Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
25 ARALIK 2005 / SAYI 1031 PAZAR SOYLEŞİLERİ GİTME KAL... Ataol Behramoğlu İlk tokattan önce H angi anda aşk baskısı tehlikeli duruma gelir? Bir çift, şiddetten hangi noktadan sonra kaygılanmalıdır? Bütün önleyici kampanyalar ilk tokattan itibaren diyor. Psikiyatr ve psikanalizci MarieFrance Hirigoyen, şiddetin köklerini ilk tokattan da önce, sözlcrde bulduğunu söylüyor. "Psikolojik şiddetin işaretlerini görebilmenin zorluğu, sınırının belirsiz olmasındadır" diyor ve ekliyor: "Değişik anlamlara çekilebilir. Fizıksel şiddetin görünümünü tartabilmek olanaklıyken, psikolojik şiddet kurbanının çektiklerini ölçebilmek çok zordur." Bir çiftte, asıl zorluk her birinin arzularının doyurulacağı bir esneklik, bir özgürlük alanı bulmaktadır. Âşık olmak, karşılıklı nüfuz içinde, bir değiş tokuş içinde olmaktır, evlilik sırasmda da böyledir bu! Şiddet, karşılıklılığın yok olmasıdır; birisinin her şeyi vermesi ve hiçbir şey almamasıdır; gücün hep aynı cephede olmasıdır. O noktada tuzak kurulmuştur. Daha ilk tokattan önce. Işte bu görünmez şiddeti gösteren, koruyucu kullanıma yönelik bir sözlükçe... citmeyi, ona hiçbir değeri olmadığını göstermeyi amaçlar. Hor gören davranışlar ve yaralayıcı sözler, aşağılayıcı teklifler, sevimsiz eleştiriler biçiminde kendini gösterir. Bu niteliksizlendirmenin konusu her şey olabilir: zihinsel yetiler, düşünceler, coşkular (Amma sulugözsün vb.), fiziksel yapı, aile, dostlar, geçmiş, ebeveynlik yetileri... Incitmekten "hor görmeye" değin, göze görünmez ama hızlı aşamalarla birçok adım vardır,: havaya bakarak, sırt çevirerek, bıyık altından gülerek, burun kıvırarak, tükürerek, yellenerek, sık sık cinsel aşağılamalar yaparak... Kurbanlar çoğu kez bunları anlatmaktan utanırlar. Hor görme, aşağılama, alay etme psikolojik şiddete özgüdür. Hıncının uygulama alanı ötekidir, kendine özgü varoluşu yoktur ötekinin. Saygıya değer değildir o. Eşler arasında yaşanan sözel ve psikolojik şiddeti yansıtan küçük sözlük. Iş fiziksel şiddete dönüşmeden önce, gündelik yaşamda neler dile getiriliyor ve bunlar neyin habercisi?.. Mağdur, en azından kendi kendine "Ben buna layık mıyım?" yerine, "Bu olağan mı?" diye sormalı... G ünlük konuşma dilinin kimi söz ya da deyimleri, bu kullanılışlan (ya da genel olarak dilbilgisi) bakımından "imge" sayılamazlarsa da günün birinde bir şair onlara imge değeri kazandırır... Peki bu nasıl oluyor? Sıradan sözcüklerden oluşan ve bir araya geldiklerinde de yine günlük konuşmaya ilişkin bir anlamı ileten bir sözcükler toplamı nasıl oluyor da imgeye dönüşüyor, şiirsel bir değer kazamyor... "Vurgu", "ses tonu" kavramlarının bu oluşumda özel bir yeri olduğunu düşünüyorum. Şairin ses tonu, kişisel vurgusu, bu sözcüklere şiirsel bir anlam yüklüyor... Bunun yanı sıra, her sözcüğün (ve dizenin) şiirin bütünü içinde kazandığı (son günlerin moda kavramlarından biriyle söylersek) "sinerjik" ya da artı anlam bu sonucu doğuruyor... Arif Damar'ın "Gitme Kal"ı tam olarak böyle bir imgedir... Herhangi bir benzetme, mecaz,simge vb. söz konusu değil... Fakat şairin sözcüklere yüklediği vurgusal ve anlamsal değer onlara yoğun bir şiirsellik kazandırıyor... Öylesine yoğun bir şiirsellik ki, Arif Damar geçen ay (24 Kasım 2005) kutlanan 80. doğum yılı onuruna yayımlanan toplu şiirler seçkisini, 1950'lerde yayımlanmış bu şiirinin adıyla taçlandırıyor... "Gitme Kal" onun gerçekten de unutulamayacak şiirlerindendir... Kime sesleniyor böyle? Gitmek üzerc olan bir sevgiliye mi? Büyük olasılıkla evet. Fakat bunu yine de tam olarak bilemeyiz... Şiirde bu anlamda yeterince ipucu yok... NEDEN KORKARSIN? Kapıları çarpmak, kötü ruh halini dışa vurmak için her şeyi kırıp dökmek, gene de istifini bozmamak, arabanın lastiklerini indirmek, tehlikeli bir gereçle "pervasızca" oynamak, bir evcil hayvanı incitmek: bu davranışlar "yıldırma" amaçlıdır. Dolaysız bir şiddet olmasına karşın açık bir iletisi vardır: "Benim gücümü gör! Sana neler yapabileceğimi gör!" KARAR VEREN OLMAK... "Denetim" eşitsizliğin ilk etkenlerinden biridir, biri diğerinin üstüne çıkar. Hangi giysilerin daha uygun olduğuna ya da uymadığına o karar verir; diğerini uykusunda uyandırır, çünkü kendisi uyuyamamaktadır; tüm haz hazırlıklarını cesaretsizlendirir ("Daha gelemiyor musun?", "Aynı düzeyde miyiz?"); mönüyü ikisi için kendi seçer ya da görüşülmesi uygun dostları, televizyon programını, siyasal duruşu, tatile çıkılacak yeri o saptar. Neyin iyi, neyin kötü olduğuna o karar verir. BENSİZ HİÇBİR ŞEY YAPMA! Psikolojik şiddetin büyük ldasiklerinden biri "yalıtmadır", kötü muamelenin hem nedeni hem sonucııdur. Amaç kurbanın, yaşadıklarının kabul edilemez olduğunu fark etmemesidir, kurban gerçekten karar vermeksizin, ama "daha kolay olduğu için" azar azar ailesinden, dostlarmdan, hatta iş yaşamından kopar; ödeme araçlarmı yönetemez ve kullanamaz, tek başına hiç bir yere ayrılamaz olur... Kapalı kapüar ardında hapsolmuş olarak, her eylemden ve karşı eylemden kaçınır. O BENİM SORUNUM DEĞİL Moral şiddet, aynı zamanda "kayıtsızhktır", diğeriyle ilgilenmeyi reddetmektir. Eşine karşı duyarsız davranmak ya da açıkça ret ya da aşağılama sergilemektir. Gereksinimlerini, hislerini görmezden gelmek ya da ötekini güvensiz bırakmak için, bile bile yoksunluk ve düş kınklığı ortamı yaratmaktır bu. Onunla konuşmayı, birlikte çıkmayi, hastaneye götürmeyi, aüe toplantılarına katılmayı reddetmek, nedenini açıklamaksızm her gun surat asmaktır. Ayrıca diğerinin fiziksel ya da psikolojik durumunu hiçe saymak, örneğin şiddetli bir kavganm ardından sevişmeyi istemek ya da hasta olan birinden fiziksel çaba gerektiren bir iş istemek gibi... EĞER BU KAPIDAN ÇIKARSAN... Psikolojik şiddet "tehdider" de içerebilir: çocukları kaçırmak, besinsiz bırakmak, dövmek. Öteki, beklenen biçimde davranmadığında, onun yakın çevresine de aynı davranışlarda bulunmak olasıhğı vardır elbet. Bir tokatm beklentisi, ruhsal yapı için tokadın gerçek etkisi denli kötü olabilir. Aşırı ağır bir tehdit de intihar şantajıdır. Bu ötekini şiddetin sorumluluğunu kendinde aramaya yöneltir: "Bu benim hatam, ona yardımcı olabilirdim." ' :" " * BENİ GERİ ZEKÂLI MI SANDIN? Söylenenlerden, gitmek üzere olanın, geride kalacak olanla büyük bir yaşanmışlığı paylaştığını öğreniyoruz... Acıyla, yoksullukla örselenmiş de olsa, birlikte olmanın sevincinden yoksun olmayan bir yaşanmışlıktır bu... "Gitme beraberlik içinde, Nasıl sevinirdik aklına getir..." Fakat şiir birkaç kez ve daha dikkatle okunduğunda, gitmek üzere olanın, ortak davadan kopmakta olan bir arkadaş olabileceği de akla geliyor... Ve bu yorum bana şimdi daha da olası görünüyor... Çünkü şair, gitmeyip kalmasını istediği kişiye, gelecek güzel günlere ilişkin ortak umutlarını anımsatıyor: "Kıraç mı kıraç topraklann üstünde Güneşler açar yağmurlar kesüince Çırılçıplak kayada yeşerir incir ağacı Dağların kuytusunda bir uslu çiçek Dağıtır mavisini kendi kendine ( ) Gitme dünyamızın her yerinde Yorgun eller gülleri derleyince Ellerin sevincini aklına getir Güllerin sevincini aklına getir..." Ve şiirin son dizesi bu ikinci yorumu daha da güçlendiriyor: "Nasıl severdik seni aklına getir." Fakat bu kez de, gitmekte olan kişinin, aynı zamanda hem sevgili hem dava arkadaşı olabileceği akla geliyor... Belki de hiçbiri değil... En doğru okuma belki de, gidecek olan her kim olursa olsun, geride kalanın acısını duyumsayabilmektir... Ve şiir bu acıyı duyumsatmayı başarıyor... Arif Damar'ın, aralarında bu şiiriyle birlikte "Şafak Vakti", "Gece", "Hissen Yok Bu Akşamda Senin" gibi şiirlerinin bulunduğu ilk dönem ürünlerinin benim şiir evrenimde ayrı bir yerleri vardır. Onlardaki yalınlığı, tok sesli lirizmi seviyorum... Gitmek ve kalmak ikilemi ise, eninde sonunda, yaşamın acımasız sarkacı değil midir? Hangi yaşta olunursa olunsun, şairlerin özellikle ve öncelikle yaşadığı...# "Kıskançlık", hastakklı bir duruma geldiğinde, bir başka denetim biçimi olur. Kıskancın dayanamadığı şey, eşinin başkalığıdır. Onu bütünüyle elinde tutmak ister ve onun hep hazır ve nazrr olmasını ister. Oysa eşi boyun eğse, yalnız başına çıkmasa, dışarıyla bağlantısmı kesse bile hep bir doyumsuzluk olacaktır kıskanç için, çünkü eşi "öteki" olmakta devam edecektir ve bu dayanılmazdır... Bu aşırı kıskançlığın, sonunda "hırpalamaya" dönüşmesi de sık görülür: günler boyu süren bıktıncı sorular, vaktini nerede geçirdiğini kanıtlamaya zorlayan sorgulamalar, postanın, telefonıın, epostaların gözetimi... gisi yoktur). Azar azar kurban, seçme yetisini yitirir ve kendini kurtulmasının zor olduğu, sınırlan belirsiz bir ruhsalduygusal embriyo içine hapseder. Çaresizce tepki göstermeyi beklememek için iyi bir mazerettir bu. BU BENİM HATAM DEĞİL... Tüm şiddet uygulayıcıları ve tüm kurbanlar şiddeti haklı çıkarmak için bir yığın "mazeret" gösterirler, en azmdan ilk defasında. Çünkü bir çift her şeyden önce bir gönül serüveni, ötekini anlama arzusu ve kendi kalp kırgınlıklannı sevmek demektir. Vakaların çoğunda bu doğrudur: onun hatası değildir. Stres, çocukluk yaraları, akıl hastalığı, sapkınlık, eğitim, kırılganlık... Şiddetin her zaman bir çıkış noktası vardır. Ne var ki bu onun yerleşmesine göz yummak demek de değildir. Uzmanlar zaman içinde, bu eğilimin sağaltılması ve uzaklaştırılması gerektiğini ileri sürüyorlar. tlk tokattan önce. • Psychologies'den çeviren: EMRE ÇAĞATAY AYRILAN SENSİN! îlk tokat gelene dek, çiftteki şiddetin kurbanlarından çoğu, kurban olduklarını inkâr ederler. Çoğu kez de işin farkında olmak için ilk yaralanmayı beklemek gerekir. Daha kötüsü, kaçmak ve dava açmak cesaretini bulan bir kurbanın, şikâyetini geri çektiği ve evine döndüğü sık görülür. Bu "koşullanmanın" karmaşasıdır (mazoşizmle il ÖNEMİ YOK... "Gözden düşürmek" moral şiddetin en korkunç silahlarından biridir. Her şeyden önce kişinin özgüvenini in Mevlana... Aylin Kotil G eçen hafta ölümünün yıldönümü nedeniyle Mevlana anıldı. Anmalardan önce de tartışmalar başladı. Mevlana Moğol ajanı mıydı? Nasreddin Hoca'yı (Ahi Evran) öldürdü mü? Yersiz bir tartışmaydı bu, üstelik buna gelinceye kadar Mevlana ile ilgili söylenecek o kadar çok başlık vardı ki... Daha 13. yy'da, henüz dünya hümanizmi keşfetmemişken insan sevgisini yakalayan ve bunun üzerine sayısız deyişleri tarih sayfasına kazıyan bir kültürümüzdür, her şeyden önce Mevlana. Bence döneminin entelektüelidir. Savaşmayı yersiz bulur. Büyük Selçuklu'ya ve Moğollara bağlı kalmak gerektiğini de savaşmayı yersiz bulduğu için söyler. Bu yüzden de Moğol ajanı damgasını yer. Nasreddin Hoca vc Mevlana öldükten 700 yıl sonra da anılıp ders alınacakken, iki değer birbirine düşürülüp tartışmaları da başlatıldı. Sanki kavga edecek az sebebimiz varmış gibi. Sanki daha çok kavgaya ihtiyacımız varmış gibi. Şaşırdığımsa, bu kavgayı başlatacak adamlar hep çıkar, ama bir Mevlana turizmi başlatacak birileri nedense çıkmaz, çıkamaz. Ya da uluslararası alanda Mevlana'nın tanıtımı yapılıp, Türkiye'ye artı değer sağlanmaz. Kavgacı ve uzlaşmaz yanımız her yerde hâkim gelir. Gittiğim Mevlana töreninde, sadece birkaç turist gözüme çarptı. Yanlarında da Türk dostları vardı. Belli ki onlarm vasıtasıyla gelmişlerdi. Zaten törenler için inşa edilen salon, henüz ikinci anmaya sahne oluyordu. Daha önce salon bile yoktu! Peki, ya îstanbul'daki Mevlevihaneler? Onların durumu içler acısı. Bazılarına gitmek gerçekten can güvenliğiniz açısından tehlikeli. Yıpranmış ve harap haldeler, içlerinde evsizlerin yaşadığı konuma gelmişler. Bu Mevlevihaneler kültürümüzün bir parçasi. îyice yok olmadan onarılıp turizme kazandırılması gereken yerler. Ardından da Mevlana kültürü, hem kendi neslimize hem de dünyaya bizi barbar olarak tanıtmak isteyenlere verebileceğimiz çok güzel bir ders. Ancak bizler bu değerlerimize sahip çıkmaz, onlara hak ettiklerini vermezsek, başkalarından da bunu beklemek son derece yersiz olur. Her şeyde olduğu gibi önce kendimizi seveceğiz, önce kendi değerlerimizi koruyacağız, önce birbirimize saygı göstereceğiz ve sonra başkalanndan bekleyeceğiz, kültür zenginliğimizin farkına varmış olmanın tadını çıkararak. • aylin@kotilsarigul.com