22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 Bu bir yapboz. Hepsinin hikâyesinde Türkiye'nin . bugünkü haritasını tamamlayacak bir kare var mutlaka. Abdullah Çatlı Susurluk demek, Beyazıt Öztürk yeni eğlence standup... Ayşe Arman röportaj yaptığı kişinin önüne geçen ilk gazeteci, Hakan Şükür futbolcunun en "iktidar" meraklısı... Can Tannyar, "televole"yi, Meltem Cumbul "hırs"ı, ÖDP "aşk"ı, Fazıl Say klasik müziğin toplumsal yaraya dokunmasını anlatır bize... Özgür Erbaş / Özlem Altunok 25ARALIK/SAYI1031 MELTEM CUMBUL Bugünden geçmişe şöyle bir bakınca Meltem Cumbul'un hayatını oyunculuğa adadığını söylemek pek de abartılı olmaz. Zaten o da "Amacım kendimi dünya starı olacak şekilde yetiştirmektı" diyor. 1970 doğumlu Cumbul, Mimar Sinan Üniversitesi tiyatro bölümünden mezun olur olmaz, Londra'da TRT'nin Radyotek ve Genç Çizgi programlarında sunuculuk, müzik yönetmenliği yaptı. Türkiye'ye dönünce de dizilerden sunuculuğa, sinemadan şarkıcılığa, eğlence programlarından komediye, tiyatrodan müzikale denemediği alan kalmadı. O da özal gençliğinin bir üyesiydi. Cümlelerine hep "ben"le başlıyor, etliye sütlüye karışmıyor, geleceğini kurmak için hırsla çalışıyordu. Londra'dan döndüğü 1994 yılında eğlence programlarında sunuculuk ve ünlü taklitleri yaptı. Sinan Çetin'in "Bay E" filminde oynadı. Yarışma programları ve dizilerle yerini sağlamlaştırdı. 97'de Meltem Cumbul Shovv'a başladı, Barış Pirhasan'ın "Usta Beni öldürsene" filminde, "Anlat Şehrazat Anlat" müzikalinde ve "Karışık Pizza"da oynadı. O bir şov kadınıydı ama, her nedense yıldızı en çok köylü kızını canlandırdığı "Gurbet Kadını", "Yılan Hikâyesi" gibi yapımlarda parladı. Hem doğulu hem batılı, medyayla mesafeli oldu. Oynadığı , reklam filminde "Içim içime sığmaz benim" dediği gibi, hiç dinlenmedi. Sinan Çetin'in "Propaganda" filminde oynadı, sonunda "Abdülhamid Düşerken"le Altın Portakal'ı aldı. 200304 sezonunda ŞT'nin sahnelediği "Hırçın Kız"da oynayarak popülerliğini tiyatro için kullandı. 2004 Eurovizyon Şarkı Yarışması'nda Türkiye'yi sundu. Fatih Akın'ın "Duvara Karşı" filmiyle yıldızı daha da parladı, 2005 başında "Mucizeler Komedisi" müzikalinde rol aldı. Onu en son "Gönül Yarası" filminde "Dünya" rolünde izledik. Rolü için "mesleki coşkumda son noktam oldu" dedi. Bir süredir sessiz. BEYAZIT ÖZTÜRK Mizahın iktidarı hedef almaktan vazgeçtiği yıllarda, "Ben hâlâ mesaj kaygılıyım" diye başladı yolculuğuna. Radyo programı yaparken de televizyondaki ilk yıllannda da ideallerini korumak için çabaladı. O, Bülent Ortaçgil, Fikret Kızılok çalmak istiyordu. Söylediği sözlerin de birilerine dokunmasını... Sonra adı "Beyaz" oldu. Güneş gözlüğünü çıkardı önce, sonra adının önüne sponsorlar eklendi. Istanbul onun için başına her an kötü şeyler gelebilecek, yanlış sapaklara girilebilecek bir ormandı. Inadı "temiz" kalmaya dairdi. "Samsun'dan yola çıkan balık kamyonunu izledim. Düşen balıkları yedim. Kamyon Ankara haline girdiğinde karnım doymuştu, ama memleketim ve arkadaşlarım çok geride Z kalmıştı" diye anlattı ödediği bedeli. Annesi ve ağabeyinin kendisini izlediğini bilerek yapıyor şovunu. Zekanın uzun namlulu bir silaha döndüğü bir dönemde, "terbiyesini ve haddini" ailesinden alıyor, "Küçük Ev"den kalma hassasiyetlerle ayakta durmaya çalışıyor. O, dönüşmekten rahatsız, girdiği yoldan çıkamayan, yeteneğini paraya tahvil etmiş bir kuşağın temsilcisi. Son 10 yıldır biz onun şovuna gülüyoruz, o sahne arkasında makyajını silerken ağladığını söylüyor. Neden acaba? Anlatılan on yılın hikâyesidir HAKAN ŞUKUR Sakarya'dan Bursa'ya, oradan Galatasaray'a geçtiğinde, futbolculuğu kadar yaşamı ve tercihleriyle de dikkat çekmeye başladı. Sıkı bir Fethullah Gülen hayranıydı. Gülen'le sık sık sohbet ediyor, sohbetlerine Okan Buruk, Arif Erdem gibi arkadaşlarım da ortak ediyordu. Işte o günlerde Hakan, profesyonelliğinden de ödün vermeye başladı. Takımının en kritik maçlarında bile oruç tutuyor, "günah" diye ayakta su içmiyor, taktığı muskalarla "uğur" ^ ^ ^ ^ aramaya ,^^^^%ÂJ' V devam ediyordu. 2002 Dünya Kupası'nda "Kore'de cami arama" girişiminin üzerine kampa imam çağrılması ona dair kafa karışıklığını biraz daha perçinlendi. Evlenirken kız istemeye dönemin Başbakanı Tansu Çiller'le gitmesi, nikâh şahidi olarak Fethullah Gülen'i göstermesi, futbol dünyasında garipsenen davranışlardı. Oynadığı her sezon takımının en fazla golünü atan Hakan, transfer dönemlerinde ise problemli bir kişilik olarak ortaya çıktı. Avrupa'da altın ve gümüş ayakkabı ödüllerini aldığı dönemde Juventus'tan teklif geldi, ama o, önce kararsız davranıp sonra yüklüce bir ücretle Torino'ya transfer oldu. Istekleriyle Italyanları çıldırttı. Türkiye'deki ünlü bir kebapçıdan getirttiği etin kargo ücretini de fatura etmeye kalkınca Italya macerası bitti. UEFA Kupası zaferi sonrasında, hayallerinin takımı Inter'e transfer oldu. Ancak bu gidiş de sancılıydı. Kararsız tavrı, eski teknik direktörü Fatih Terim'le yaptığı "cip" kavgası Galatasaraylıları kızdırdı. Inter'deki ilk sezonunda başarılı olamadı. Parma ve Blackburn'de şansını denedi, Parmalı bir yönetici, "Ailesinin kullanacağı aracın benzin faturasını isteyene de ilk kez rastladım" diye yakındı... Söylenenlere bakılırsa eski direktörü de dahil, kimsenin istememesine rağmen Fethullah Gülen'e yakınlığı nedeniyle yeniden Galatasaray'a döndü. Hakan şimdi 35 yaşında. Hâlâ futbolundan çok, iktidarta kurduğu ilişkiler ve özel yaşamının çalkantılarıyla dikkat çekiyor. AYŞE ARMAN Ayşe Arman popüler gündemimizin son on yılına damgasını vurmuş isimlerden biri. Sanılanın aksine onunla ilk kez, köşesindeki kara gözlüklü fotoğrafıyla değil, Cem özer'in Laf Lafı Açıyor programında karşılaştık. Erkek kılığında geneleve girmiş iki genç kadın muhabirden biri olarak konuk olmuştu programa. Mesleğe yeni atılan atak ve "fırlama" kadın gazeteciler bir geneleve girme fantezisi kurmadan edemezler. Arman, bu fanteziyi gerçekleştirmesiyle, daha o yıllarda "doğuşunu" müjdelemiş görünüyor aslında. Bundan kısa bir süre sonra da yüzünü gösteren, söyleşi yaptığı kimselerle birlikte fotoğraf veren, moda tabirle "kendini teşhir eden" bir köşe yazarı olarak hayatımıza girdi. Hikâyenin gerisi hepimizce malum. Hem gazete okurları hem de gazeteciler ve yazarlar ikiye bölündü. Diyelim bir yanda muhafazakârlar, "olur mu böyle kepazelik, kadın yatak odasını, mahremini ortaya döküyor", diğer yanda liberaller "Bu bir tarzdır hanımlar, beyler, sakin olalım" dediler. Teşhircilik bir tarz olmaya yetti mi bilmiyoruz, ama takipçileri azımsanmayacak sayıdaydı. Bir "kişisel teşhir" çağı başladı. Pek çok kadın ve erkek köşe yazarı kişisel düşüncelerini alabildiğine kişisel üsluplarıyla yazmaya başladılar. Çağın pornografik damarından akan kan kamusal yazı alanını da baştanbaşa ala boyadı. Bu on yıl içinde Ayşe Arman evlendi boşandı, sonra bir daha evlendi. Bir kızı oldu. Dubai'ye taşındı. Hürrıyet okuyan herkes bütün bu hikâyeleri ayrıntılarıyla biliyor. Aslında galiba mesele, Ayşe Arman iyi mi yaptı, kötü mü yaptı tartışması değil. Mesele, duvarların, perdelerin, aralıkların kalktığı bir dünyada kişinin "kendisi" tükenince, geride kalan boşluktan bir malzeme üretip üretemeyeceği sorusu. MUSTAFA ALTIOKLAR Türkiye'nin Mustafa Altıoklar'la tanışması Türk sinemasının durgun zamanlarına denk geliyor. Baba mesleği doktorluğa "vazgeçilmez bir anlatım aracı" olduğunu düşündüğü yönetmenliği eklemesi "Denize Hançer Düştü" filmiyle başlasa da, sesini "Istanbul Kanatlarımın Altında" filmiyle duyurdu. Sinema onun için "Hayatın röntgenini çekmek" demekti. Oysa bol izleyicili bu filminde ve daha sonra "Ağır Roman"da da ilk dikkati çeken filmlerinin kalabalık ve popüler kadrosuydu. Aslında bunu kendisi de söylüyordu, isteği "gel, bizi seyret" diyen, "bizden" filmler yapmaktı. O, artık yeni kuşak yönetmenlerden biriydi. Sanatçılık tanımını, "Sanatçı duruşu diye bir şey olamaz. Olsa olsa sanatçı vuruşu vardır, ki vurduğu yerden ses getirir" sözleriyle özetliyordu. "Sinema sektörleşmeli" dedi, sektörleşirken içınin boşalmasına pek de ses çıkarmadı. 2002 tarihli "O Şimdi Asker" filmi de bunu gösteriyordu. Film, Yavuz BingöPden Pelin Batu'ya, Ercan Saatçi'den Athena'ya yine pek çok popüler ismi bir araya getiren tipik bir komediydi. Son filmi "Banyo" ve yakında gösterime girecek "Beyza'nın Kadınlarfndan sonra, sırada başrolde şişme bir bebeğin olacağı yeni filmi var: "Pisuvar Tedirginliği". Bu kadar çok projenin manasını ise şöyle açıklıyor: "Çünkü hayata karşı acelem var"... PROF. DR. ALİ ERDEMİR Prof. Dr. Ali Erdemir. Herhalde bu ismi Türkiye'de duyan pek az kişi vardır. Oysa o, yüzyılın en önemli bilim adamlarından biri. 9O'lı yıllardan bugüne, üç defa uygulamalı bilimin Nobel'i olarak bilinen R&D ödülünü aldı. ABD Enerji Bakanlığı'na bağlı bir merkezde çalışan Erdemir, 1977'de İTÜ Metalurji'den mezun olduktan sonra ABD'ye gitti. Georgia Institutes of Technologies'te doktorasını tamamladı. 1986'da Türkiye'ye döndü, ama "kendine uygun bir iş" bulamadı. Tanıştığı bir milletvekiline eğitiminden ve hedeflerinden bahsetti. Milletvekilinin teklifi ise şuydu: "Madem Ingilizce biliyorsun. Büyük Ankara Oteli'nin resepsiyonunda çalış!" ABD'ye geri döndü... 87'den beri çalışmalarını ABD'de sürdüren Erdemir'in en önemli çalışması otomotiv dünyasında dönüm noktası olarak kabul edilen, "karbon kaplama" adında bir alaşımla, sürtünme katsayısını binde bire kadar indirmesi oldu. Motor ve motor aksamları bu alaşımla kaplandığında, motorun ömrü iki kat artıyor, yakıt tüketimi ise yüzde 20 azalıyor. Bu buluş, uzaydan beyaz eşya endüstrisine, sınırsız alanda kullanılabilecek buluşun ilk taliplileri otomotiv üreticileri oldu. Üç binin üzerinde yan sanayi firmasının yanı sıra General Motors, Ford, Toyota, Isuzu ve Honda "karbon kaplamanın" patentini almak üzere başvuruda bulundu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle