17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 TOPLUM 25 NlSAN 2004 / SAYI 944 PAZARIN PENCERESİNDEN Ulusa çıkar Selçuk Erez ir süredir bu memlekette tuhaf şeyler oluyor. Kıbrıs Türklerinin varlık mücadelelerinin bayraktarı Denktaş, Kofi Annan Planı'nın uygulanmasının, eninde sonunda soydaşlarımızın bu adadaki varlıklarına son vereceğini haykırıp dururken hükümetimizin başı ve bazı bakanlarımız tarafından görülmemiş üsluplarla eleştiriliyor. Cumhurbaşkanımız, hükümet başının, Kıbrıs konusunda Kofi Annan'a, MGK'de de kararlaştırılmış olandan farklı tavizler verdiğini ve Cumhurbaşkanı'yla MGK üyelerinin bunu ancak Annan'ın hükümetimizi Kıbrıs müzakerelerine davet için yolladığı yazıdan öğrendiklerini açıklıyor. Annan Planı nedir? Yıllarca sürmüş beceriksizliklerin bizi ulaştırmış olduğu olumsuz son! Peki, varılan noktayı, bu sıkışık duruma rağmen "verkurtul" olarak tanımlanan böyle bir sonuçtan farkh kılabilir miydik? mza B Yakın tarihimiz, bunun cevabının "evet" olduğunu yansıtıyor: Geriye baktığımızda, en olumsuz koşullarda bile daha başarılı sonuçlara vardmış olduğunu görüyoruz: Osmanh Devleti, 1878 ile 1912 yılları arasında Bulgaristan'ı, Mısır'ı, Libya'yı ve BosnaHersek'i yitirmiş ve iktisaden çökmüştü. Sait Halim Paşa Hükümeti, iktidarını, ittihatçıların desteğiyle sürdürmekteydi. Bu koşullarda gerçekleştirilenleri, David Fromkin'in ünlü "A Peace To End All Peace" (Henry Holt and co. N York, 1989) başlıklı kitabından aktararak anlatalım: Babıali, Ingiltere'ye Osman I ve Reşadiye adlı iki dretnot ısmarlamıştı. Avrupa'da harp öncesi gerilimin arttığı bu Hamas'ın iki lideri Şeyh Ahmed Yasin ve Rantissi'nin öldürülmesi yarın 56. kuruluş yılını kutlayacak îsrail'in "barış"tan biraz daha uzaklaştığının işaretiydi. Türkiyeli okurun "Beyaz Şehrin Kafeteryaları" kitabıyla tanıdığı Linda Grant, 4 ay yaşadığı Tel Aviv'de edindiği izlenimleri yazdı. Şiddet, yolsuzluk ve umutsuzluğun kol gezdiği topraklarda, her şeyden elini çekmiş, olup bitenleri tümden yadsıyan bir toplumla karşılaşmıştı... G eçen ekim ayında Tel Aviv'e gittim ve denizden birkaç metre uzaklıktakı palmiye ağaçlarıyla çevrili Ruppin Caddesi'nde, 30'larda Avrupa'dan akın eden göçmenleri barındırmak uzere yapılan Bauhaus tarzı apartmanlardan bir daire kiraladım. Amacım, çok farklı kökenlerden gelen insanların barındığı düşsel ülkeyi konu alan bir roman yazmak ve kimlik, ait olma, acı çekme gibi kimi sorulara bir yanıt bulmaktı. Bir yandan yazıyor, bir yandan da rastgele karşılaştığım insanlara aynı şeyi sorup duruyordum: "Ailenizneredengeldi?" Bu soruya aldığım yanıtlar çok farklıydı. Birinin ailesi 1950'deBağdat'tangelmiş, ancak babaları buradan hoşnut kalmadığından 10 yıl sonra çoluk çocuk Tahran'agöçetmişti! Birbaşkasının annevebabasıSelanikliydi.Komünistpartizanlarla birlikte mücadele ederek savaştan sağ çıkabilmişlerdi. O gün bugündür sol partilere oy vermeleri bundandı. Birinin ailesi güney Hindistan'da tümü Yahudilerden oluşan bir köyden gelmiş, Eilat yakınlarında kurdukları kibbutza (îsrail'dekı kolektif çiftlikler) yerleşmişti. Ailesinin Polonya'dan geldiğini söyleyen kişinin babası 1930'larda Varşova'da bir tiyatroda sahne tasarımcısıydı ve Kızıl Ordu orkestrasında çalışarak paçasını kurtarmıştı. Antisemitizmin 60'larda yeniden hortlaması üzerine ailece Israil'e göç etmişlerdi. Irak'ın Kürt kesiminden gelen kişinin dediğıne bakılırsa, ailesi Yahudiler Babil'den sürüldüklerinden beri bu ülkedeydıler. Bir başkası da Lıtvanya'dan gelmıştı ve babası Auschvvıtz'de esirkalmıştı. OkuldakiYahudidüşmanlığından usanan ailesi o sekiz yaşındayken ülkeyi terk etmıştı. Güney Afrıka'daki apartheid rejimını bir türlü içlerine sındıremeyen ıdealist aıle îsraıl devleti kurulur kurulmaz vannı yoğunu satıp bir kibbutza yerleşmişti. Ortadoğu sorunuyla ilgili olarak uluslararası yasalar ve BM'in önerilerine dayalı çözümler üzerinde ne denli kafa yorsanız da, bunların neden hiç bir işe yaramadığını kavramanız mümkün olamaz. Zira, bu topraklarda yaşayan her iki halkın da kişisel deneyimleri hesaba katılmadığı sürece, soruna bir çözüm getirilmesi olanaksızdır. Işte bu yüzden, Tel Aviv'de kaldığım dört ay boyunca bu ülkede yaşayan sıradan insanların anlattıklarma kulak verdim. DtBE VURMUŞ TOPLUM... Bu kentte geçirdiğim süre boyunca her sabah sokağa çıkıp Avustralya kökenli muhabir ve maratoncu Paul Smith'den (Kulağa hiç de bir Yahudi adıymış gibi gelmiyor, değil mi?) gazetemi alıyor ve annesı Türk, babası Ispanyol kökenli garsonun çalıştığı kahvehanede sütlü kahvemiyudumlarken gazeteyi okuyor evrede Ingiliz Donanma Bakanı Churchill'in önerisi üzerine parası ödenmiş ve teslimi beklenen bu harp gemilerinin Türkiye'ye verilmemesine karar verilmişti (31 Temmuz 1914). Osmanlı hükümet yetkilileri, bu el koyma kararını gizleyerek, Alman büyükelçisine yeniden başvurdular ve tngiltere'de yaptırılmakta olan drednotlardan birini, aktolunacak Osmanlı Alman ittifakına Osmanlı Devleti'nin yapacağı katkı olarak önerdiler (I Ağustos 1914). Bu sırada Goeben ve Breslau adlı iki Alman gemisi, yola çıkıp ve Akdeniz'de, Ege'de bulunan îngiliz gemilerinden kaçarak Çanakkale Boğazı'na ulaştı. Ingiltere, Osmanlı Devleti'nden, bu Alman gemilerine Boğazlann açılmamasını istedi. Bâbıali, bu gemilerin satın alındığını ileri sürüp gemilerin Marmara Denizi'ne geçmelerine olanak sağladı. Babıali, îngiliz gemileri tarafından kıstırılmış olan Alman gemilerinin Boğazlardan geçmesi karşılığında Alman hükümetine şu şartları koşmuştu: 1Kapitülasyonları kaldırın, 2.Almanya'nın savaştaki kazanımlarından savaş sonunda Osmanlı devletine pay verin. Almanya, bu koşulları, hiç memnun olmamakla beraber, kabul etmek zorunda kalmıştır. Olay, buraya kadar en olumsuz koşullarda bile yapılabilecek politik manevralarla, pazarlık konusunda sergilenebilecek becerilerle yurt çıkarları açısından olumlu sonuçların alınabileceğini göstermektedir. dum. Okuduğum her haber beni daha da dehşete sürüklüyor ve Îsraıl giderek her kurumu dibe vurmuş bir toplum olarak ortaya çıkıyordu. Meclis üyeleri, bakanlar, parti liderleri, başbakan ve generallerin yalan dolanlarından dem vurulmadığı gün yoktu Kahvehanede gazetemi okurken, çevremde espressolarını ıçıp pasta yiyenlerin bu içler acısı çöküşe nasıl olup da katlandıklarına akıl erdirmeye çalışıyordum. Insanlarburunlarının dibinde yaşanan onca vahşete nasıl bu den likayıtsızkalabiliyorlardı? Zamanla Hamas ve Islami Cihad'm intihar saldırılarmm îsrail toplumunda bir depolitizasyona yol açtığını fark ettim îbranicede dillerden düşmeyen en çarpıcı dört sözcüğün "pigua" (intihar bombası), "hamatzav" (durum), "balagan" (arapsaçına dönüşen kanşıklık) ve "bu'ah" (intihar saldırılarınınvahşetinden korunmak için insanların çevrelerine ördükleri koza) olduğunu öğrendim. intihar bombaları çekirdek aile, birkaç dost ve çok küçük bir çevreden oluşan, kendi içlerine kapanmış dünyalar yaratmaktaydı. Bunlar insanların ördükleri "bu'ah"lar, yani kozalardı, bu kozanın dışındakiherkes kuşku kaynağıydı. SUSKUNASKERLER... Gazze ya da Nablus'ta yaşanan sokağa çıkma yasakları, kontrol noktaları, korkunçbaskınlar,suikastler,toplumsalalt yapıdaki çöküşler, kötü beslenme, Filis tinlilerin hayvanat bahçelerindeki gibı kafeslere kapatılm^lan türü olaylar sankı burnunuzun dibindedeğil de, uzaklarda olup bitiyor. Zira, oraya asker oğlunuz yt da yedek asker eşiniz dışında giden yol< ve onlar da gördüklerini anlatmıyorlar daha doğrusu, anlatamıyorlar. Gördükj leri karşısında yaşadıkları duygulan yarrsıtacak sözcükleribulamıyorlar. Evlerine dönenler de durumlarına şükrederek yeniden kozalanna sığınıyorlar. intihar saldırılarmm sonucunda olıi şan duvar Israillilerin belleğine bir simge, terorizm illetine karşı bir tür koruyucö olarak yerleşti. Karşılaştığım birkaç ey; lemci ve birkaç asker dışında kimse bo duvarı görmemişti. Filistinliler tarafından, hakh gerekçelerle, topraklarına bilfiil el konması biçiminde değerlendirilen veinsanları iş, okul, su gibi her türlü ola; naktan yoksun kılmayı amaçlayan bu du'; var Israillilerin bildikleri bir şey değih Bilseler bile, düşmana nasıl zarar verildi" ği halkın artık umurunda da değil.Tarih bu insanların kafalarında artık çok farklı birbiçimdeişliyor. ! KAYGIYIBESLEMEK... ; Israillilerin gözünde dünya şimdi de bu devletin kurulduğu dönemde oldu» ğundan daha güvenli değil. Okullardaki boykotlar, yaptırımlarla verilen gözdağları, BM'in çözüm önerileri Yahudiler arasında ezeli günah keçisi duygusunu daha da pekiştiriyor. Bu tür önlemler halkın sola değil, "siyasal hastalıkkuruntusu" adını verdiğim korku, kaygı ve sanrınmağırlıkta olduğu sağkanadakaymasına neden oluyor. Başta Ariel Şaron olmak üzere, sağ partiler Yahudilerin duy* dukları bu kaygıyı biliyor ve besleyip yüceltiyorlar. Yine de, kimi Israilliler ülkelerinin içinde bulunduğudurumu içtenlikle dışa vurmaya hazırlar. Çok sayıda devlet memuru hükümet ve izlediği politika karşısında dehşete kapıldığını açıkça dile getiriyor. Şeyh Yasin'e yönelik saldırı, aralarında sağgörüşlü Maariv'in de olduğu, hemen hemen tüm boyalı basınm şimşeklerini üzerine çekti. tyimser denebilecek tüm bu belirtilere karşın Israil'i terk ederken duyduğum tedirginlik geldiğim günden çok daha yoğundu. Zira, yalnızca liderlerinin değil, bu ülkede yaşayan sıradan insanların yüreklerinde yatanlardan, Ortadoğu sorunun çözümsüz olduğu gibi katlanılması güç bir duyguya kapılmıştım. Israilli Yahudilerin kendilerini bir iki kuşak sonra çoğunluğu oluşturacak Filistinlilerin iyi niyetlerine bağımlı bir azınlık durumuna getirecek bir barış sözleşmesine yanaşmayacaklarını anladım. Ikihalk arasındaki sorunun çözülmemesi halinde, Israil'i trajik bir geleceğin beklediği düşüncesiyle irkilerek Ibranice'de en çarpıcı sözcüğün" balagan", yani arapsaçı olduğunu anımsadım.# The Guardian'dan çeviren: RlTAURGAN Yuvaya dönüş... Her savaşın içinde, barışa dair umudu pekiştiren ilişkiler yaşanır. Israilli yazar Dorit Rabinyan (solda) ile Filistinli sanatçı Hassan Hourani (altta) debunaörnekti. tkisi arasındaki tutkulu dostluğun ilk tohumları, olanaksızhklara karşın doğdukları topraklarda atıldı ve başka dıyarlarda dallanıp budaklandı. Geçtiğimiz yü Hourani ailesini ziyarete gittiği sırada Jaffa kıyılarında denizde boğularak yaşamını yitirdi. Veda mektubunu kaleme almak da Rabinyan'a düştü: "Seni ne kadar özlediğimi anlatmak için artık kafamdan geçen düşünceleri îbranıceden tngüizceye çevirmek zorunda değilim. "] 30 yıl boyunca bu dili öğrenmemekte ayak direttiysen de, söylediğim her sözcüğü anladığınıbiliyorum. Aklahayalegelmeyecekfikirlerin, hiç beklenmedik soruların, Hebron'da geçen çocukluğun, ılk intifada sırasında Ramallah'taki ergenlik yılların ve Bağdat'ta dört yıl boyunca sanat eğitimi aldığın öğrencılık yıllarınla ilgili anılarınla bu kez araya girmiyorsun. .. .Derken, IsrailFilistin sorunuyla aramızdakı her şey siyasal bir çehreye bürunüverdi. Bir zamanlar anında kaynaşmamıza neden olan şey artık aramıza belli bir mesafe koymuş, ateşli bir tartışmaya dönüşmüştü. Sen daha önceleri başlattığın bir tümceyi, "Ama ben gerçekten de ikimizin bu denizi paylaşmak ve o sularda birlikte yüzmesini öğrenmek zorunda olduğumuza inanıyorum," diyereknoktaladın.Sabahınikisindebaşlattığımız ve kış boyunca sürdürdüğümüz bu tartışma yazın gelmesiyle birlikte sona erdi. Bunaltıcı hava 10 Haziran günü canıma tak etti. Hâlâ yağmur yağıyordu. Uçak biletimi ayırttığımı ve beş gün sonra îsrail'e döneceğımisöylediğimdebanaimrenerek, "Yuvana mı dönüyorsun" diye sordun. Hangimizin başlattığını pek anımsamıyorum, ama epeydir "îsrail" ya da "Filistin" adını ağzımıza almıyor, yuva sözcüğüyleyetiniyorduk Şimdi dudağını büküp, kıvır kıvır saçlarını bir o yana, bir bu yana sallayarak," Adı ister îsrail, ister Filistin olsun... senin torunlarınla benimkilerin bu topraklarda hep birlikte yaşayacaklarını yüreğinin derinliklerinde hissettiğini biliyorum. O halde, neden bizler de yaşamayahm?" diyerek çırpınışın gözlerimin önünde canlanıyor..."
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle