Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
18 ARALIK 2005 / SAYI1030 ETKİNLİK Güldünya'ya mektuplar... Fadime, Şemse, Nuran, Güldünya (solda) ve adı anılmayan yüzlercesi... Şemse Allak'm cenazesini kadınların kaldırmasının ardından, Türkiye'de orta yerde duran duvardan bir tuğla düştü sanki. Sızan ışık, kadınların seslerinin daha gür çıkmasını sağladı, onların sesi çoğaldıkça görmezden gelinenlerin sayısı azaldı. Türkiye kadın hareketinin gündeme getirdiği namus/töre cinayetleri, uluslararası örgüderin düzenledikleri kampanyalarla daha da görünür oldu. Uluslararası Af Örgütü (UAÖ) Türkiye Şubesi'nin, yürüttüğü "Kadına Yönelik Şiddete Son!" kampanyası da bunlardan biri. Kampanyanın kapsamında bugüne kadar çeşidi etkinlikler düzenlendi. Futbol takımlannın sahaya pankardarla çıkmaları, sokakta kadına yönelik şiddete dair istatistikler içeren nikâh şekerleri dağıtılması, şiddet mağduru kadınlar anısına kurulan lale bahçeleri ve Anadolu'nun 6 iline otobüsle yapılan bilgilendirme turları bunlardan bazıları. Af Örgütü kampanyaya "Güldünya'ya Sesleniş" başlıklı bir mektup yarışmasıyla devam ediyor. UAÖ'den yapılan açıklamada, kadınlara yönelik aile içi şiddetin en korkuncu olan ve soğukkanlılıkla işlenen namus cinayetlerine karşı söyleyecek sözü olan herkes, Güldünya'ya mektup yazmaya davet ediliyor. Yaş ve cinsiyet kısıtlaması olmayan yarışmada, katılım için en önemü ölçüt, yazım dilinin toplumsal cinsiyete duyarlı olması. Ve tabii kadına yönelik şiddeti olağan bulan bakış açısının değişmesine yönelik bir yaklaşımla yazılması. Mektupların son kabul tarihi 5 Şubat. Sonuçları 8 Mart 2006 tarihinde düzenlenecek törenle açıklanacak yarışmanın seçici kurulunda şu isimler bulunuyor: Aylin Aslım, Emin Özdemir, Emine Yaman, Halime Güner, îlkay Bahçetepe, Leyla Ipekçi, Leyla Pervizat, Nebahat Akkoç, Şevket Akdemir, Yeşim Denizel, Yıldırım Türker. Yarışmaya katılmak isteyenler www.amnestyturkiye.org sitesinden ya da 0212258 4367 numaralı telefondan katılım koşullarını öğrenebilirler. • Kabuk bağlamâya yaralar... Travma Toplantıları'nın bu yılki konusu "insan eliyle gerçekleştirilen travmalar"dı. Zorunlu göç ve savaşların etkileri tartışıldı. Travmanm nesiller,arası aktarılması oturumunda konuşan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Doç. Dr,Jşü Vahip, "Ester" adını verdiği hastasına dair bir sunum yaptı. Ester ve ailesi, yaşamadıkları bir soykırımın tüm yaralarını farkında bile olmadan taşıyorlardı... Özgür Erbaş E ster, 38 yaşında, evli, 2 çocuk annesi, üst gelir grubundan, alımlı bir kadındı. Dışarıdan bakıldığında, hayatında hiçbir olumsuzluk yoktu. Ama Ester, insanların gözlerinin içine bakamıyor, kendini ifade etmeye kalktığında nefessiz kalıyordu. Bu korkusuna ilişkin yıllarca tedavi gördü, ilaçlar kullandı. Teşhis, panik bozukluk ve depresyondu. Ester'in o güne kadar kendisine dair ulaşabildiği yegâne bilgi, insanların onun içindeki kötülükleri göreceğini düşünmesiydi. Sonunda psikanaliz yöntemine başvurmaya karar verdi. tlk görüşmeler ailesine ilişkindi. Ester'in ailesi Seferad Yahudilerindendi. Babasını, sürekli iflas korkusuyla yaşayan, pinti bir adam olarak anıyordu. Annesini ise zavallı. Çünkü Ester doğduğunda, anneannesi "Sen çocuğa bakamazsın" diyerek onu annesinden almıştı. Çocukluğuna dair hatırladıkları arasında, içi bomboş, küflenmiş ekmeklerin saklandığı bir buzdolabı ve hamamböceklerinin ev ahalisine dahil olduğu bir manzara vardı. Ester, "Her yer, her şey pislik içindeydi. Sağa sola bulaşmış dışlular vardı" diye anlatıyordu. Ester'in korkuya dair andarına anneannesinin kapı çalınca saklanması da eklendi. Üstüne babasının yoğun şiddeti geldi. Tüm bunlann Ester'in üzerindeki etkisi, evin içini pislik ve şiddet, dışarıyı ise karanlık bir korku olarak algılaması oldu. Ester'in bilinçaltında yapılan yolculuk bir aşamadan sonra tıkandı. Tam o süreçte îsrail Filistin sorunu yeniden tırmanmıştı ve Ester bu konulardan hiç söz etmiyordu. Bunu fark eden doktor, "Türkiye'de Yahudi olmak nasıl bir duygu" sorusunun peşine düştü. Görüşmelerde bu konudan konuşulmaya başlayınca Ester'in anlattıklan da değişmeye başladı. Oğluyla kötü bir ilişkisi olduğu, sorunun tuvalet alışkanlığı edinme dönemine denk geldiği, küçük yaşta onu sürekli dövdüğünü anlattı. Oğlu bugün, tıpkı dedesi gibi dışkısını sağa sola sürüyor, evden para çalıyordu. Ester'in sorununun çok daha derinlerde yattığı fark edilince görüşmelerin seyri değişti. Ester'in çocukluk anılarına yenileri eklendi; ailecek radyonun başında îsrail haberlerinin dinlendiği, dışarıda Filistin halkıyla kendini daha yakın hisseden bir çoğunluğun yaşadığı topraklarda yaşamanın verdiği, gizli tedirginlik ortaya çıktı. Anılarda radyolu günlerin ardından, evlere videoların girmeye başladığı günler geldi. Ester'in annesi, soykırım filmleri taşımaya başlamıştı eve. Filmleri anneannesinin anıları izledi. Kulaktan kulağa yayılan toplama kampı anılarıydı anlattıkları. Ester, terapiler sırasında arada sırada kilitlenip kalıyor, felç geçiriyor gibi görünüyordu. Anneannesinin anlattıklarıyla birleştirildiğinde ortaya, Ester'in çocukluğunda ölü taklidi yaparak ölümden kurtulma fantezisi kurduğu ortaya çıktı. Arkasından bilmenin ölüme götürdüğü hissinin ta içine gelip yerleştiği. Ester, bildiği şeyleri de bilmiyormuş gibi yapan, karşı tarafı yukanda tutmak için alttan alan bir insan haline gelmişti. Bunu doktoruna bile yapıyordu. Çünkü Ester, Yahudilerin akıllı ve zengin olduklan için öldürüldüklerine ikna olmuştu. Dolayısıyla, bilmezse, sahip olmazsa ve aklını belli etmezse zarar görmeyecekti. Terapinin sonlarına yaklaşılırken, Ester'in insanlarla göz göze gelmeye korkmasına dair ipuçları da bulundu; insanların gözlerinde göreceğine inandığı "içindeki kötülük" aslında öfkesiydi. Kendine öfkeyi yasaklayan Ester'in terapiler sırasında kilidenip kalmasının nedeninin, terapi odasını gaz oda sı olarak algılaması olduğu anlaşıldı. Çocukluğunda evlerinin "pislik" içinde olmasının nedeni ise, hiçbirinin bizzat yaşamamasına karşın, evlerini toplama kampına çevirmeleriydi. Ester ve ailesi, yaşamadıkları bir soykırımın bütün yaralarını, kuşaktan kuşağa işte böyle aktarmışlardı. • KİRLİ OLALIM! e denli temiz, an, parlaksanız, başarıya o denli yakınsınız. Reklamlar, televizyon; sabunlanmış, lavanta, vanilya kokan bir dünyayı, kepeklerden armmış deniz kızı saçlarını, tüysüz bacakları, ayna gibi parlak topukları, haylazlık yapmayan çocukları, beyaz daha beyaz dişleri zorla ideal olarak öne sürüyor. N ÇOK TEMİZ OLMAYAN BİR BEYAZ Böylesi kör edici bir beyazın ardında neyi gizliyoruz peki? Hangi sırlar, hangi arzuları söküp atmak istiyoruz böylelikle? Psikanalizci JeanPierre Winter'e göre " Arınma sorunu, ideolojik olarak, Gerçek bir temlzllk öncelikle ve hep kadınları hedefler, onların yaşam verme y« hijyon gücüyle bağlantılı despotluğu aybaşılarını... Bütün kültürlerde bilinç dışı olarak yaşıyoruz. Kokular aybaşı ölümle ilişkilendirilir, saçmak, yıkanmak, çünkü ortaya çıkması kadının döllenemeyeceğinin işaretidir. şabunlanmak, Böylece aybaşı süresince mikroplardan temizlenmek, arırunak, kadına dokunmaktan kaçınmak annmak... Tüm bu ölümü savmak olarak beyazlığın arkasında algılanmıştır." Antropolog David , neyi gizlemeye LeBreton, Batı hijyenciüğini, uğraşıyoruz? tüm dünyadaki ruhsal arınma ritüellerinden çok uzak olarak, ölüm korkusunun çağdaş bir baskısı gibi yorumluyor. Ölümün kokusuyla bağdaştırılan yaşlılığın reddi, durmaksızın ölümün ölümü peşinde koşmak... Sonuçta başarısızlığa varan bir arayış: "Hijyencilerin önlemlerinin bu lüksü" diyor antropolog "paradoks olarak, mikropları, bakterileri, hastanelerde görülen hastalıkları güçlendirerek insanın aleyhine dönmüştür." Bu sorunun çözümlemesini sürdürdükçe, simgesel ve toplumsal olarak öteki, yabancı korkusuna ulaşıyoruz. Pis olan hep yabancıdır. Pislik görecedir. Bir Batılı için HintÜler pistir, ama bir Çinli için Batılılar maymun gibi kokar. Öyleyse temizlik terimi kolayca "kirli" bir anlam kazanabilir. BosnaMann uğradığı etnik "temizlik", Hutulann avladığı "hamam böceği" Tüm uzmanlar, kirliliğin, "çamurun", çürümenin yaşamın bütünleyici parçaları olduğunu söylemekte fikir birliği içindeler. Ter, salgı, sperm olmazsa yaşam da olmaz. Tüm bu kaçınmak istediklerimizden oluşmuşuz. "Temiz" olabilmek için çocuklar, anal zevk aşamasından geçmek, onun tüm evrelerini izlemek zorundalar. Tehdide çok erken bir dışkı tutma eğitimi verilirse ilerde tekrar "pis" olabilirler. Aynı biçimde, keyifli bir cinselliğin en iyi yanı kokulardır, güçlü bir heyecanlandırıcı olan, diğerinin "kirliliklerinin" zevkidir. Bir numaralı dünya deterjan devi ^ Unilever, son reklam kampanyasında iletişim eksenine, yeni bir yaşam değeri olarak rehabilite edilmiş kirliliği koymuştu. Ruhbilimciler ve toplumbilimcilerle yapılan bir çalışma sonucu, ürünün adının geçmediği bir kurumsal film yapılmış ve sonuç "harika bir inanılırlık" olarak saptanmıştı. DAHA AZ BASKI... Unutmayalım ki, aşırı temizliğin buyurgan düzenini bir yana bırakarak, ruhsal ve yaratıcı esnekliğe ulaşabiliriz. Çocuklarda bu çok açıktır (en güzel resimleri ellerini yüzlerini lekeleyerek yaparlar), sanatçılarda da aynısını görürüz. Kuşkusuz en çarpıcı örnek ressam Francis Bacon'ın atölyesinin göz kamaştırıcı kaosudur. Ayrıca Einstein'ın çalışma odasının düzensizliği ya da yazar Iris Murdoch'ın evinin neşeli çıfıt çarşısı hali... Topraktan geldik, toprak olacağız der kutsal kitaplar. Öyleyse toza toprağa biraz yer bırakalım! • Psychologies'den çeviren: EMRE ÇAĞATAY Tataieı... , > <'r 'KUSURSUZ' ÇOCUKLAR Ml? Temiz olmak ve temizliği öğrenmek sadistçe itkileri denedemeye yarar. Onları "beyazlatmaya", suçluluk duygusunu maskelemeye. Bu açıdan, obsesif kompulsif bozukluklar bize çok şey öğretir. Gidip gelip el yıkamak, sadistçe dürtülere engel koymak içindir. Kendini buna vererek kişi maskelemek istediği şeyi bir gizler, bir açığa vurur. Dişleri beyazlatmak da, manikür yapmak da pırıl pırıl bir beyazın sınırlarında dolanmaktır. Dişler ve tırnaklar agresifliğin, ısırmanrn, pençelemenin, "parçalayıp yemenin" gereçleridir. Çocuk psikiyatrı Daniel Bailly'ye göre çocuklar şu zorlamanın bedelini öder: "Bugünün ebeveyni bir şeyleşme dünyasında yaşıyor, yayınların ilettiği kusursuz görünüm fikri, onları ruhsal bir mükemmelllik düşlemine zorluyor. Temiz, iyi giyimli bir çocuk iç kusursuzluğunu, dolayısıyla anne babasınm iç kusursuzluğunu vitrine çıkarmış oluyor. Annenin üstünü başını kirletmemesi için verdiği buyruklar, çocuğun hem karşı koyma gücünü hem de çocuk ruhunun yapılanması için gerekli olan özerkliği engeller. Anne hem vardır, hem yoktur. Çocuk boyun eğmesi gereken, 'üstben gibi' bir anne imgesi yaratır. Bir küçük lekeden dehşete kapılan çocuklar bile görüyoruz." I