17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OCAK 2004 / SAYI 928 ZÜNEYT AYRAL Donsutyen ımparator >üneyt Ayral'ı Türkiye, iç çamaşırı iyasasındaki yükseliş ve batışlarla olu öyküsüyle tanıyor... Ayral, ugün Nice'te, pazarlarda iç ^maşırı satıyor... ekir mre ep bir imparatorluk diye bahsederdin işinden; acaba bu senin bir hayalin veya abartın mıydı? Aksi halde koca bir imparatorluk bu kadar çabuk çöker tniydi veya altı çok mu boş idi bu imparatorluğun? Türkiye'de kurmuş olduğum ışim gerçek bir imparatorluktu. Hem pazar hâkimiyeti hem de kârlılığı açısından böyleydi. Üstelik meydan muharebeleri verilerek kurulmuş, yoktan var edilmişti... Imparatorluklarda biliyorsun veziri azamlar her zaman sultanlardan daha yaratıcı değil ama akıllıdırlar, sistcmle yüzleşen her zaman onlardır. Ekiplerini iyi tanırlar. Ortağımdan ayrıldıktan sonra, işe aldığım insanlar sistemle uyuşmaktansa, sistemin olanaklarından yararlanmayı ama katkıda bulunmamayı yeğlediler. Binbir çaba ile kurduğum işin onların olacağını göremeyip sahip çıkmadılar. Yanımda çalışanların yazlığı, kışlığı, iki arabası falan olmaya başlayıver/di/miş... Ne oldu sonunda? Çöktü imparatorluk. Ben insanlaragüvendim. Yani, son meydan muharebesinde çok kan dökülmesin diye teslim oldum. Oysa imparatorluk çok şık bir demokrasiye dönüşecekti. Çaycuma Organize Sanayii Bölgesi'nde yerimizi almıştım, 110 çalışanımı yeni oluşuma ortak edecektim, böylece hepsinin geleceği bir deneyim ve bilgi birikimi var. Uluslararası bir adres defteri, dostluklar, ilişkiler vb. Bunları alt alta koyduğumuz zaman, bütün eğer 100 ise ben 75'ten başladım demektir... Burada yaştan kaynaklanan fiziksel sıkıntılar var. Emek çok pahalı olduğu için "Oğlum Ahmet, tut şunun ucundan " demek yok, her şeyi kendin yapıyorsun, o da50 yaşında biraz zorluyor. Bir de tabii Fransızcayı kıvrak konuşamıyorum. Bir yazarın en büyük derdi dile hâkim olamamaktır, ben de bunu yaşıyorum ama becermeye çahşıyorum... tş ahlakı ve etik anlayış, bürokrasi vs. anlamında soruyorum, Fransa ile Türkiye arasında ne fark var? Zira sen de biliyorsun ki Türkiye bürokrasisini şekillendiren Fransa'dır. Bu farklılık yaşam biçiminde de aynı oranda mı? Frahsa'da iş yapmak ile deveye hendek atlatmak arasında pek bir fark yok. Zaten ciddi Fransız firmalarının çoğu buradan kaçıyorlar. Türkiye bir cennet! Fransa'da eğer dev bir yatırım değilsen, o zaman işin çok zor. inanılmaz bürokratik bir kontrol mekanizması var. Her şey yazışmayla yürüyor ve insanlar tembel. "Şunu şurdan şöyle yapsam da daha kolay olsa" falan dediğin anda, daha sen bir şey yapmadan Agresifliği ve "Reklamın kötüsü olmaz" mantalitesini taşıyan biri olarak tanınırdın. Olaylar insanı törpülüyor mu? "Perdeee!...." Dedikleri gibi biz tepkisiz bir toplumuz. Bu toplumda tepki gösterince,adın"agresif,terbiyesizyadasaygısız" oluveriyor. Bugün beni dönmek için engelleyen yasal hiçbir neden yok, zaten gidip geliyorum. Ama gördüğün gibi, dönmüyorum.. Yani, bende değişen bir şey yok. Törpü dediğin yönde işe yaramadıanlayacağın. Cüneyt, dönmeyi amaçlıyor musun? Yolun buradan böyle nereye açılıyor ? Kendimi, Türkiye'ye olan maddimanevi borçlarımı ödemiş kabul ediyorum. Ortaya bıraktığım sektör, Kostantıniyye gazetesi, yıllardır yazıp çizdiklerimle anlattıklarım, paylaştıklarım, kitaplanm yayımlanırsa o zaman okurla ilgim sürecek demektir.Donsutyen işinde Türkiye iyi bir üretim merkezi oldu artık, bu işi sürdürdüğüm sürece bu konuda da ilgim sü rer. Ancak bundan sonra Türkiye döndüğüm değil, gittiğim bir ülkedir. Çocuklarım ayakları üzerinde duruncaya kadar, eğer yaşarsam onlann yanında olmayı istiyorum, sonrası belirsiz, biz göçebe bir kavimden gelmiyor muyuz ? 9 Cüneyt Ayral 50 yaşında. Evli ve 2 çocuğu var. Üniversite mezunu. Satış elemanlığından basınmedya, sanat dünyasına değişik işlerde çalıştı. Donsutyen imalatına soyundu. Kısa zamanda en büyük üreticiler arasında yer aldı. Gazetecilik, yazarlık, şairlik yaptı. . °A°tı!V kir Emre ve ıneyt Ayral ris'te bir hvede luştu... kurtulmuş olacaktı, uygar ortamlarda yaşamayabaşlayacaklardı. Türkiye'de işyerini batırıp yurtdışina kaçırdıklarıyla prensler gibi yaşay an yüzsüzleri çok gördük. Sen iflas ediyorsun, ailenle Nice gibi ültra paralı tabakaya hitap eden bir yere göçüp hayatını pazarlarda kurmaya çalışıyorsun? Yahu burada bir gariplik yok mu ? Yoksa belirli bir tarihe kadar rol yapmak mecburiyetinde misin? Yaşaaaaa!.. Nice, tatil için pahalı, yaşamak için uygundur. Yakıt, yol parası vb. giderlerin az; elbette deniz kenarında ol ması da önemliydi. Çocuklar hep Fransız okuluna gitmişlerdi, onun için ya Kanada'ya ya da Fransa'ya gelecektik. Kanada başvurumuzu çoktan kabul etmişti ama uzaktı, üstelik de biz buraya gelirken, hemen kazanacağımızı umduğumuz bir milyon dolarlık bir alacak davasrnı ardımızda bırakarak geldik. Dava hâlâ sürüyor... Bu Türk adaletinin inanılmaz bir öyküsüdür. Strasbourg însan Hakları Mahkemesi ile görüştüm, ancak dava kesintilerle sürdüğü ve son dava da henüz 4 yılı doldurmadığı için onlar da bir şey yapamıyor yoksa davanın (üstelik de Tahkim Mahkemesinde kazanılmış olan) gerçek seyri 7 yıldır sürüyor... Birbaşka noktanın daha altını çizelim hem dekalın çizgiyle.. Ben iflas etmedim, şirketlerimin ve şahsımın iflası da ıstenmedi. Temel alacaklı olan Türk Tıcaret Bankası ile TC devleti de paralarını kuruşuna kadar aldtlar, hepsini ödedim. Tekrar sıfırdan başlamak nasıl bir duygu? Bu bir hırs mı, nedir? Sen Türkiye'de de işini neredeyse sıfırdan başlattın. Sıfırdan başlamak iki ülke arasında ne farklılıklar y aratıyor? Türkiye'de sıfırdan başlayıp başardığım doğrudur. Ancak burada sıfırdan başlamadım. Beni oluşturan, inanılmaz bile başın belada demektir. Yanında çalıştırdığın herkesi devleteyönelik değerlendireceksin, yani Türkiye'deki" canının istediğini yapmak" burada yok. însanlar vergilerini ödedikleri için, daha doğrusu sistem bu vergileri istemesen de aldığı için, herkes verginin ödenmesi için polis kesilmiş. Böylece verginin hizmet olarak geri dönmesi konusunda da çok hassaslar. Haaa, rüşvet, hırsızlık yok mu? Tabii var, ama hep çok büyük işlerde dönüyor bunlar ve yakalanınca da milletvekili falan dinlemiyor, doğruhapse... Adamın canına okuyorlar yani... Buraya göçtüğün zaman çocukların belirli bir yaşa varmışlardı. Sosyal olarak hiç mi etkilenmedi ailen bu değişiklikten? Pek ciddi bir şey olmadı. Sinan varsıl biryaşamdandikkatlibiryaşamageçişte zorlandı ama sonra o da düzeldi. Azınlık olmanın genel sıkıntılarını çektik hep beraber, ama zaten Türkiye'de, îstanbul'da da azınlık gibi yaşıyorduk. Istanbulbizim değil ki artık.. Bir anlamda daha da iyi oldu buraya gelmemiz, çünkü kişiliklerinin daha özgür bir ortamda, baskılardan uzak gelişmesi benim işime geldi açıkçası... uristik ŞİRİNCE >otiriyu'dan bugüne ;uman Dacıoğlu azar Dido Sotiriyu, sevgili köyü Şirince'yi bugünlerde gelip görseydi, tanıyamazdı. Çünkü eski Rum köyü Şirince, son birkaç yıldır geçirdiği değişimle bambaşka bir çehre sergdiyor. Gerçi köy, hzıksel olarak aynı harabeliğini koruyor; evler biraz daha eskimiş, kiliseler giderek daha bir yıkıntı haline dönüşmüş, daracık taş yollar yine eğri büğrü; eski Şirince'nin nostaljik atmosferini yaşatıyorlar. Ancak, bu küçük köyü dolduran insan kalabalığı, köyün eski halini bilenlerde buruk bir şaslunlık yaratıyor. Şirince'ye ulaşıp da arabasını park etme şansı bulanlan ilk elde yoğun bir ızgara et kokusu ve arabaların fren balatalarından çıkan geniz yakıcı duman karşılıyor. Ardından aralarında küpeli ve dövmelı erkekler, orta yaşın üzerinde bakımlı yabancı turistler, saçları turuncu genç kızlar ile saçları bryantinli, gömleklerinin önleri açık cantı giyimli genç Türk delikanlıları, başörtülü nineler, bebek arabalarını iten kadınlar ve binbir çeşidıyle insan kalabalığı... Omuz ata ata bu insan denizini yararak ilerlediğinizde Şirince'nin yeni yüzünü sergileyen tabelalar dikkat çekiyor; şarap evleri, cafeler, sanat evleri gibi... Greek Cafe de onlara bir örnek oluşturuyor. Öte yandan gözlemeciler ve aile çay bahçeleri de varlıklannı sürdürüyorlar. Pansiyon seçenekleri de oldukça fazla; Kırkınca Evleri, Kayalı Ev, KınalıEv... GÜRÜLTÜYÜ UMURSAYAN YOK Bu gürültülü, kalabalık atmosfer, Şirincelileri rahatsız etmiyor. Hemen hepsi, çoğunluğu da kadın, kapısının önüne veya köy meydanına açtıkları sergilerm başrnda, danteller, masa ve yatak örtüleri, el örgüsü yün çoraplar, başlıklar, zeytinyağı, ceviz, incir, zeytin, üzüm, ayva, nar, elma ve tabii ki tarçın, muz, çilek, mandalin, vişne şaraplan satıyorlar. Yüzleri gülüyor; "Böyle çok iyi oldu köyümüz" diyorlar. Geçimlerini bu sergilerde sattıkları dantel örtülerle karşılamadıklannı söylüyorlar. Asıl parasal kaynak, köyün çevresini saran bağlar, bahçeler ve zeytinliklerden geliyor. Ancak fiyatları da "turistik" belirlemekten geri kalmıyorlar; pazarda bir milyondan ahnabilen elmayı burada 7.5 milyondan satıyorlar. Sokak aralarındaki küçük meydanlarda sokak çalgıcılannın, darbuka ve tef gibi vurmalı çalgılarıyla verdikleri konserler, Şirince'ye ayrı bir "turistik hava" katıyor. Kilisenin avlusunda bozuk para atılarak dilek tutulan bir havuz bile var. Şirince'nin taşlarla örülü dar yollarından yukarılara doğru çıkıyor, Dido Sotiriyu'nun çocukluğunun geçtiği zamandan kalma, altında oturup geçmişe duyduğu özlemle ağladığı çınar ağacını boş yere arıyoruz. Eski Şirince'yi bilip de bu halini tanımak mümkün değil. #
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle