22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

i20 MART 2005 / SAYI 991 Balans ve Manevra Korsan vetaklit cenneti Türkiye... Telif haklarının korunması için mücadele eden AMPEC'in Genel Müdürü Nilüfer Sapancılar, kurdukları korsan ihbar hatlarına yoğun başvuru olduğunu söylüyor. Sapancılar yasa değişikliğinden umutlu. Yargıtay 7. Ceza Dairesi'nin bir davada, "Tezgâhta CD satan kişinin bunu aynı zamanda ürettiğine ilişkin delil bulunmadığından, görevsizlik kararı vcrilmclidir" yönünde karar vcrmesi bütün davalarda görevsizlik kararı verilmesine ncden oluyor. Dosyalar belediyeye gönderiliyor ve suçlıılar idari para cezasıyla kurtuluyor. 2001 ile 2004 arasında nıahkemeden hiç karar çıkmıyor. Bunun nedcni ise 2001'de yapılan yasal değışikliklerin uygulamaya sokulmasında yaşanan gecikme. 2004'te bandrollü bile olsa eserlerin sokak satışı yasaklandı ve 3 ayrı dosyada para cezasına hükmedıldi. Bugün 3 aydan 6 yıla kadar hapis ve 5 milyardan 250 milyara kadar para cezası öngörülüyor. En ağır ceza da bandrol için. Sapancılar "Bizim açtığımız 2 binin üzerinde süren dava var ve 2004'ten itibaren 3 ceza çıktı" diyor. Sapancılar'a göre korsan nedeniyle devletin vergi kaybı 100 trilyonun üzerinde. "VCD'ler artık Türkiye'de üretiliyor" diyor Sapancılar "DVD'ler yurtdışında fabrikalarda üretiliyor, özellikle Ukrayna ve Rusya üzerinden geliyor, Avrupa pazarına da Türkiye üzerinden gidiyor, yani bu suçta da transit ülkeyiz." Kameranın arkası karanlık S O Şimdt Mahkıım et çalışanlarının sosyal güvencesi, sağlık sigortası yok! Herhangi bir sözleşmeye sahip olmadan, verilen sözlerle i§ yapıyorlar, başlarına bir kaza gelirse ya da gerekçesiz olarak işten çıkarıldıklarında hak talep edemiyorlar. Dünya standardının altında ücretler alıyorlar. Söz verilen ücretlerin ödenip ödenmeyeceği ya da ne zaman ödeneceği de belli değil. Çözüm olarak "sigorta affı" istemeyi düşünüyorlar. Orgütlenmeye çalışan set çalışanlarının örneği Fransa. Bu üJkede sendika hak ihlallerini önlediği gibi işsiz kaldıkları zamanlarda destek oluyor, asgari ücretlerini de bütün olasılıkları değerlendirerek belirliyor. Özellikle Avrupa ve Amerika'da dışarıdan aynı işi yapmak için getirilen kişiler, "ancak ülkede o işi yapacak başka biri yoksa" çalışabilirken Türkiye'de yurtdışından ekibe birini dahil etmek "prestij" nedeni sayılıyor. Yıldız Hülya Bilban da bir set çalışanı. Sinema filmi projelerinde oyuncu seçiminin öncelikli olarak yönetmene bağlı olduğunu, "ancak yapımcının önereceği isimler de göz ardı edilmez. Box ofis filmlerin çoğunluğunun kadrosu da yapımcılar tarafından seçilir" diyor. Bilban, bir "mektepli" sinemacı ama sektörde mektepli, alaylı ayrımı yapılmasına karşı. "Sinema televizyon mezunu her insan öncelikli olarak sinema filmlerinde çalışmak ister. Ancak ülkemizde çok az sinema filmi yapıldığı için bu insanlar televizyonda çalışıyor. Televizyonda sinemadan gelen insanların çalışmasının bir süre sonra televizyon sektöründeki yozlaşmanın önüne geçeceğini düşunüyorum. Televizyon sektöründe önünüze koyulan malzeme sinema ile aynı, önemli olan bu malzemeyi namusluca kullanmak. Tüketimi bir saatlik bir işte, yedi gün yirmi dört saat emek veren bir ekip çalışması göz ardı edilmemeli" diyor. Meleğin Düşüşü Tiglon Türkiye'deki DVDVCD pazarının önemlı şirketlerinden. Genel Müdür Yardımcısı Koray Somay her ay ortalama 50 kadar filmin DVD formatında çıktığını söylüyor. Bu rakam 2000 ydına göre yüzde elli artış olduğunu gösteriyor. Eğer filmin gişe başarısı yüksekse bu video başarısını da etkiliyor. Somay'a göre gelmiş geçmiş en çok satan filmler arasında Türk filmleri ön sıralarda. G.O.R.A. şu ana kadar en çok satan film. Onu, Kayıp Bahk Nemo, Gladyatör,Yüzüklerin Efendisi, Matrix üçlemesi, Vizontele, Vizontele Tuba ve Truva izlıyor. "Türkiye bütün dünya ülkeleri arasında filmin en ucuz satıldığı ülkelerden birisi. VCD formatında filmler 3 ile 6 Dolar arasında, DVD'ler ise 10 ile 25 Dolar arasında perakende fiyatla filmseverlere ulaşıyor" diyor Somay. Korsan ürünlerin satışlarının DVD pazarını yüzde 60 oranında olumsuz etkilediğini vurguluyor, yani her bandrollü filme karşılık ortalama 23 korsan kopya satılıyor. ••sJ AKADEMİSYENLER SİNEMAYI ANLATIYOR... Goıııil Yarası Uzak HÜSEYİN KUZU Senarist îstanbul Küllür Ünıversıtesı Öğretım Üyesi tılutları Bekierken * • ••* lustafa Hakkında Herş Türkiye'de sinemanın ana meselesi gerçekten senaryo mu? Senariste iyi bir senaryoyu üretim ilişkileri yazdırır. Bağımsız bir senarist kategorisi olması için ortada sermayedar yapımcı ve ücretli çalışan senarist ve yönetmenin olması gerekir. Ya popülerfilmlerinsenaryolan... Sinemacılar kamusal alanı okuyamıyorlar bence. Son yıllarda popüler sinema kanadımız bunu beceriyor. Fakat bir ülkenin sineması popüler kanatla değil, sinema sanatına katkı yapan sinemacılarıyla temsil edilir. Bir filmin ilk önce kendi ülkesinde yakınizler çevresi olmalı. Bu yakın izlerçevre sadece sinemayı değil her tür kiiltür ürününü de yakından izleyen bir çevredir. On yıldır Türk sinemasının yakın izler çevresi yok. Asıl sorun bu. Türkiye'de aksiyon, korku, polisiye gibi türlerin çekilememesinin temel nedeni ne sizce? Kentleşme ve bireyleşme boyutunu yaşamış toplumlar bence saydığınız türde filmleri yazamaz veya çekemezler. Çünkü karısını ekmek bıçağı ile öldüren adamın kaçtığı yer sonuçta kentin diğer ucundaki akrabasının evi veya köyü! Yani birey işlediği suç için kent içinde bir kurgu yapmayı aklına getirmiyor ve kendi cemaati içinde bir saklanma yeri arıyor. Bu yüzden filmler çekilse (veya romanı yazdsa) bile, bu ürünler Batıh ürünlerden esinlenmiş yapay ürünler olmaya mahkum... Yeni filmleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Sinema eleştirisi, Türk sinemasının tarihinde, belli bir zamanda kümelenen her 35 genç sinemacı bir ekolmüş gibi takdim ediliyor. Oysa aynı anda aynı toplumsal motifleri kullanan sinemacılar ekol olabilir. Bizde bunlar motif düzcyinde değil öykü düzeyinde modalar halinde yaşanıyor. Bu yüzden, mesela "Doğu filmleri" moda oluyor ama motifler ayn telden çahyor. Birkaç yd önce, Kürt sorunu sıcaklığını kaybettikten sonra, yol öyküleri moda olmuştu. Bu filmlerde kahramanlar ha bire DoğVya doğru gidiyorlardı, ama öylesine ülke gerçeklerine yabancı idiler ki seyirci bu yüzeyselliği hiç beğenmedi. Siz senarist olarak setlerle de bağı olan birisiniz, neler olup biriyor, içerde? Uzun zamandır setlerin de bir adabı kalmadı. Çalışanlar kendi alanlarının sınırlarını bilmiyor. Eski setler çok sessizdi ve herkes ne yapacağını bilirdi. Şimdiki setlerde herkes güya eğitimli ama nedense birbirine bağırıyor. Bağırmayın diyecek yönetmen de bağırıyor! Üniversiteler sinemanın bilgisini verebilir ailıa setin adabını veremez. Yrd. Doç. Dr. İLKER CANİKLİGİL Bilgı Ü. Sinema Televizyon Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. RUKEN ÖZTÜRK Ankara Üniversitesi lletişim Fakültest Sinema Bölümü Ögretim Üyesi • Son yıllarda sanat sineması ile popüler sinema arasındaki uçurum derinleşmeye başladı. Yaratıcılık açısından sanat sinemasından "9" ve "Uzak"ı öyküyle uyumlu estetik dokusu açısından, "Bekleme Odası"nı ise sanatsanatçı odaklı kavramsal tartışmaları barındırdığından dolayı önemsiyorum. Bir de tabii "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak" tazeliğiyle ve içtenliğiyle umut verdi bana. Teknik olanaklarrn sınırı ise belki de en iyi "G.O.R.A." ile örneklenebilir. Senaryonun içine her şeyi koymak istiyor, sonra tadını kaçırıyoruz. Çok güzel olabilecekken "Yazı Tura"nıa düştüğü durum da bu. Aslında bu topraklarda malzememiz çok, ama gerçekten yaratıcı insanlar gerekiyor. Nedenini de kültürel ve sanatsal yaşamımızdaki kuruluğa hatta buzlaşmaya bağlıyorum. Türk sinemasını Hollywood dışında, Iran ya da Japon vb. sinemasının gerisinde bırakan en önemli neden devletin yakın zamana kadar sansür dışında sinemaya ilgi göstermemesi, yeterli desteği sağlamaması. Ama bütün suçu devlete atmayalım. Filozofu olmayan bir ülkeyiz, ne kadar farklı olmasını bekleyebiliriz ki. Bu sektörde geçmişten günümüze çalışan bütün kurumların ve kişilerin de kendileriyle yüzleşmesi gerekiyor. Türkiye'de 25 sinema televizyon bölümünden yılda 3 bin 500 öğrencinin mezun olması sektörde nasıl bir tablo çıkarıyor? Amerika'da sadece yüksek lisans düzeyinde yılda 15 bin kişi mezun oluyor ve tabii ki bunların çoğu da sinemacı olamıyor. Dünyanın her yerinde okuldan çıkıp filmci olmanız neredeyse imkânsız. Kendi öğrencilerim arasında gördüğüm kadarıyla bu işe gerçekten gönül vermiş olanlar bir yolunu bulup sektöre giriyorlar. Yönetmenlik alanında o kadar olmasa da teknik ve prodüksiyon alanında ihtiyaç hâlâ çok fazla. Neden yerli, tamamen bizden bir film yapmak çok zor? Türkiye'de sinema kültürünün yerleşmemesinin sebepleri neler? Bir ülkenin bütün sinemacıları, oyuncuları, senaristleri yeteneksiz olamaz. Örneğin Ahmet Uluçay harika bir film yaptı. Ama bence Türkiye'de kaliteye talep yok. Yani çok küçük bir insan grubu böyle şeyleri umursuyor olabilir, ama 100 bin kişiye sinema yapılmaz. Yapılsa da sürdürülebilir bir sistem oluşturamazsınız. Bu ülkenin halkı gazetecilerini, sinemacılarını, edebiyatçılannı beslemiyor. Sinemaya gidersiniz, bilet alır, para verirsiniz. Verdiğiniz parayla yeni filmler yapılır. Bu olmadığında birtakım insanlar seyirciye küser ve tamamen kendi dünyasında uçmaya başlar. Başkaları kurnazca hileler yapmaya başlar, komedinin en sulusuna gider, bulabildiği bütün ünlüleri filmine doldurur. Kendi ülkesi dışında kimsenin ilgilenmeyeceği filmler yapmaya başlar. Kısaca bu dev bir yumak. Sadece bir parçasına bakarak sonuca varmak doğru değil. Artık dünyada pek çok ülkenin sineması keşfedildi, Türkiye'ye sıra ne zaman gelecek? Ne zaman bilet satışları yılda 50 milyonun üstüne çıkar, devlet ona buna destek olmayı bırakıp teknik altyapı, telif ve bürokrasi konusunda destek sağlar, ne zaman korsan VCD seyretmekten vazgeçeriz o zaman Türkiye'ye de sıra gelebilir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle