Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
25 NÎSAN 2004 / SAYI 944 İNSANLAR 5 PATRICIA HIGSMITH Gerilimin şai Okuyucu sayfalar boyunca özdeşleşebileceği bir kahraman arıyor, bulamıyordu. Çünkü romanlarında iyi ve kötü birbirinden ayrılmıyordu. Polisiye okurlarının yakından tanıdığı pek çoğu filme alınan 22 romanı ve 9 öykü kitabı bulunan Patricia Higsmith bazı eleştirmenlere göre "gerilimin §airi"ydi... Sezai Arlı ahramanları iyi eğitim görmüş, güzel sanatlar (resim, gravür, müzik) ile edebiyata meraklı ve yetenekli... Okur, karakterlerinin tüm aynntılarında dolaşabiliyor. Tam da bu nedenle Higsmith, birçok eleştirmen için sıradan bir "polisiye" roman/öykü yazarı değil, Edgar Allan Poe, Dostoyevski, Albert Camus, Faulknergibi edebiyat devleri ile aynı kategoride değerlendirilmesi gereken bir sanatçı. GrahamGreene'nin"gerilirrunşairi" olarak nitelendirdiği I ligsmith, 1921 'de Texas'ın Forth Worth şehrinde, anne ve babası boşandıktan dokuz gün sonra doğdu. Stilist olma tutkusu içindeki annesi Mary reklamcı olma hayalleri kuran Stanley Higsmith ile evlenip New York'a yerleşmeye ve orada çalışmaya karar verdi. 3 yaşındaki Pat'i anneannesi Willie Mae'e bıraktılar. Bu şok, yazarın yıllar boyu acısını çektiği terk edilmişlik ve yalnızlık duygusunun başlangıcı oldu. Higsmith'in başına buyrukluğu, kararlılığı, amacına ulaşmak için sonuna kadar mücadele eden karakteri ise anneannesininkine uyuyordu. masızlığı olduğunu sanmıştım. Gerçekten de ölesiye içiyordu. Içimde onu koruma isteği duydum ve 'eğer iyi bir insanla beraber olursa' diye düşündüm. Sonra, ilişkilerinde nasıl bir canavarolabildiğini görünce bu düşünceden hemen vazgeçtim.Herşeyerağmenonubüyükbiraşkla sevdim... Doğal bir egzantrikti ve müthiş biryetenekti." Bu sözler yaşamına giren onlarca kadından biri olan Barbara Roett'e ait olan. Higsmith, duygusal ilişkilerinde kadınları erkeklere tercih etmesine karşın, kitaplarında kadınlara karşı olumsuz olmakla suçlandı. Kendisi de bir mektubunda şöyle diyordu: "Erkekler birçok bakımdan kadınlardan üstün; örneğin, daha dobra, seks konusunda daha olumlu duygu ve davranışları var. Kadınlarsa daha karamsar ve isteksiz; hep saklıyorlar.. ne için, kimin için ? " Feministler kendisine herhangi bir ayrımcılıkla karşılaşıp karşılaşmadığını sorduklarında cevabı şuydu: "Daha yirmi biryaşımdayken New York'ta işim vardı, hiçbir zaman kendimi ayrıma uğramış hissetmedim." Ancak birçok eleştirmence "şaheser" olarak tanımlanan kitabı"Edith's DiaryEdith'inGünlüğü" feminist olarak nitelendirildi. Bu romanında hayalleri, yaşamdan beklentilerigerçekleşmeyen, sonunda intiharı seçen ev kadını kahramanı ile kadınların "ev kadınlığı" hapishanesinden kurtulmalan gerektiğini savunmuş, romanın arka planında da Amerikan toplumununl776ideallerindenuzaklaşması, McCarthy'cilik ve Vietnam savaşı batağına sürüklenmesini anlatmıştı. BACH, KAFKA, LEGER... Hayvanlara, özellikle de kedilere ve salyangozlara aşırı bir düşkünlüğü vardı. Her zaman üçbeş kedisi olmuştu. Bahçeli evlerinde ise bunlara bir keresinde sayıları üç yüze varan salyangozlar ekleniyordu. Bazı öykülerinde kendilerine kötü davranan "insanları" öldüren bitki ve hayvanları konu etmişti. Ölümünden 12 yıl önce sevdiği şeyleri şöyle sıralamıştı: Bach'in St Matthew Passion'ı, eski giysiler, keten ayakkabılar, sessizlik, Meksika yemekleri, dolmakalemler, lsviçre ordu bıçaklan, serbest hafta sonları, Kafka ve yalnız olmak. "Sibelius'un müziği, Leger'in resimleri, canlı konserler, dört çeO şitten oluşan yemekler, televizyon, Begin •! Sharon rejimi, yüksek sesle konuşan inv*" sanlar, tefeciler, sokakta tanınmak, faşisti* ler ve soyguncular." Sevmedikleri de işt^t bunlardı. Bu listeye daha sonra "intihar" eden kişileri" de ekledi. Ona göre intihar 'hayvanca'bir eylemdi. intiharı seçenlerH sürekli olarak başlarında taşıdıkları tabut^ ları ile insanları rahatsız eden ve en sonunV da da onun içine girerek topluma ne kadar" 'kahraman şehitler' olduklarınıgöstermeye çalışan zavallılardı.# K kııldan sonra sadecekızların alındığı Columbia Universitesi bünyesindeki ünlü Bernard Koleji'nin îngiliz Edebiyatı bölümünü bitirdi. Çalışkan, düzenli, başarılı bir öğrenciydi. Higsmith e göre Bernard Koleji "özgürlüğün tadını aldığı" yerdi. YABANCI VE YALNIZ... Yaşadıklanndan yola çıkarak kendini hep bir "yabancı" olarak gördü Higsmith. Bir §iirde"Hiçbirinsanınolamayacağı kadar üzgün oldum/Çünkü, dünyadaki hiçbirşey banagöredeğildi" diyordu. Bu dışlanmışlık, yalnızlık duygusuvehiizün, ömrü boyunca peşini bırakmadı, arkadaşlarıvedostlarıylailişkilerinidebelirledi. Higsmith'le 1964'tetanışan ve komşusu olan yazar Ronald Blythe, "Evi çok temiz ve konforluydu; düzenlitertipli, sıcaktı. Ama içinde hani derler ya 'iyi' hiç bir şeyyoktu.Sankibirazöncedışarıçıkmış, sadece gerekli olan şeyleri almıştı" diyordu:" Aslına bakarsanız kötü bir ev sahibiydi. Beni akşam yemeklerine davet etmekten hoşlanırdı. Ama bir süre sonra kendi yaşamına dönmek istediğini hissederdim; daktilosunun ve işinin başına. Onun gerçeği buydu. Yazmak başka hiçbir şeyin ona veremeyeceğini veriyordu." Yazarın kendisi de Liberation'un bir anketini yanıtlarken, niçin yazdığı sorusuna şu cevabı vermişti: "Açıkyüreklilikle diyebilirim ki yazmabağımlısıyım. Cyrill Connoly nin dediği gibi sanatın ödülü ün ve başarı değil, zehri dışarı atmaktır. Birçok kötü sanatçının bu işi bırakamamasının nedeni de budur." FARKLIBtRÇOCUK Patsi daha küçücük bir çocukken Dr. Karl Menninger'in "The Human Mindînsan Aklı" adlı şizofreni, kleptomani, pi Patricia Higsmith gençlik yıUarında... tlk öykü deneyimi tngilizce dersinde verilen "Tatilimi Nasıl Geçirdim?" başlıklı ödevle oldu. Utangaç, sıkılgan Patsi, o yaz ailesi ile gezdiği Virginia'daki 'Sonsuz Mağaralar'ı anlatmaya biraz tutuk ve sinirli başladı. Oyküsünün yarısına geldiğindesınıfta çıt çıkmıyordu: "O an ben de heyecanlandım. Sıkılganlığımı unuttum ve öykünün gerisini çok daha iyi anlattım. Bubenim, bir öykü ile insanları etkileme, mutluetmekonusundakiilkdeneyimimdi. Sihirli bir şeydi, yapabiliyordum ve bunu ben yapmıştım." Patricia Higsmith, ailesiyle birlikte Ocak 1930'da New York'a taşındı. tlko romani gibi psikolojik hastalıklarla ilgili gerçekvakalardanhareketleyazılmışpsikoloji kitabını ve Edgar Allen Poe'nun "ilkmoderndedektiföyküleri" olarak nitelenen polisiye öyküleriniokumuşveetkilenmişti. Sonrakı yıllarda Dostoyevski, Kirkegaard, Nietzsche, Kafka, Sartre, Camus gibi varoluşçu venihilist yazarlarda benzer etkiyi yaratmıştı. Romanlarında bu etkinin izleri görülüyordu. Kitaplarında akılcı olmayanı, kaos, ve duygusal anarşiyi yüceltmiş; suçluyu yirminci yüzyılın varoluşçu kahramanı yapmıştı. Higsmith'egöreo "aktif ve ruhen özgür" biriydi. Ayrıca, baştaTom Ripleyolmak üzere kahramanlannda Nietzsche'nin "üstün insanı"nınözelliklerinide görülüyordu. ÎYÎLER.KÖTÜLER Higsmith, roman ve kısa öykülerinde normal ile anormal arasındaki farkı ortadan kaldırırken, bir yandan da Batı'nın geleneksel, sanatın ahlaki değerleri savunması gerektiği anlayışına karşı bir duruş sergilemişti. Roman ve öykülerinde cinayet bir " jolie vivre yaşama zevki"dir. Ana kahramanlarının (Ripley, Vic, Kimmel, Bruno, vb) davranışları ve tarzları normalle anormalin belirsizleştiği, suç ve cinayetin bir bakıma eğlenceli yanını oluşturduğu yaşamlardı. Amerikalı yayıncısına göre kitaplarının yazarın sağlığında Amerika'da az satmasınınnedenidebuydu. Yayıncı, "Kitapları yerleşik değerlerden uzak olduğu için rahatsız ediciydi. Nirengi noktaları yoktu. Yazar okura yol göstermiyordu. Ortada iyi adamlar da kötü adamlar da yoktu. Kimse iyi veya kötü değildi. Okurun kendisini özdeşleştirebileceği kahraman yoktu. Bu da rahatsızlık yaratıyordu" diyordu. Higsmith'e kadar Batı'dabuanlayışa karşı bir duruş söz konusuydu. 19. yüzyıl dedektif romanları yazarı E. W. Hornungs.Raftlesadlı "kibarsoyguncu" tipini yarattığında kayınbiraderi Conan Doyle "bir suçluyu kahraman halinegetirmemelisin " diyerek kendisini uyarmıştı. TRAJİKAŞKLAR "Pat'le arkadaşhkta arada bir mesafe olması iyiydi. Anladığım kadarı ile kalıcı ilişkiler kuramıyordu. Denemiyordu bile. Benimle ilişkisi tuhaftı. Benimle sanki bir erkekmişim gibi konuşuyordu... Onu en çok mutlu eden bluejean'i ve kareli gömleğiydi. Gür, düz siyah saçları yere doğru akarken yüzüne dökülür, sonra aniden ortaya bir çift siyah göz çıkar sizi adeta duvara mıhlardı. Vücudunun diğer dengesizliklerine karşın çok iyi bir beyindi. îlk tanıştığımızda, beni çekenin onun savun Buyazı "BeautifulShadoıc: A LifeofPatricia Higsmith, Andreu) Wilson, Bloomshury, New York, 2003"adlı yazartnyaşamım anlatan kitaptan ve yazarın kıtaplartndanderlendi. OSMAN BAHADIR bahadirosman@hotmail.com &D ju önce && t > V} /"!' 11 'inin ölmüş olduğunu düşünmek, vaziyetin vahametini anlamaya kifayet etse gerektir. Buna aynı müşahedeyi ben de ılaveedebiliyorum. Kayseri dönüşünde Bilevi denilen birköyegelerek bahçesinde yemek yediğimiz Ali Ağa'ya kaç çocuğu olduğunu sormuş idim; " Birceğiz " diye cevap verdi. Asmalar içindeki çardakta çocuğu ağlayan genç bir kadının Ali Ağa'nın kızı olduğunu öğrenmiştik. "Bumu?"dedim. "Hayır"dedi, "Okız,bençocuğumu söylüyorum." Meğer oralarda ancak erkek çocuğuna çocuk deniyormuş. Çocuktan maksadının ne olduğunu anladıktan sonra Ali Ağa, bir tek zevcesinden 15 çocuklan olduğunu vebunların 12'sinin vefat etmiş bulunduğunu, kanıksamış bir kalp ve teessürsüz bir lisan ile söylediği zaman tüylerim ürpermişti. Işte bütün Anadolu ve hatta îstanbul da dahil olduğu halde bütün Türkiyetaöy\eV)ir af etin zebunidir (çaresizliğindedir). Acaba çocuklarda ölüm miktarı böyle de, harika nevinden bir halas (kurtuluş) ile çocukluk devrini atlatabilenler artık ölümün tehdit ve teshirinden masun mu (korunaklımı) bulunuyorlarr1 Veremin,frenginin,sıtmanın, hele sıtmanın tahrip dişlerinde ezilen, yutulan ve yok edilen nüfus miktarı daha az mı dehşetaverdir (dehşet saçan)? Hayır, bilakis müthiş bir ölüm tırpanı memleketin efradını ilk doğduğugünden itibaren bir sürü afetler halinde takip ederek onlardan her yaşta pek çoğunu avlayarak ademabada (yokluklar diyarına) sürüklemektedir. Nüfusu tahrip ve tenkis eden (azaltan) amiller içinde en az müessirinin harp olduğunu söylersek hiç hayret etmeyiniz. Harp, arızi bir şey olarak devamı müddetince olsa olsa azami yüzde 1520 zayiata meydan verebilir. Halbuki diğer afetler neslimizi kurutacak gibi ve mütemadi tahribat icra eyleyip gidiyor. Bizde nüfus meselesinin hallinin mevcudun muhafazasıyla kabil olabileceği bir hakikattir, üst tarafı üstünkörü tedbirler cümlesinden addolunabilir. Bu hesaba, bana söylenmiş tahmini bir istatistiği zikretmek isterim; 93 'ten beri vaktiyle Karesi ve Eskişehir'i de şamil olan (içine alan) Hüdavendigar vilayeti sahasına hariçten bir buçuk milyon nüfus dahil olmuş ve buna rağmen 3040 sene sonra o sahanın nüfusunda tezayid (artış) namına hiçbir fark görülmemiştir. Bu demektir ki, o kadar zaman zarfında bu kadar nüfus mahvolmuştur. Kaziyeyi (davayı) hakiki şekJinde mütalaa ederek meseleyi mesela sadece doğan çocuklann ölmemelerini temin şeklinde vaz edersek (koyarsak), bir nesil zarfında Türkıye nüfusunun 56 misli artacağı, rakam ile isbat olunabilecek bir hakikattir. Ankara bu hakikati görmüş ve ona dört el ile sarılmak için hazırlanmağa koyulmuştur. Fakat bu kâfi değildir. Bu müthiş hakikati bütün milletin bilmesi ve ona bütün milletin dört el ile sarılması lazımdır. Hülasa önümüzde yeni bir cidal (kavga) ve mücahedenin ufukları açılıyor; sıhhat mücahedesi ve nüfus mücahedesi! 23 Ağjustos 1924 Yunus Nadi Bey'in baş yazısı Sıhhat mücahedesi (savaşı) A lmanya seyahatinden bende kalan en müessir (etkili) hatıra şudur; nüfus kemmiyeti (miktarı) itibariyledeenkalabahk memleketlerden biri olan bu diyardaki müşahedelerim beni oralarda hiçbir ferdin kaza eceli denilen olur olmaz arızalarla ölüp gidivermediği kanaatine sahip kılmıştır. Almanya denildi mi, evvela hatırıma bu gıpta verici hakikat gelir. Bizde maateessür bu hakikatin aksi hakikattir deonun için. Geçende Ankara'dan gönderdiğim bir mektupta nüfus mücadelesinin azamet ve dehşetini izaha çalışmıştım. Bana o yazıları ilham eden müesser (faktör) ise Ankara'da bu pek mühim ve pekhayati mesele üzerinde temerküz eden (yoğunlaşan) bazı dikkatli gözlerin şerareler (kıvılcımlar)saçanendişevegayretleriidi. Cumhuriyet, o mektup ile beraber bilhassa onun mesnedi olan mevsuk (belgeli) malumatı grafikli bir resimle neşretmiştir. Fakat mesele o kadar mühimdir ki, öyle bir iki yazı ve bir iki resim ile onun hakkı verilmiş olamaz. Bu bahis üzerinde bütün milletin hayret ve dehşet gözünii ona celb edinceye kadar ve bütün milleti bu mesele ile alakadar edinceye kadar israr etmek, her aklı eren, her vatan ve milletini seven Türk için bir vecibedir. Himayei Etfal Cemiyeti kâtibi umumisi (genel sekreteri) doktor Fuat Bey'in o makaleye mesned teşkil eden tetkikatında görülmüş olduğu üzere, Türkiye'dedoğançocukların muhakkak surette yandan fazlası, bir ile üç buçuk yaşları arasında ölüyor. Cehaletin ve sefaletin her gün mütezayid (artan) bir surette meydan verdiği felaketler bunda dahil değildir. Üç buçuk yaşından sonra ölenler de bunda dahil değildir. Hepsini bir araya toplayarak hakiki bir istatistik vücuda getirilmek üzere çocuk kelimesinin istiab ettiği (kapsadığı) senelerdeki ölümlerin miktarının mutlaka yüzde yetmişi geçtiğini görürüz. Acaba bir memleket için bundan daha büyük ne felaket olabilir? Yıllar var kiFransa'danüfusuntedennisinden (azalmasından)şikâyetolunarak adeta birhaile (dram)halinegetirilenbu mesele etrafındakıyamet kadar gürültü yapılıyor. Fransa'nın şikâyeti muhtelif esbab meyanında (sebepler çerçevesinde) daha ziyade az tevellüdat (doğum) üzerinedir. Bizimki öyle mi ya? Bizde çok tevellüdat var, fakat bu nesil bereketini mahveden ölüm afeti var. Bir tek kadının 15 çocuk doğu rduğu nerede görülmüştürr1 Mübarek Anadolu'da altıdan başlayıpda, lO'ave 15'ekadarçıkanmukaddesanalar, yüzlerle ve binlerle sayılır. Fakat bütün bu çocuklar, ekseriyetle aileye bir müddet külfet ve az zaman sonra da hasret olmaktan başka bir netice vermiyor. Çünkü daha çok üç bııçıık yaşına ka darvemüteakipsenelerdemütemadiyenölüyorlar veölüyorlar. Evet, muhterem karilerim (okıı yucularım), yanlış görmüyorsunuz, okudıığunuz doğrudur; yeni doğan Türk çocuklarının muhakkak surette onda biri, daha henüz goncagül halinde iken ölüp gidiyorlar. Doktor Fuat Bey'in henüz üçbeş köyü tetkike inhisaretmişolanomüşahedeleri içinde 14 ço cuk doğuran bir tek ananın bu yavrularından