Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
1 MAYIS 2005 / SAYI 997 Aşkın e N. Ekrem Düzen ayattaki aşk üçgcnlerine şu ya da bu şekilde aşina olmayanımız yoktur. Ya kendi yaşadıklarımızdan ya görüp duyduklarımızdan; hiçbiri değilse kitaplardan, filmlerden tanışırız aşk üçgenleriyle. Birisi, birini sever ama o diğerini sevmektedir, diğeri ise ona değil ötekine meyillidir; ya da (daha yaygın haliyle) diğeri ve öteki, birini sevmektedir; sonuçta, birisi kendisini sevenlerle kendi sevdiği arasında kalır ve her üçü de muhtelif acılar çeker. Başka türlü söyleyecek olursak; fizik, kapalı sistemlerin yaşamasına izin vermediğinden, her ilişki dışarıdan beslenmek zorundadır. Iki, kapalı bir sistemdir ve ikinin bir olmasının koşulu üçüncünün etrafında dönmekten geçer. Bu aşk üçgenleri romanlara, filmlere ve üçüncü sayfalara konu olmaya devam ededursun, yatak odalarına meraklı bir kısım ilim erbabı aşkın kendisinin de ashnda bir üçgen olduğunu göstermeye çalışıyor. Niyetleri; kalp ülkesinin haritasını çıkarmak, aşk üçgcnlcrinin dehlizlerini bir parça aydınlatmak. Robert J. Sternberg bu bilim insanlarının önde gelenlerinden. Olgunluk çağını yaşayan ve özellilcle zekâ alanında çok ses getirmiş çalışmalan bulunan Sternberg; aşk, sevgi ve yakın ilişkiler konularına da kafa yoran araştırmacılardan. Kendisinden ilhamla, öne sürdüğü kavramlara yakından bakıp üçgenlerimizi yorumlamaya çalışabiliriz. BEĞENİ VE GÜVEN... Aşk en temelinde bir kimya meselesi. Sternberg'e göre bu karnıaşık kimya başlıca üç biçimde kendini gösteriyor: Tutku, yakınlık ve bağlılık. Tutku, fiziksel ve cinsel çekiciliğin asıl unsur olduğu bir sevme biçimi. Kendi terimlerimizle; vurulma, çarpılma, aklın baştan uçması, baştan çıkma ve ayakların yerden kcsilmesi tutkulu aşkı anlatıyor. îlk görüşte aşk böyle mümkün oluyor. Buna, kokularla tenlerin aşkı veya hormonların aşkı da diyebiliriz. Yakınlık; duygusal sıcaklığı, içtenliği ve paylaşmayı ifade ediyor. Fiziksel ve cinsel çekicilikten çok tanımaya dayalı beğenme ve güven kaynaklı bir sevme biçimi. Benzerlikler kadar farklılıkların da kabul gördüğü, karşılıklı anlama ve takdir etme hazzının öne çıktığı, görece uzun süreli bir paylaşım hali. Duygusal nı... best üçgen ise ayrı bir form; bu formun, kendi hesabıma, bir gecelik aşk kategorisinde olduğunu düşünüyorum; yani her şeyin olabileceği ve pek de bir şeyin olmayabileceği aşk.) Bağlılık ve yakınlığın çok az ve tutkunun çok yoğun olduğu duruma delicesine aşk diyoruz. Bu durum genellikle içine savrulduğumuz bir ilişkide yaşanır ve bu tür bir ilişkide yakınlık bağhlıktan da az görülür. Yakınlık ve bağlılığın öne çıktığı ama tutkunun çok az bulunduğu bir ilişki sevecen/şefkatli bir ilişkidir. Uzun yıllarını birlikte geçirebilmiş eşler arasında bu tür bir ilişki oluşur. Tutkunun ve bağlılığın olduğu ama yakınlığın bulunmadığı ilişkiye ise budalaca aşk diyoruz. Bu tür bir aşk, birinin diğerine adeta taptığı bir ilişkidir ve bu iki kişi arasında hayranlık kökenli psikolojik bir üstünlük mesafesi vardır. Budalaca olmasının nedeni, yakınlığın bağlılığa kurban edilmesinden geliyor; yakınlık gibi yalnızca temel bir ihtiyaç olmakla kalmayıp aynı zamanda bir gelişim potansiyeli olan bir kaynağın güdük kalmasıdır. HER İLİŞKİDE AŞK VAR MIDIR? Doyurucu bir ilişki ise bu üç unsurun üçünün birden dengeli (ve mümkünse yoğun) şekilde bulunduğu bir ilişkidir. Sternberg bu tür ilişkiye tam ilişki diyor ki biz buna dört dörtlük ilişki de diyebiliriz. Her ilişkide aşk bulunmayabileceği gibi her aşkta da bir ilişki bulunmayabilir. Sternberg'in tanımladığı tam ilişkideki kişiler gerçek bir aşk, gerçek bir ilişki ve gerçek bir aşk ilişkisi yaşayan kişilerdir. Yandaki tablo, bu saydığımız durumları betimliyor. Eğer dört dörtlük bir aşkı eşiyle yaşayabilen şanslı azınlıktan değilsek hayatımızda gerçek ya da hayali pek çok aşk üçgeni var demektir. Kendi Tutku, yakınlık ve bağlılık. Eşkenar bir aşk, ancak bu üçünü bir araya getirmekle mümkün. "Tam ilişki" olarak adlandırılan bu durum yoksa, ilişki nasıl tanımlanacak? Anlaşılan hayatlarımızda gerçek ya da hayali pek çok aşk üçgeni var... üçgenimizi içeriden tamamlayamıyorsak dışarıdan tamamlama ihtiyacımız devam eder. Aslında kendi üçgenlerini içeriden tamamlayabilmiş eşler de bir üçüncünün etrafında dönmektedirler, ama bu artık üçüncü bir kişi değil, ilişkideki iki kişinin ortaklaşa anlamlandırdığı dış dünyanın bütünüdür. Bunun nasıl mümkün olabildiğini başka bir yazıya bırakalım ve şunu saptayalım: Aşk üçgenleri kendi başlarına illa ki kötü şeyler olmak zorunda değil; tam ilişki de illa ki en şahane şey olmak zorunda değil. Asıl önemli olan nerede olduğumuzla nerede olduğumuzu zannettiğimiz arasındaki mesafeyi doğru tayin edebilmek. Yoksa üçgen yerine bir yamuk içinde deviniyor ve kendimizi pek dik ve pek düzgün zannedi \ yor olabiliriz.© V ekremd@sabanciuniv.edu H içtenliğin önde olduğu bir aşkjn özü, sev beni seveyim seni, güven bana güveneyim sana cümlelerinde ifadesini bulan ve hepimizin en temel ihtiyacı olan varlığımızın tanınması ve onaylanması. Kimyasına bakacak olursak yakınlık, kucaklaşma ve sarılmaların aşkı. Bağlılık ise ilişkinin muhakemesi, muhafazası ve iyi günde de kötü günde de sürdürülmesi anlamına geliyor. Bağlılık, ilişkiyc yatırım kavramıyla da yakından ilgili. Bu yatırım, kişinin maddi olarak ne elde edeceğinden çok birlikte var olma ve biz olma beklentilerinin karşılanmasını ifade ediyor. Bu anlamda bağlılık, ait olma ve böylece kendimiz olma amacına da hizmet ediyor. Bağhhkla altı çizilen bir aşk, yalnızca şimdi ve burada olanla yetinmcycn, insanın zaman içinde görece Tutku, fıziksel ve cinsel çekiciliğin asıl unsur olduğu bir sevme biçimi... de olsa tutarlı bir sürekliliği olduğunu ima eden bir ilişki biçimini barındırıyor. Varlığın yalnızca onaylanması değil, aynı zamanda özel bir varlık olarak tanınması (kimlik) ve bu kimliğin sürdürülmesi hedefini içeriyor (aidiyet). Bağlılık aşkı, ritüellerle (tekrarlanan törensel davranışlar) kutlamaların, gözünün bebeğine bakmalarla baş okşamaların aşkı. Her aşkta bu üç unsur çeşidi oranlarda bulunuyor elbette. Ama belirleyici olan, bu üç unsurdan hangisinin ya da hangilerinin başı çektiği. Üişkiye rengini veren, doygunlukacı çekme ölçeğinin neresinde olduğumuzu ve olacağımızı gösteren, dahası aşk üçgenimizin türünü (dik üçgen, ikizkenar üçgen, eşkenar üçgen) söyleyen, ilişkide bu üç unsurun hangılerinden ne kadar bulunduğu. (Ser Bağlılık Tutku YAKINLIK BAÜLILIK yok yok var ^ var Tutkulu, delicesine aşk Sevecen/şefkatli aşk Budalaca aşk Doyurucu, dört dörtlük aşk var yok var var yokN|/'^/var varVy^var Duygusal bir laboratuvar Berat Günçıkan nne, Pauline ve Ernest... Kadınlar ressam, erkek heykeltıraş. Üçü de Fransız. Kırklı yaşlarının sonlarına doğrular. Ortada üd de çocuk var, Oktave ve Raphael. Oktave, Anne'ın oğlu; Raphael Pauline'in. İki çocuğun da babası Ernest. Bu beşliyi dikkate değer kılan, çocuklar da dahil, aynı mekânı paylaşmış olmaları. Yani bir ilişkinin "üçlü" hali. Kitabın da ismi bu zaten, "Üçlü", alt başlığı ise "Duygusal Bir Laboratuvar". Ayrıntı'dan yayımlanan kitabın yazarları, karakterlerin yasalar karşısında konumlandıkları isimleriyle, JeanFrançois Briant (Ernest), Mireille Creatinon (Pauline) ve Catherine Stoessel (Anne). Kitabı yazmalarının nedeni ne bir kışlurtma, ne bir başka yaşam tarzını yayma ne de dayatma. Mutluluk tarifi vermek gibi bir çabaları da yok. Belki aidiyet ve kıskançlık üzerine okuru düşünceye zorlamak olabilir amaç, belki dc ailenin ille de bir baba, anne ve çocuklaR üzerinden yapılandırılamayacağını göstermek. Hatta insan yüreğinin ne kadar geniş olduğuna, yüreği önyargılar, öğrenilmiş kalıplar ve kuralların daralttığına dair derin dcrin düşündürtmek de isteyebilirler... Çünkü onların kendilerini tarifi son derece yahn: Birbirini seven çocuklar... Bu sevgiyi yaşamak o kadar da kolay değil elbette, yazarların ortak görüşü, üçlü ilişkinin daha fazla özen ve fedakârlık istediği... ANNE: TRİSEKSÜELİM... İlişkinin başlangıcı, 1979 Eylül'üne dayanıyor, hippi devrinin yavaş yavaş kapandığı, punk müziği, Sex Pistols grubu ve "No future" sloganının yayıldığı yıllara... Once Anne ve Ernest tanışıyorlar. Anne o sıralar sadece elma çizen, içindekileri resimlc nasıl ifade edeceğini bilmeyen bir ressam. Ernest ise anne ve anneannesinin hâkim olduğu bir ço A cukluk ve ilkgençliğin içinden gelmiş, kadınlara hayran bir heykeltıraş. Birlikte yaşamaya başlıyorlar. Ikisi de üstünlük ilişkilerinden nefret ediyor. Birbirlerine modellik yapıyorlar, kültürlerini birlikte oluşturuyor, Marx, Freud, Foucault, Lacan, Deleuze'den konuşuyorlar... Anne, kadınla erkeğin ne pahasına olursa olsun eşit olduğu fikrinden uzaklaşıyor, yeni düşüncesi şu: "Bir cinsin diğeri üzerinde tahakkümü olmadan farklılıklarımızı yaşayabiliriz." Teklif Anne'dan geliyor: "Etrafımda iki cinsiyete de ihtiyacım var. Sadece bir erkekle yani senle yaşamaya devam edersem, bir süre sonra bana eşlik eden birinin, duygularımı paylaşacağım bir kadının varlığının eksikliğini duymaktan korkuyorum." Ernest'in kafası karışıyor, Anne rahadatmaya çalışıyor, kişiliklerini özgürce geliştirmek için uğraşmaları gerektiğini söylüyor, kendisini ne heteroseksüel, ne homoseksüel ne de biseksüel hissediyor, "Kendimi triseksüel hissediyorum" diyor... Anlaşıyor ve üçüncünün arayışına giriyorlar. Tanıştıkları genç kadınlar, karşı çıkmıyorlar ama onların tercihleri başka, ya eski sevgililerinc dönüyorlar ya da çekip gidiyorlar. Kıskançlık da rengini gösteriveriyor, bir tren yolculuğunda Ernest'in bir kadınla yakınJaştığını gören Anne geçici körlük yaşıyor. Ama bu isteğinden vazgeçmesine neden değil. Ernest de artık geleneksel çift hayatının son derece kısıdayıcı olduğunu, insanı kısırlaştırdığmı düşünüyor. Üçüncü kişi sıklaşan çatışmalarını durdurmanın da tek yolu gibi görünüyor. Pauline ile önce Anne tanışıyor. Ernest'in Pauline ile olduğu gece Anne odasında iki taraflı duygular yaşıyor, bir yani endişeli, bir yani güven içinde. Artık masa üç kişilik hazırlanıyor evde. Anne bunu "Masayı üç kişi için ve diğerlcrini cezbetmek, kişisel geçmişleriyle ve diğer ikisinin suç ortaklığıyla, üçlü grubun içindeki hareketleriyle oynayarak onları şaşırtmak için kuruyorsun" diye tanımlıyor. Pauline de kendi sınırlarını görmenin peşinde, en çok istediği şey Ernest'i kendisine bağlamak, ama bir yandan da üçlü hayatı son derece doğal görüyor. Zamanla Pauline, "Aşkın iktisadı olmaz" diyecek kadar geride bı rakıyor çelişkilerini "Üç aşk bir aşktan iyidir". Ernest, "Onlar benim karılarım değil, ben de onların kocası değilim" diye ekliyor. llişkilerinin temelini "Belirsizlik prensibi" diye özetliyor. Çoğunlukla iki kişi sevişiyorlar, üçüncü izliyor. Anne izlemeyi seviyor. Ernest ikisini izlerkenki bakışlarını "Modelınin karşısındaki ressam" gibi tanımlıyor. Üçü de farkındalar, çevrenin bakışları onların üzerinde. En çok duydukları soru "Peki, sevişirken ne yapıyorsunuz?" Yanıt: "Ben sana nasıl yaptığını soruyor muyum?" Anne hâlâ kıskanç, ama kıskançlıktan ölünmeyeceğini, üstelik onun kıskançlığının dramatik olmadığını düşünüyor. Hatta kıskançlığı bir uyarıcı olarak kullanıyor: "Onu aşmayı başardığmda daha rahat nefes alıyorsun..." KIZ KARDEŞ, CİCİANNE, SEVGİLİ... Pauline Ernest'ten bir çocuğu olsun istiyor. /r« Anne ise henüz buna hazır değil, ama çabuk *'*' ikna oluyor... İki kadın bir buçuk ay arayla doğuruyorlar. Ernest'e göre yaşadığı "Ay'a gitmek kadar heyecan verici". Bebekler gece ve gündüz, vardiya usulü bakılıyor, Ernest tek arabayla herkesi istediği yere götürüyor. tki kadının odaları arasında koşturuyor... "...her şeyin çoğullaşmasını seviyorum, altı kollu Hint tanrıçasına dönüşüyorum muhtemelen bu içimdeki kadınsı yönü teşvik ediyor" diyor... Çocuklar büyüyedursun onlar resim yapıyor, sergi açıyorlar. Elbette bir rekabet ortamı var ortada. Anne "Hâlâ ve daima, Pauline ile simetrik olma takıntımla savaşmam gerekiyor, ikimiz de kadınız, sanatçıyız, ikimizin de aynı adamdan birer oğlu var, ikimiz de o adamla aynı evi paylaşıyoruz. Bazen uykularım kaçıyor" diyor. iki kadın birbırinin arkadaşı, kız kardeşi, anne, cicianne, sevgili, suç ortağı, atölyede iş arkadaşı. Rekabeti ortadan kaldırmak için ortak bir sergi açıyorlar, Körfez Savaşı'nın patlak verdiği 1991 'de. Ev de artık onlara yetmiyor, Normandiya'ya taşınıyorlar... Peki yarın? Bu sorunun yanıtını onlar da " '• • bilmiyorlar, sadece yaşıyor ve üretiyorlar... • Erkek Ernest. Kadınlar ise Anne ve Pauline. Üçü de sanatçı. 25 yıldır birlikte yaşıyorlar. Ernest'in her iki kadından da birer oğlu var. Yaşadıklannı "Üçlü" adı altında kitaplaştırdılar. Amaçları, okuru aidiyet ve kıskançlık üzerine düşündürtmek...