda oynadınız? Üçüncü sınıfta iki oyun çıkarttık, biri Yıldız Kenter'in yönettiği" Ver Elini Yeni Dünya"ydı, çok eğlenceli ve keyifli bir çalışmaydı. Diğer oyun Suat Özturna'nın yönettiği "îçerdekiler"di ve benim oyunculuğumda dönüm noktası oldu. Çünkü iki saat boyunca sahnedeydim. Dördüncü sınıfta da "Cadı Kazanı"nı çıkarttık. Şehir Tiyatrolan'nda "Hamlet"te Leartes rolündeydiniz... Dördüncü sınıfta, eskrim hocam Şehir Tiyatrolan'nda Hamlet oyununda eskrim koreografisini yapmak üzere görevlendirildi. Bana da "oyunda bir eskrim sahnesi var, Leartes'i canlandırır mısın" dedi. Biz sahneyi çalışmaya başladık, yönetmen Edrain Brain izledi ve beğendi. Ben de Hamlet'te oynamaya başladım. Bu oyun size En tyi Erkek Oyuncu Ödülünü kazandırdı. Nasıl bir duygu? Rüya gibiydi. tyi olduğumu biliyordum ama daha çok yeniydim. Kendimi çok rahat hissetmiştim, ayrıca keyif alarak oynadığım bir roldü. Çok beğendiğiniz ve kendinize örnek aldığınız bir oyuncu var mı? Haluk Bilginer'i çok beğeniyorum çağa çok uygun bir oyunculuk tarzi var. Çok samimi, yani oynamıyor. Televizyon oyunculuğu için ne düşünüyorsunuz? Şu ana kadar dizi ya da sinema teklifı aldınız mı? Şu ana kadar bir teklif gelmedi. îyi bir sinema filminde oynamak isterim. • Ustam ve ben... Gönül DönmezColin G Yönetmen Erden Kıral... enç bir yönetmenle ustası arasındaki gerilim üzerine kurulu "Yolda" filmi. Her ne kadar kurgu olsa da öykünün gerçeğe dayanması bu gerilimi daha da arttırıyor. Seyirci filmde, hem Yılmaz Güney'ihem eşi Fatoş Güney'i ve elbette ki Erden Kıral'ı arıyor. Yönetmenle filmi ve "usta"sını konuştuk: "Hakkâri'de Bir Mevsim" ve "Mavi Sürgün"de de olduğu gibi yine bir aydını ele almışsınız yeni filminizde. Üstelik yazılmamış tabuları da kırarak bir dev efsanenin anısına el atmışsınız... Ben hep aydınJarla uğraşıyorum ve bu film bir aydını yansıtıyor. Bu filmde totaliter rejimlerde insanların ayakta kalma çabalarını göstermeye çalıştım. Yıl 1981. Sokağa çıkma yasağı var. Bir tutsakhk ve özgürlük filmi ki bunların hepsi göreceli. Katmanh bir dili var filmin. Aslan ve aslan terbiyecisine benzer bir ilişki söz konusu. Ayrıca bir de genç kuşağa bir öneri: Büyük ustalara ve yapıtlarına hayran olmadan iyi bir şey yaratılmaz. Gerçi bu ilişki karmaşık bir ilişkidir. Ancak bir ustayı öldürerek usta olabilirsiniz, hayranlığınız varsa düşünce yavaşlar, bunu yıkmak, bağları koparmak gerekir. Usta çırak ilişkisi çok karmaşıktır. Birde "abi" kültürü. Batıda böyle bir şey yok. Herkes "abi" der Yılmaz'a. Karmaşık ilişkileri ve toplumsal politik koşulları anlatıyor film. Kişiler arasındaki ilişkileri çoğu zaman bakışlarla duyurmuşsunuz izleyiciye. Bakışların iiçgen çizdiği gerilimli sah neler var. Duygular öylesine dolup taşıyor ki kelimeler çaresiz, ancak bakışlarla anlatılabiliyor... Yolculuk sırasında kısa vakitlere sığdırılan mutluluk, bir bakışma, el ele tutuşma. Filmin hüznünü seçtim, tutuklu yönetmenin ağrılarını. Bir yandan sağlık durumu kötüye gidiyor, öbür yandan kaçmayı planhyor. Ama yolculuk boytı her şeye hâkim olduğunu görüyoruz. Hapishane sanatı var; bir tutuklu nasıl davranır, iyi biliyor. Onun için bunu yapabiÜyor. Bir mitos var. Hayallerini inandığı gençlere veriyor, gençler de özveriyle kabul ediyorlar ama hayalleri elinden alınmış oluyor. Film ağır baskılar altında bir karakteri canlandırıyor. Onunla yaptığım yolculukta da cok düşünceliydi. Öfkeliydi. Bunu aldım, kurguladım ve yaşadıklarıma dramatik etkiler ekledim. Genç yönetmenle ustanın karısı arasındaki dostluk da istikrarlı değil. Kadın onunla yalnızken kocasını savunuyor ama yüz yüzeyken karşı çıkıyor. Alışkanlıklar istiyor. Normal bir yaşam istiyor. Haklı. Arabayla hcp arkadan gidiyor. Devamlı arkasında kocasının. Ona destek, öfkelense bile. Bu sahneler çok güçlü. Sanatçı portresini çok iyi çizmişsiniz. Büyük sanatçılar için sanat herşeyden önde gelir, aileden ve en sevdiklerinden bile... Egoist bir adam. Acımasız olmadan film gerçekleştiremezsiniz. Baskın bir yönetmen, sanatçı. Egoist ve memleketini seviyor. Bir de gel gitleri var. Bir duygudan öbürüne çok çabuk geçebiliyor. Kadın gerçekçi, hiçbir şey düzelmeyecek, diyor. Filmdeki birçok diğer şey gibi kamera da bir çok olayı cam ardından izliyor. Gerçek ve hayal gücü sanki net değil. Duygular da öyle, Fassbinder yapar bunu. Örneğin "Veronika Foss" filminde... Çekimleri "Mavi Sürgün"ün üçüncü kamera asistanı yaptı. Ilk filmiydi. Arkaya doğru çekim yaptım. Yol kazasından çok korktum, bir TIR kamyonu neredeyse bize çarpacaktı. Kamerayı dışarıya çıkarmadım. Ufak bir kamera getirttik dışarıdan. Onu kullandım. Araba içinde geçen sahnelerde izleyici olayların içinde, hissediyor. Yandan, önden değil. Devamlı yol duygusu içinde. Labirentin içinde kayıp olmak söz konusu ve hepsi aynı geminin yolcuları. Sis sahneleri bunu çok iyi vurguluyor. Siyasi polis adamı kuşatıyor ama ken dini de kuşatıyor. Yılmaz'a en karşı çıkan polis gerçekte en hayran olan. Bu da onun kısır döngüsü. Filmin teması tutsakhk. Bir adamın üstüne bir film değil. Genç yönetmenin ustası öldükten sonra yıllarca kendini onun yerine koyarak annesine telefon etmesi bence filmin genel yapısını zenginleştiren bir sahne. Bağlarını koparıp özgürlüğüne kavuşmuş, ama hâlâ onu yaşıyor... Gerçekten de ölürken, anneme bildirmeyin dedi. Polisten biri annesine telefon açtı. Ben bunu sembolik olarak gösterdim. Transfer ve transform. ÇARESİZ "HAYIR" DİYEMEZ... "Ben sana acıyorum" cümlesini ne anlamda kullandınız? Acıdım meselesi gerçek bir olaya dayanıyor. Yılmaz Izmit Cezaevi'ndeyken Güney dergisini bırakmaya karar verdim. Deniz kenarinda bir cezaeviydi. Denize doğru baktı ve ağladı ve acıdım. Çaresiz, "hayır" diyemez. Bir şey söylemedi. Acıdım, ama kararımdan dönmedim. Filmdeki durum şöyle: Genç yönetmen "Ben sana acıyorum" dediğinde, "Bir vicdan yükü, sana hayır diyemedim" demek ister. Vicdanen rahatsız olduğu için acıma duygusu vardır, aşağılamak için değil. Gerçekte olay şöyle: Bana haber yolladı, "Gelsin, ya kendi projesini ya da başka proje yapsın" dedi. Gitmedim, mektup yazdım. Eğer çekime devam etseydik, bir Erden Kıral filmi olacaktı. Bana, yeteneğime saygısı vardı. Bir gün Paris'ten telefon açtı," Ayna"yı görmüş. "Türk sinemasında bir çıkış yaptın," dedi. "Hakkâride Bir Mevsim", "Ayna" gibi yapıtlarınız için Latin Amerika yazın dili ve sinemasına özgü "büyülü gerçekçilik"ten söz ediliyor. Bu film için de burada bir eleştirmen "Anadolu sürrealizmi" dedi. Aydınlar hep ana tema. "Av Zamanı" Türk sinemasına bir öneri, "Mavi Sürgün" gerçekten yola çıkarak gerçeküstüne uzanıyor. "Hakkâri'de Bir Mevsim" ve "Ayna" da öyle. Büyülü gerçekçilik olabilir. Yılmaz Güney'in sinemamıza en büyük katkısı nedir sizce? Bizim kuşak "Umut" filmindeki faytondan indi. Kamera sokağa çıktı. Gerçekçi sinemayı Yılmaz Güney getirdi. Teatral abstract oyunculuğu yıktı. Yeni bir oyunculuk anlayışı getirdi. Suskun bakışlarla oynayayan onun gibi bir oyuncu yetişmedi. • En büyük mutsuzluk? Umutsuzluk girdabında kendinden vazgeçmek. Bir hayvan olsaydınız, ne olurdunuz? Bukalemun S. Fadik Atasoy Oyuncu En büyük hatanız nedir? Sigara içmek. Bir insanın başına gelebilecek en kötü şey sizce nedir? Yaşama arzusunu kaybetmek. Hayattaki en büyük keyfiniz nedir? Bol karakter yaratıp, sonra da ter içinde seyrine bakmak. En sevdiğiniz yazar kim? Tom Stoppard. En sevdiğiniz film/yönetmen? Film, Stage Beauty. Yönetmen, David Fincher. En büyük aşk hikâyesi kimlerinki? Kafka ve Milena. Sizi en çok güldüren şey nedir? Dünyanın başıma yıkıldığını sandığım an. ı En çok yaşamak istediğiniz şehir? Londra Yangında kurtaracağınız îlk üç şey nedir? Deneyimlerime dayanarak Levent Kazak'ın laptopı, ikinci olarak Levent beni kurtarır, biz de diğerlerini... Bir hayali kahraman olsaydınız kim olurdunuz? Niye? Vizesiz dünyayı gezebilmek için süperman, bunu saklayabilmek için de Clark Kent olurdum. Sizi en çok tedirgin eden ve en beğendiğiniz özelliğiniz? Yaratma ve eyleme geçirme arzumdaki yoğun tutku ve telaşın başkalarınca alışılagelmiş "güven duyma" platformuna uymaması. Sizin için affedilemeyecek hata nedir? Affedilemeyecek hata yoktur. Bu da gelir, bu da geçer... Sahip olduğunuz en değerli şey? Şu an. Güncel olaylar içinde yakın zamanda sizi en çok üzen olay nedir? Son dönemlerde dozu ve sayısı gittikçe artan, toplumda ve dünyadaki şiddet patlaması ve bunun akabinde gelişen olaylar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle