17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

26 EYLÜL 2004 / SAYI 966 | i e r aşk, bir diğerine benzemeyen duygulara Sahip. Eski Yünan felsefecilerinin izinde, uzmanlar t jQJm^||^^nıunun üç profilinden söz ediyorlar. birinde kendimizi yeniden tanıyabiliriz, tptj^ılu, dostça ya da derin âşık... şktan söz etmek, tensel tutkuyu, karşılıklı vermeyi ve suç ortaklığını bağdaştırmak demek. Çünku aşk sonsuz nüanslar arasında gidip gelir; kaynaşma, akıl, bağımlılık, nefret... Hep aynı mekanizma i§ başındadır ama... Sonradan ayncalık kazanacak olan aşkın kalıbı, anneyle olan ilişkidedir. Yetişkin davranışlarımız, çocukluğun hemen ilk anlarındaki yaşantılanmızı sürdürmek ya da onarmak fırsatlarıdır. Değişik aşk biçimleri arasındaki ortak nokta mı? Ötekini idealize etmek ve kendinı değersizleştırmek. Coşkuyla gözü bağlanmış olarak, partnerimizde eksik olduğuna inandığımız tüm nitelikleri gormezden geliriz." Aşka düşmek" deyimi birkaç basamak inmek ve ötekini bir kaidenin üstüne yerleştirmek demektir. Önce özdeğeri düşer kişinin, bu bir aşamalar sorunudur: îdealleştirme, özseverlikten vazgeçme, öteki A ne bağımlılık... Uzmanlara göre üç buyuk âşık olma profili var: Eros, onun karşıtı Agape ve Philia. EROS: TUTKULU AŞK Yürek coşar kaynar, tahrik ve korku birbiri peşi sıra gelir, fiziksel arzu doyurulamaz, daha ilk ayrılıkta yoksunluk duygusu bizi yer bitirir. Irtıbat noktalarımız altüst olur, biraz kendimizi yitirıriz. Bu durıım aşk buluşmalanna özgüdur. Partner bir özneden çok, bir nesne olarak gorulür. Ideal bir aşk için fantazilerimizi ve yoksunluklarımızı destekleyen, duygusal eksikliklerimizi doyuran bir nesne... Bu tutkusal durumun yoğunluğu ve süresi, ötekine yapılan yansıtmaların gücüne bağlı olarak değişir. Altı ay ile iki yıl arasında sürebilir bu durum. Sonra mı? "Değişti", "Artık onu tanıyamıyorum" denir şaşkınlıkla. Ötekinin gerçekliği gözlerimiz önünde zorunlu olarak değişir. Ya bu kabullenilir ve başka turde bir ilişkiye girilir ya da yenilenme başarılamaz ve düş kirıklığı, dolayısıyla geri dönülemez,biçimde acılar başlar. Nefret içinde Salınabilir de insan. Coşkulu duygular yerinde durmaktadır, ama kutup değiştirmişlerdir. BağıınUhjja da düşülebilir: "Onsuz içim bomboş", "Onsuz bir hiçim"... Partner, nesne durumunda kalarak, vazgeçilmez yaşama amacı olmuştur. Aşk tutkusu, insanın kendisi için yararlı ve öğretici erdemler taşır, ama özseverlik ve benmerkezcilık üstüne kurulu olduğu için, gerçek bir ikıli ilişkinin inşasında tek temel olmayabilir. Gerçek ilişki, ötekine sahıci olarak bakmak koşulunu yerine getirmeden olanaksızdır. Partnerini nitelikleri ve hatalarıyla beğenmeye karar Üç biiyük âşık olma profılinden Eros tutkuyu, Agape dostça aşkı, Philia da derin aşkı simgeliyor. vermek gerekir, ayrıca kendisinin ne olduğunun bılincine vararak, akıl dışı bir tutkudan, daha yapıcı ve sakin bir aşka geçilebilir... AGAPE: DOSTÇA AŞK Tutkulu aşk kendine ve çifte odaklanmaya zorlarken dostça aşk kendini dışa açmaya çağırır insanı. Birbirine ve dünyaya ortak olunur, anlamaya çabalanır, kulak verılir, ilgi duyulur... Derken, birden, bu anlamlı dostluk dönuşüme uğrar. Bakışlar değişir, arzu gelir yerleşir. Bu ötekinin idealleştirilmesi anıdır, insanın diğeri tarafından sevildiğini sandığı ya da buna inandığı anla çakışır sıklıkla. Bu "içe doğuş" o zamana dek özgüven eksiklığınden ya da dostça ilişkiyi istismar etme korkusundan bastırılmış olan aşk duygularının önünü açar. Böylece aşk ılışkısı sağlam temellere oturur. Dostluğa yonelten temeller, ortak bir tutkunun paylaşılmasından çok, güçlü bir iletişim yaratan temeller... Savrulmadan virajı al mak mı? Her zaman değil. Şimdiye dek süren ilişki, aşk biçıminde bir yeni buluşma yararına unutulur." Bellek yitirilir"... "En "sakin" ve ilerici aşkın bile bir parça patolojik olduğunun kanıtıdır bu! Agape aşk tüm ilişkilerde bulunabilir mi? Evet, cinsel dostluğun da "iyi aşk'ın tanımı olduğunu varsayabiliriz. Ne var ki, karşılıklı mükemmel bir tanımaya bağlı olduğu için, partnerler merak duymazlar ya da baştan çıkarıcılığa başvurmazlar. Duygusal gevşeklik boy gösterebilir, bıkkınlık ve daha güçlü duygulanımları başka yerlerde aramak tehlikesi doğabilir... PHİLİA: DERİN AŞK Arzu ile aklı birleştiren aşktrr bu. "Birlikte özgür" yaşamayı bilir insan, birbirini sever, ama birbirine bağımlı değildir. Bu "olgun" ya da "bilgin" aşktır. KendiSİni ve ötekini iyi algılamayı gerektirir. Aşk duygularının uyandırdığı imgelem, ötekinin ya da çiftin gerçeklerini görme ye engel değildir. Partnerin idealleştirilmesi de bizi kendimize olan guvenimızi sarsmaktan çok, ozseverliğe iter. Bu aşkta üç oğe vardı: Ben, öteki ve ilişki. Uyum, çatışma, neşe, hüzün olabilir.. Önemi yoktur. Asıl olan iki partnerin bağımsız kalmaları ve projeler, istekler, yaşantılarla beslemek uzere bir çift kurmalandır. "Seni ta dcrinden seviyorum" ile "seni tutkuyla seviyorum" arasındaki ayrımı nasıl yapacağız? Bıraktıkları tortunun yoğunluğunu irdeleyerek. O olmayınca var olmak istemediğim izlenımine kapılıyormuş gibi bir yoksunluk çekiyor muyum? Yoksa hemen şimdi onunla bu goruşmeyi bırakıp gidebilir miyim? Bağklık, bağımlılık değildir. Farkı saygı doğurur: Kendine saygı ve ötekine saygı. Saygı sözcüğü romantık ideallerimize yanıt vermiyorsa da, en hızlı biçimde, aşkın en iyi bekçisi olarak onaylatacaktır kendinı! ..• Psychologies'den çeviren: Emre Çağatay OSMAN BAHADIR [email protected] , • ».,., Js,«.«.. . I J ' &D ju önce salondu. Göze ilk çarpan şey, Lüsyen Hanım'ın resimleriydi. Yazıhanenin üstünde tabii büyüklükte renkli bir levha, raflarda Lüsyen'in, sekiz aylık, 8 yaşında, 18 yaşında, her devreden fotoğraflan vardı. Köşede yine onun iki resmi asılmış, birmin altına; "Sensiz de, seninle de yaşanmaz" diye sevginin en lusa, fakat en kuvvetli felsefesi yazılmıştı. Masanın üstünde büyük şairin Cünunu Ajk (Aşk Çılgınlığı) diye hece vezniyle, yeni lisanla yazdığı bir eser gördüm. Fotoğrafçılar birbirinin arkasından çalışırken Hamid bazen eski hatıraları yâdediyor, Namık Kemal'in o devredeki edebi hâkimiyetini anlatıyordu. Bazen de bugünkü edebiyattan söz açılıyor, o zaman da; "Cidden büyük bir terakkı eseri var," diyordu. "Lisan çok tekamulediyor, çok sadeleşiyor. Keşke gazeteler biraz daha sade lısan kullansalar, daha ziyade halka hitap etseler. Bugün bir gazetecilik edebiyatı, gazetecı lisanı var. Bu da sadeleşmeye muhtaçtır." Bir arahk mizah edebiyatından bahsetti; "Güzel olmak şartıyla her şey edebiyattır," dedi. Soz Darulfunun'a geldi; "Dünyanın her tarafında darulfununlar boyledir. Quartier Latin'de oturan talebenin arasmda en buyük âlimler, sanatkârlar yetiştiği gibi en büyük patırtılar da yine orada, yine onların arasında olur!.." Ismet Paşa da boyle söylüyordu; Abdülhak Hamid'i ikametgâhında ziyaret îki gün sonra, Türk edebiyatının en büyük ustadı 75 yaşını idrak ediyor. Gazete sahifelerine bakınız, siyasi, iktisadi binbir vakia, binbir endişe ile dolu. Bunların arasında Hamid için, Hamid'in doğduğu günü tesid (kutlama) için yazılan şeylerde başka bir kuvvet, başka bir ruh bulursunuz. Çünkü onlar hep yurekten gelen, menfaat beklemeyen tazimlerdir. Çünku Hamid'in gunü, bütün eli kalem tutanların günüdür; bunu tebcil (yüceltme) Turk edebiyatının ibadetidir. Herkes araştırdıkça, kendisinde Hamid'den bir şey, ondan gelmiş bir ruh bulur. Turk edebiyatında Hamid'in mevkiini gostermek için Süleyman Nazif'in bir sözü vardır. Her şair gibi Cenab da, Fikret de, Halit Ziya da üstadın tesiri altında kalmıştır. Süleyman Nazif bunda biraz daha ileri gider ve der ki; Edebiyat ailesinde, üçü de Abdülhak Hamid'in çocuklarıdır. Fakat öyle çocuklar ki, Cenab, Hamid'in öz evladıdır, nikâhlı refikasından olmuştur. Bunun gibi ötekilere de bir teşbih (benzetme) aranırsa, Fikret, odalıktan, çerkes halayıktan olmuştur. Halit Ziya ise metresden doğmuş bir çocuğudur denilebilir. Hamid'in Türk edebiyatındaki tesirini, ötekilerinin de ondan ne dereceye kadar müteessir olduğunu böyle bir teşbihle ifade eden Süleyman Nazif ki, Cenab Şahabeddin'den bahsederken; " Anama söv, babama söv, fakat Cenab'a dokunma" der. Ona karşı duyduğu takdiri her vesilede izhar eder. Herkes biraz Cenab'ın, biraz Fikret'in, biraz Halit Ziya'nın lisanını kendinde bulur, hepsinin menbaı (kaynağı) da Abdülhak Hamid'in ruhıına kadar erişir, öyle ise 5 Şubat, bugünkü gençliğin de tarihidir. Üstadı, bu vesile ile ziyarete gittiğim gün yanında birkaç gazete fotoğrafçısını buldum. Resimler alınırken yazıhanenin üstüne bir kitap koymak lazım geldi. Kayıtsızca bir kitap çektik, açtık. Bu, Namık Kemal'in Celal unvanlı beş fasıllık bir tiyatrosu idi. Hüseyin Hilmi Paşa'nın el yazısıyla yazılmış, 42 sene evvel Hamid'e hediye edilmişti. , •, * ' /• ' Ben Hamid'in çallştığı odaya göz gezdiriyordum. Burası yatak odasından camlı kapı ile aynlmış küçük bir "boyle gütültüler olur, sonra kendi kendine her şey meydana çıkar, her şey anlaşıhr, her şey durulur." Paşa'dan soz açılınca Üstad; "Geçenlerde kendısıni ziyaret ettim, dedi. Satranç oynamadık. Bir defa oynamıştık. Çok güzel oynuyor, ben yenilmiştim!.." Daha sonra biraz aruzdan, biraz hece vezninden, Latın hurufatından (harflerınden) konuşuldu Aruzun ahcnginden, aruzla da Turkçe yazılabileceğinden bahseden buyuk şair, Latin hurufatına pek taraftar gorunmüyor. Kendisine veda ettıkten sonra buyük bir mabedden çıkanlar gibi ıdim... Kemal Ragıb 3 Şubat 1925
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle