Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
7 MART 2004 / SAYI937 AYŞEGÜL DEVECİOĞLU Kuş Diline Öykünen Berat Günçıkan uş Diline Öykünen, bir 12 Eylül romanı. Darbenin öncesini ve sonrasını anlatıyor, devrimin çok yakın bir ihtimal olduğu zamanları, gençliklerinin coşkusunutoplumundeğişmeisteğinekatanları, devrimin hem "biz görmeyiz" hem de "yakın bir ihtimal" olduğu zamanları... Yazarı Ayşegül Devecioğlu. Yaptıklarıyla herbiribirerkahramanolan, 12 Eylül'den sonra ise toplumun belleğine ısrarla " onlarbirerkatildi"yazdırılmayaçalışılıpbugünle bağı koparılan gençler var Devecioğlu'nun karakterleri arasında, isimli isimsiz... Metis tarafından yayımlanan " Kuş Diline Öykünen " aynı zamanda bir kadının, kadın kimliğini gizlemeden kenditarihiyledeyüzleşmesi. Devecioğlu ile yaşanılanları ve romanını konuştuk: K lu çocuklar gibi baba evine döndüler, işkencehanelerden gelen çığlıklara kulaklarını tıkadılar ve sustular. Konuşıılması gereken yerde susmak da büyük bir utanç ve travmadır. Kendilerini mi korudular? Evet, bir çeşit korunma bu, çünkü yaşanılanlar unutulmuyor, onlar bir yerlerde gizli kalıyor. Orada olduklarını biliyoruz, anımsamak için de ciddi bir çaba gerekiyor. Anımsamaya başladığımızda da canımızyanıyor... KAYIPGEÇMİŞ... Yazmak için anımsamak... Yazmak, anımsamaktan daha farklı bir süreç... Anımsamanın en gerçek, en acılı yoluifadeetmek.Buifadeetmeyebaşladığınızda bölük pörçük düşünme, canınız yandı mı kaçma şansınız kalmıyor. Sistemli bir çözülme ve yeniden yapılanma başlıyor hafızada. Bu çok zorlayıcı. Edebiyatın bu yeniden yapılanmadaki payıne? Ancak bir edebi metnin anımsamayı reddedişin üstesinden gelebileceğine inanıyorum. Ama bir nevi pragmatizmle edebiyat içinde kalmış degilim. Ben bu kayıp dönemin canlandırılnıabindan sorumlu olduğ um kadar edebiyatakarşı da sorumluyum.Öteyandano kadar anlatılmamış olaylar, işkenceler, gözaltında korkunç ölümler var ki, bunlardan söz etmemek mümkün değil. Çünkü bunlar da çok fazla anlatılamadı. Üstelik bu kayıp geçmişi kendi gerçekliği içinde kurgulamak, bu hikâyeyi hiç anımsamayan, hiç yaşamamış ya da anımsamak istemeyen insanlara da anlatmak ihtiyacı işi daha da karmaşıklaştırıyordu. kat o zaman kendimizi kadın ya da erkek, cinsiyetsiz düşünüyorduk. Hepimiz teca vüzünnormalbirişkenceolduğunainanıyorduk, hatta tecavüzden çok etkilendiğinizi hissettirmeyin diyorlardı. Böyle yaparsanız polisin eline koz verirsiniz. Susmak, koz vermemek miydi, gerçek ten? Tecavüz sıradan bir işkence değil. Kadınların bedenleri ile ilişkilerindebin yıllık bir zedelenme var, bu yüzden de tecavüz daha fazla önem kazanıyor. Gülay bünıı "Bana dokundukları an tecavüz başlamıştı" diyeifadeediyor. Bu Gülay ı Gülay yapan şeye dokunmaktı. Tecavüz bir kadının benliğini parçalamaktır. 80 öncesinde ve hemen sonrasında konuşulmamasımnnedenlerindenbirideayıpsayılması... Biz devrimciler kadın erkek ilişkileri konusunda toplumun sahip olduğu değerlerden daha farklılarına sahip değildik. Hatta bu gündem dışı sayıldığı ve illegali,te koşulları, egemen sınıfların eline koz vermemek gibi dönemin geçerli refleksleri ve düşünce tarzlarıyla birlikte ele alındığında, kadınların toplumun diğerkesimleri kadar bile korunmadığmı ileri sürebiliriz. Bugün konuşulmasını ise feminizmin armağanı olarak değerlendiriyorum. Gülay bunu bir kadınlık durumu olarak yaşıyor. Benim bunu romandakişekliyle anlatabilmem de yaşanılanlara teminizmin yaktığı ışıkla bakabilmemden kaynaklanıyor. ÇOCUĞUNADI DEVRÎM... Karakterleriniz bugün ne yapıyor? Gülay örneğin, ne oldu ona ? Gülay, bence kadınlık bilincine daha çok sahip şimdi. Kadın hareketlerinin içinde hayal ediyorum G ülay'ı. îbrahim ile Leyla? ( )nlardan da umutluyum. Herhangi bir politik oluşumun içinde göremezsem de, bu zamanla baş etmenin yolu üzerinde düşündüklerini çaba gösterdiklerini sanıyorum. Herhangibirpolitikoluşumiçinde değiller çünkü îbrahim'in kendisine "deli,huysuz,aksi"sıfatlarınıntakılmasına neden olan itirazlarının siirdüğünü sanıyorum. Bu sıfatlarıtakanların düşünce ve reflekslerinin değişmediğini gözlemliyorum çünkü. Leyla bol bol şiırokuyordur, îbrahim 'le birlikte sokaklardaki kedi ve köpekleri besliyorlardır. Bütün mitinglere gidip, hiçbir bayrağın arkasında yürüyemiyorlardır. Çocuk var bir de, Gülay'ın yeğeni, tek gözü yok... Jsimsiz... Ta ki, romanın sonuna kadar... Adı Devrim. îsminin 1987'de, yani romanın bittiği tarihte anılması yokluktan varlık kazanmasıdır. O zamana kadar hiç anılmadı, yoktu... Şimdi kaçak bir mahkumgibifırlayıveriyorGülay'ın ağzından. Ama kimse farkında olmasa da söyJendi bir kere. Biz bu zamanın şifresini çözer, sırrını açığa çıkarabilirsek, o zamanla barışıronahükmedebilirsek,onabaşkaldırırvegerektiğindebaşeğersek... Yanişu sürüp giden hayatı değiştirebilmenin yeni ve mümkün yollarınıbulup, yeni politikalarüretebilirsek.kendimizlehesaplaşmayıgözealabilirsek.içimizdenkonuşmaktan vazgeçip, eski özgüvenimize, ilişki kurma yeteneğine ka vuşursak devrim imkânsız değil. Tek gözlü de olsa... Yara almadan, yara almayı göze alma dan yaşamak nasıl mümkün değilse, devrim de öyle. Son bir şey. Bir roman yazdınız, ama biz yine edebiyattan konuşmadık. Aslında başından beri edebiyattan konuşuyoruz. Bu kürsüyü bana bu romanj sağladı. Yani edebiyat sağladı. Ben bu» kürsüden unutulan zamanın hikâyesini anlatıyorum yine, ama kelimeler farklı. e Bir 12 Eyliil romanı yazmak için neden 23yılbeklediniz? Birincisi edebi iddiası olan bir metin, hadi oturup bir roman yazayım diye çıkmıyor ortaya. Bunun için bir iç hazırhk gerekiyor. Bir şeyin olgunlaşması gerekiyor içinizde. Olan bitenle aranızda bir mesat e oluşturmanız gerekiyor. Yas tutabilmeniz, ağlayabilmeniz, anlatabilmeniz gerekiyor. Bütün bunları doğru diirüst yapmadan ve eğer roman bütün bunları yapmanın da yoluhalinegeliyorsazorlukartıyor. Anımsamak yetmiyor; ama anımsamak da çok zor. Yalnız benim için değil, bu dönemi hiç yaşamamışçasına zihninin karanlıklarınagömen toplum için desöz konusıı bu durum. Bu unutma herhangi bir unutma değil. Arkada hiçbir iz bırakmadan kaybolma daha çok. Bir zaman parçası bütün renkleri, kokusu, tadı, havası, büyüsü, her şeyiyle kayboldu. Bu zamanı yeniden yaratmak, ancak o zaman yaratıhnca anlam kazanacak bir öykü anlatmak imkânstz geldi bana yıllarca. Ayşegül Devecioğlu 12 Eylül ile edebiyatı buluşturdu: 'Kuş Diline Öykünen...' Fotoğraf: Kaan Sağanak KLlŞELER VE HAYAT... Okur, bu sözleriniz üzerine romanda sizidearayacak... Bu unutuşun nedeni ne? O dönemi yaşayanların, yani bizlerin Benim buna bir itirazım yok. Ama her başına gelen çok şey var, dolayısıyla üstün romanda yazarın kendi hikâyesini aramak de düşünmek çok acı geliyor ki, toplumdoğru değil. Çoğu kez de yanıltıcı üstelik. larda da böyledir, bu acılan anımsamakBenim birebir başımdan geçen çok az şey tan kaçryorlar... Ayrıca bilinçli olarak da var kitapta. Ama Gülay tabii ki biraz da unutturuldu bu dönem. însanlar politikbenim. O dönemi yaşamış bir kadın olaleşerek suç işlediklerine inandırıldı. Suç rak Gülay'ın duyguları benim de duygularım. Yavuz da benim öte yandan. îbrahim de, Leyla da... 12 Eylül öncesini ve sonrasını bu Çok teknik bir terim gibi gelmezse bu romanın malzemekez bir kadın, Ayşegül Devecioğlu sinde benim yaşantım ve duygularım tabii var. Ancak bu hianlattı. Romanın ismi 'Kuş Diline kâye tümüyle kurgu. Benim Öykünen'. Kahramanlarını 78'lerin anlatıya boyut kazandırması, kaybolan zamanı geri getirmecoşkusundan 12 Eylül'e taşıyor. si için kullandığım îbrahim'in ağzından anlatılan, italik böIşkenceden, tecavüzden ve lümlerin bir kısmı ise gerçek çatışmalardan yükselen çığlıkların malzemelere dayanıyor. Mesela 12 Eylül'den sonra dağa çıtoplumun sessizliğine gömüldüğü kan arkadaşların tuttuğu bir gerilla birliğinin günlüğünden zamanların romanı bu... almtılar var. Mahkeme dosyalarında kalmış birkaç mektup, kendi yaşadığım ya da arkadaşlarımdan dinlediğim anekdotlar vesaire... Sizin payınıza bu şiddetten ne düştii ? Ben 80'den hemen önceydi galiba ya da hemen sonra, bir arkadaşımın bürosunda yakalanmıştım. O zamanki deyimle "karakola d'iştüm". Emniyet müdürlüğüne götürdüklerinde gözüm bağlıyken oğlumu bir daha hiç görmeyeceğime inanıyordum. Yanimutlakaölecektik.Oralardan sağ çıkma şansı yoktu. Gerçi beni bıraktılar. Sinirlerim sağlamdı. Verdiğim ifadeyi öyle inandırıcı buldular, o kadar sakindim ki. Beni orada "îşte bakın masum insan böyle olur " diye örnek gösteriyordu polisler. Işkence üzerine hiç konuşmuyorduk. Işkenceyi de klişeler içinde konuşuyorduk, kocam işkencede sakat kalsa, erkek liğini yitirirse boşanır mıyız ? Hayır. Kızlann kendi aralarında konuştukları konular bunlar. Ya da kocam/karım işkencede konuşursa boşanır mıyım ? Yanıt netti, ayrılırdık... Kadınların devrimci hareket içindeki konumunu da anlatıyor söyledikieriniz... Bir erkek bacı demişse bir kıza, artık "kötü gözle" bakmamalıydı. Oysa böyle olaylar da yaşandı. Bir kere kadınların devrimci hareketler içinde yer alış tarzı toplumdakine koşuttur. tkinci sınıf rollerdir bunlar çoğu kez. Bir, 77'de kadın örgütlemesi yaptığımızda, bu çok küçümsenmişti mesela. Daha sonra da mahaller de öyle bir örgütlendik ki, hareket de Örgütlenmesinde bizi model aldı. Kadınlar bu role itiraz etmediler mi? Kadınlarbunu yaşamış olmalarına, bir çok haksızlıkla, hatta tacizle karşılaşmış olmalarına rağmen niye itiraz etmediler, niye göz yumdular. Çünkü hepimiz yaptığımız ve yaşadığımız şeye çok inanıyorduk.Bu öyle güzeldiki hiçbir şey onubozmamalıydı. Kol kırılıpyen içinde kalmalıydı. Once biz kadınlar vazgeçtik. Buda yüzlerceyıllıkkadınlıkrollerineuygunbir şeydi aslında. Direnmedik. Ancak erkek leşerek varolabileceğimizi düşündüğümüz için erkekleştik. Böylece cinsiyetsizleşerekkendimizidekorudukbelki. Kadın erkek ilişkilerinin yeni ve devrimci bir tarza dönüştürülmesinden vazgeçmek, toplumsal dönüşüm hayalinden de vazgeçmek demekti oysa. însanlar arası her türden ilişki politikanın konusu haline getirilmedikçe devrim mümkün değildir çünkü. Çünkü klişelerin arkasına gizlenerek kimse değişemez. BANA DOKUNDUKLARI AN... Gülay, gözaltında tecavüze uğruyor... Pek çok kadın ve erkek 12 Eylül'de tecavüze uğradı, ama bunlar konuşulmadı. Oysa 9O'lı yıllarda sosyalist harekette yer alan pek çok insan gözaltında tecavüzü açıklamayı politik mücadelenin bir parçası haline getirdiler. Bu, 80'lerde neden başardamadı? Evet çok yaygındı vekonuşulmadı. Fa BAŞKENT GÜNLERİ Müşerref Hekimoğlu Başkentlilere İstanbul'dan bir armağan... İ: " nsan olmanın dayanılmaz yazgısı, belki de kuşağım nedeniyle, .yitikliğin çok acı boyutlarını yaşıyorum. Eski dostlar can veriyor durmadan. Her gün başka bir cenaze töreninde buluşuyoruz. Kimler geliyor, kimler kalıyor, yollar hangi koşullara uzanıyor? Telefon çalıyor durmadan, ölüm haberleri yenileniyor. Ne çok dostum varmış meğer! Ölüm acısı giderek derinleşiyor. Gelenler, gidenlerle yer değiştiriyor durmadan. Kimi mutlu ve umutlu, toprağına kavuşuyor. Kimi yaşarr.a sevincini soldurmadan ölümün kucağına yerleşiyor. Dostlarımın hepsini çok sevmişim. Düşünürken sevgililer birbirini Görkemli birlikteliği yaşıyoruz. Bir dal yeşeriyor, yapraklar tırmanıyor, çiçekler açıyor, kaç baharı yaşıyoruz birlikte. Bir de sonbahar, kış var. Şu anda da penceremde rüzgâr ve fırtına. Şiddetli esintiyle her şey uçacak, yok olacak gibi. Ancak, başka olaylar da var. Kömür çuvallarını gözleri parlayarak seyredenler, çamaşır makinesinde soluğunu yitiren bebekler, çöplüklerde artık yemek arayanlar, ilaç alamadığı için hastalığa yenik düşenlerle memleketimden ilginç manzaralar oluşuyor her gün, her yerde. Başını alıp kaçmak istiyor insan. Ama nereye? Güvendiği dağlara kar da yağmıyor artık, buzlar oluşuyor! Karamsarlığı aşmayı başarmazsam olmak o sevinci yeşertmek demek. Arada bir bunu da başarabiliyor insan. Başka çare var mı? însan olmak her şeyi yaşamak, acıyı da sevinci de hissetmek, sonuna kadar direnmek değil mi? Belli olaylar hayal gücünü de aşıyor, soluk bir ortamda yalnız kalıyor insan. Ama direnmekten geri kalmıyor. Acıyı, üzüntüyü geride bırakıp güzel olaylara tutunmak gerekiyor. Bir konser, bir oyun, sevdiğim bir ozanın birkaç dizesi karanhğı delen bir ışık gibi. Açıklamam gerekir, bütün renkler aynı hızla yol almıyor. Neredeyse karanın da karası var. Ama karaları da ağartmak gerek! Mutluyum, bu çabayı gösterenler az değil çevremde. Hep birlikte yaşamın Gencay Gürün'e selam, Karanlığın ortasına aydınlığı geüriverdi. Yeni oyunu başkentlilere güzel bir armağan gibi. Üzücü olaylar geride kahyor, gözler parlıyor, yaşama sevinci yeniden yeşeriyor söyleşilerde. Başkentin tiyatro yaşamı Gencay Gürün'le zenginleşiyor. Gencay Gürün'ün yeni oyunu da güzel parladı başkent gecelerinde. Karanhğı aşarak, aydınlığa yöneldi başkentliler. Gencay Gürün'ün özelliği var. Fransız Lisesi'ndeki yıllardan bu yana tiyatroya sevgisini, ilgisini, tutkusumı kanıtladı yaşamında. Perdeyi açan oyun, sahneden salona, oyuncudan seyirciye sevgiyle buluşan bir ürünü kanıtlıyor. "Pembe Pırlantalar", Türkçemizin güzelliğini yansıtan, tiyatronun büyüsünü kanıtlayan bir oyun. Olağanüstü çağrışımı yok ama, üstlendiği görevi güzel başarıyor. Soğuk bir başkent gecesinde sıcak duygularla sardı