Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Aylar
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Cenin Cenin’in yönetmeni Muhammed Bakri, Filistinle dayanışma amaçlı bir kısa film projesinde rol almak için Türkiye’deydi. Özgür Arık’ın yönettiği film, esasen Wolfgang Borchert’in İkinci Dünya Savaşı sonrası bombalanan bir Alman kentinde geçen bir öyküsünden esinleniyor ve geçen yıl Gazze’de gerçekleştirilen saldırılara gönderme yapıyor. Çekimleri Adana’da yapılan filmde rol alan Bakri ile film setinde görüştük. 2002 yılı Nisan başı. İsrail’in Cenin mülteci kampına yönelik saldırısı tüm vahşetiyle devam ediyor. Havadan ve karadan, füze ve topların yanında tankların tüfekleriyle hedef alınan Cenin kampında binden fazla kişi öldürülürken, kampın büyük bölümü yıkıldı ve içeriye tüm girişler İsrail askerleri tarafından durduruldu. Tıbbi yardım ekipleri ve gazeteciler, Birleşmiş Milletler’in araştırma komisyonu da kampa giremiyor. Ceninliler tutsakların işkence gördüklerini ve kurşunlandıklarını, sivillerin İsrail buldozerlerince canlı canlı gömüldüklerini, çocukların kanalizasyon suyu içmeye ‘Umudu yaşatmak önemli’ zorlandıklarını ve sağlık görevlilerinin hedef alındıklarını bildiriyor. İsrail tüm bunları reddediyor ve saldırının sonuçları hakkında gerçek bilgilere ulaşmak neredeyse olanaksız. Bütün bunlar olurken Filistin asıllı ünlü oyuncu Muhammed Bakri ve arkadaşları Lorca’nın “Bernarda Alba’nın evi” oyununu sahneliyor. Burada da, bir annenin (İsrail) kızlarına zulmü resmediliyor. Cenin katliamı Bakri ve arkadaşlarına “Biz ne yapıyoruz?” sorusunu sorduruyor. Sonra bir protesto eylemine gidiyorlar kampın önüne. Cenin girişinden belli bir mesafe uzaklıktaki askeri kontrol noktasının önünde “Katliam durdurulsun” mesajlı bir eylem yapıyorlar. Bir beyaz Subaru araçtan inen bir İsrail askeri, göstericilere kontrolsüz bir şekilde ateş açıyor. Bakri’nin oyuncu arkadaşlarından bir kadın kolundan yaralanıyor. Güçlükle durdurulan asker, daha sonra hiçbir suçlamaya maruz kalmadan yaşayıp gidiyor. Ama kadın oyuncu artık mesleğini sürdüremiyor. Bu saldırı, Muhammed Bakri için sarsıcı oluyor ve “Bize burada bunları yapanlar acaba içeride ne yapıyordur?” diyerek bu sorunun cevabını araştırmaya karar veriyor. Nisan ayı sonunda bir yolunu bulup kampın içine giriyor ve çekimlerine başlıyor. Film sonbaharda tamamlanıyor ve İsrail’de yalnızca iki kez gösterilebiliyor. İsrail halkının büyük ilgisi ve şaşkınlığının ardından büyük bir karalama kampanyası başlıyor. Fiilen gösterimler durduruluyor, davalar gündeme geliyor. Muhammed Bakri 2002’den bu yana çok boyutlu bir saldırı kampanyasının hedefi durumuna geliyor. İsrail’de çok sevilen bir oyuncu olan Bakri’nin yönetmenlik öyküsü böylece bir kabusa dönüşüyor. 6 2 OCAK 2010 CUMARTESİ Sınırları olmayan yönetmen “Her şeyi denemek istiyorum. En iyisini yapmaya çalışıyorum. Kendimle yarışıp, kendime meydan okumak istiyorum” diyen Fatih Akın farklı şeyler denemeye hazırlanıyor. Tek bir alanda kalmamak, sinemanın sınırlarında gezinmek istiyor. Ama insanın her zaman başyapıt yapamayacağını ve kendisinin bir başyapıt makinesi olmadığını da hatırlatıyor. Fatih Akın’ın son filmi Soul Kitchen dostluk, aşk, yemek ve müzik üzerine keyifli bir film. Yaşamın Kıyısında’dan sonra bir rahatlama filmi olarak çekmiş Akın, Sol ŞİRİN Kitchen’i. Kendini ve izleyenleri onlara bir pencere GÜVEN eğlendirmek açıp temiz hava aldırmak için... Ancak şimdi Akın’ın gözü bambaşka yerlerde. “Benim ufkum zengin. Sinema çok zengin ve geniş bir alan ve gerçekten sinemanın her şeyini seviyorum. Bu yüzden de her şeyi denemek istiyorum. En iyisini yapmaya çalışıyorum. Kendimle yarışıp, kendime meydan okumak istiyorum. Tamamen sınırsızım” diyen Akın’ın bundan sonraki hedefi sürpriz yapmak. Zaten şimdiden ‘Soul Kitchen’ın gala gösteriminde sinema salonuna salınan kokuyla başladı bile bizi şaşırtmaya. Filmin geçtiği yer olan restoran, sadece bir iş yeri değil. Orası bir yuva gibi oradakiler için, kendilerini ait hissettikleri bir yer... Evet. Serdar Akar’ın Gemide filminin afişinde “Bir memleket gibidir gemi” diye bir slogan yazıyordu. O gemi bir şey sembolize ediyordu yani. O zamandan beri bilinç altımda bir şeyler topladım. Filmdeki lokanta, memleket duygusunu ifade ediyor. GAMZE ERBİL Dengeli bir film yapmak istemedim En son mahkemenin aklama kararına karşın üst mahkemeye giden İsrailli asker ailelerin davası hala gündemde. Gelecek 10 Mart’ta duruşması yapılacak olan bu dava için bir dizi uluslararası kampanya sürdürülüyor. Cenin Cenin, 2002’de yaşanan katliamı, oradaki Filistinlilerin gözünden anlatan, tümüyle gerçek kişilere ve olaylara dayanan bir belgesel. “Taraflı olmakla” sonra “yalanlara dayanmakla” suçlanıyor. Yalanlar iddiası büyük bir yalan. Taraflılık ise, işin doğası gereği. Bakri şunu söylüyor: “Bu bir askeri operasyon filmi değil ki. İnsanların ve oradaki durumun anlatıldığı bir film. Ben ‘dengeli’ bir film yapmak istemedim zaten.” Film Türkiye’de de 2006 yılında Belgesel Film Festivali’nde gösterilmiş ve hayli yankı yapmıştı. Muhammed Bakri daha önce iki kez Türkiye’de bulunmuştu. Bu kez bir kısa film projesinde yer aldı. İkinci Dünya Savaşı sonrası yazılmış bir kısa öykünün Filistin uyarlaması olan filmin çekimleri Adana’da ve Arapça olarak yapıldı. Kendisiyle filmin çekildiği mekanda konuştuk. Bir rahatlama filmi O restoran gerçek galiba değil mi? Filmin başrolü Adam’ın bir Yunan tavernası vardı bizim mahallede. Mahallenin sanatçıları, ressamları, müzisyenleri, hırsızları orada takılırdı. Orası bir liman gibiydi bizim için. Bu fikir 2003’te Duvara Karşı’dan hemen sonra oluştu. Sonra Altın Ayı’yı kazandım ve önüme bir uluslararası market ve pazar açıldı. Ciddi bir yönetmen olarak kabul edildim uluslararası piyasada, özellikle de Fransa’da. Duvara Karşı’dan sonra Soul Kitchen’ı çekmek yakışmaz diye bu işe soğuk gözle baktım. Daha ciddi şeyler yapayım diye düşündüm ve Yaşamın Kıyısı’nda geldi. Çok ciddi bir filmdi, ölüm üzerineydi. Ustam, ortak yapımcım ve arkadaşım çekimin son haftasında İstanbul’da vefat etti. Çok bunaldım o sıralarda. Böylece Soul Kitchen’ı bir rahatlama filmi olarak çekeyim dedim. Yani sanki pencereleri açıp içeriye temiz hava almak gibi... Bizde öyle bir anlayış mı var? Eğlenceli şeyler anlatınca film önemsiz mi oluyor? Jeopolitik bir film değil bu, siyasal bir mesajı yok. Öyle bir fikirle yola çıkmadım zaten. Seyircimi ve kendimi eğlendirmek istedim bu filmde. Kendimle rekabet etmek, yarışmak istedim. Her zaman ‘masterpiece’ (başyapıt) yapamaz ki insan zaten... Ben bir ‘masterpiece’ makinası da değilim ki... Filmde Uğur Yücel’in canlandırdığı kırık çıkıkçı geleneksel ile yenilikçi yaklaşımına bir gönderme gibi... Evet, her şey zamanla değişiyor. Filmde bunu eleştiriyoruz biraz. O karakter de gerçek mesela. Almanya’da babam götürmüştü belimden rahatsızım diye. Öyle çektirttim belimi. İnanılmaz geliyor insanlara ama hiç öyle değil aslında. Her şeyin en iyisini okul tıbbı bilmiyor ki, her şeyi çözemiyorlar ki... Bu da çok daha geleneksel ve eski bir bilim aslında. Sanatçı dürüst olmalı Neden Türkiye’desiniz? Filistin konulu bir kısa film için. Bu film benim için çok ilginçti, senaryo etkileyiciydi. Ayrıca filmin dayanışma amaçlı olması da ilgimi çekti. Bu yüzden Türkiye’ye geldim. Film için Adana’da bir Arap mahallesi mekan olarak kullanıldı, sizce bu Filistin için uygun bir mekan mıydı? Kesinlikle doğru bir yer Adana. Çekimleri yaptığımız mekan, çevredeki insanlar tümüyle Gazze ortamını andırıyor. Bu film son derece sembolik ve temsili bir şey söylüyor, geçen yıl Gazze’de yaşanan saldırılara ilişkin. Çok insani bir hikaye. Erkek kardeşini arayan bir çocuk, yıkıntıların arasında. Ve bir adam var, umut yaratmaya çalışan, her şeye rağmen. Umudu yaşatmak önemli. En sevdiğiniz yönetmen hangisi? Taviani kardeşler. Onlarla birlikte de çalıştım, son olarak The Lark Farm adlı filmde. Politika ve sinema arasında nasıl bir ilişki var sizce? Elbette var, ama doğrudan değil. Çünkü ben sinemada politikaya inanmıyorum. Önce iyi sinema yaparsınız, sonra bunun sonucu olarak politik bir mesaj üzerine düşünürsünüz. Sloganlardan ibaret kalan filmlere inanmıyorum. Filistinli bir aktör olarak İsrail’deki sinema sektörünü, çalışma koşullarını anlatabilir misiniz? Eğer Filistinliyseniz, İsrail sinemasında çalışmak gerçekten çok güçtür. İsrail filmleri genelde belli bir bakış açısına sahiptir. Benim farklı bir yaklaşımım var ve bu onların istediği yaklaşım değil. Çok sınırlı örnekte, filmde kendinizden bir şey bulabilirsiniz. Kendi görüşünüzü bunun içine yerleştirebilirsiniz. Ama çok güç bu. 2002 öncesinde, yani Cenin Cenin’i yapmadan önce durumunuz nasıldı? O zamanlar daha iyi durumdaydım, çalışabiliyordum. Sonra beni boykot ettiler, suçladılar. Yalnızca mahkemeler değil; sürekli takip altındaydım. Aklımı durdurmak istediler, sesimi kesmek istediler. Tüm koşullarımı değiştirdiler. Çok zordu Sizi yalancılıkla suçlamalarından çok etkilendiğinizi söylemiştiniz… Bir sanatçı, öncelikle dürüst olmalı. Eğer dürüst olmadığınız söylenirse bu sorun olur. Ben hiçbir zaman yalan söylemedim insanlara. İnsanlara dokunabilmek için dürüst olmalıyım, samimi olmalıyım. Filme karşı yürütülen kampanyada benim “yalan söylediğimi” söylediler, bu çok yaralayıcıydı. Cenin Cenin’e karşı üç film yapıldı, biri doğrudan filmi hedef alan ve bu filmler aylarca TV’den yayımlandı. Kaç film yaptınız? Genelde nasıl içerikleri oldu filmlerinizin? 30’dan fazla. 4’ü İsrail yapımıydı, diğerleri Filistin ve uluslararası yapımlar. Çoğu politik filmlerdi. Yalnızca bir tane aşk hikayesi vardı. Zehra isimli bir film var şimdi. Filistinli bir kadının hayat hikayesi eksenli. Merak ettim, gözlemledim, yaşadım Filmlerinizde mutlaka göçmen bir karakter oluyor. Özellikle mi koyuyorsunuz böyle karakterleri? Evet, Adam da benim gibi. Yani Hamburg doğumlu ama annesi babası Yunan. Ancak ben onları göçmen gözüyle görmüyorum ki... Ben onları çok doğal buluyorum çünkü bu benim gerçek hayattaki yaşamım. Asıl bana bire bir Alman karakteri yazmak egzotik geliyor. Gece yaşamı da hep oluyor filmlerinizde... Eğlenmek, takılmak, gece hayatı, kızlar... Bunlara yaşamımda nedense hep önem verdim. İlk diskoya 12 yaşımda gittim. Ne müzik dinlenir? Moda nedir? Ne giyilir ya da giyilmez? Bunları hep merak ettim. Gecenin sonunda herkes sarhoş oluyor. Peki sonrasında neler oluyor? Merak ettim, gözlemledim ve yaşadım. Neden hep aynı oyuncularla çalışıyorsunuz filmlerinizde? Bu bir tarz mı? Öncelikle bunlar en iyiler. Ben de en iyilerle çalışmak isterim. Ayrıca tanıdığın insanlarla çalışmak her zaman daha pratik. Tanışırken zaman kaybediyorsun gibi... Anlaşmak, dil tutturmak, neyden hoşlanıp, hoşlanmadığını kestirmek... Einstein’ın dolabında aynı takım elbiseden 10 tane varmış. Ne giyeceğim diye zaman kaybetmesine engel olmak için... Hem eğlenceli filmler yapıyorsunuz, hem de duruşu olan filmler... Benim ufkum zengin. Her şeyle ilgileniyorum. MTV’de Jackass’i de izlerim, çok ciddi ağır belgeselleri de... İyi olmaları önemli bir tek. Sinema çok zengin ve geniş bir alan, gerçekten sinemanın her şeyini seviyorum. Bu yüzden de her şeyi denemek istiyorum. En iyisini yapmaya çalışıyorum. Kendimle yarışıp, kendime meydan okumak istiyorum. Sınırsızım! Türkiye ikiyüzlü Türkiye hükümetinin tutumu ve örneğin Tayyip Erdoğan’ın Davos’ta yaptığı çıkışı nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk hükümetinin ikiyüzlü olduğunu düşünüyorum. İçeride kendi halkına dönük olarak Filistin yanlısıymış gibi görünüyor, ama uluslararası alanda öyle değil. Ben hükümetin halkıyla, halklarla alay ettiğini düşünüyorum. ABD ve İsrail Türkiye’nin Müslüman ülkelerle kendileri arasında aracılık yapmasını istiyorlar. Bunların da ikiyüzlü tutumları var. Örneğin Ermeni sorununu ele alalım, İsrail neden Türkiye’nin “soykırım yoktur” tezini destekliyor, ben soykırım vardır demiyorum, ama bu konudaki tavrı tümüyle ikiyüzlüdür. Bu konularda halkı yanıltıyorlar. Türkiye halkının Filistin konusundaki hassasiyetini biliyorum. Geçen yılki Gazze saldırıları sırasında Türkiye’de İsrail Büyükelçiliği ve konsolosluk önünde yapılan eylemleri biliyorum. Bunları çok önemsiyorum ama hükümetlerin ikiyüzlülüğü başka bir sorun. Türk hükümetinin İsrail ile askeri anlaşmaları var. Tavır alınması gereken çok sorun var, Filistin her gün saldırı altında, İsrail cezaevlerinde yüzlerce Filistinli çocuk var. Bunlar hiç gündeme gelmiyor. Bu ülkeye karşı sorumluluğum var Cenneteki Çöp belgeseliniz ne oldu? Devam ediyor. Ben felsefe olarak yeşil bir vatandaşım. Dedemin köyü çöplük yapılıyor. Yani orası benim köküm. Büyük bir adaletsizlik yaşanıyor. Kanunlara karşı ama yine de Çevre Bakanlığı “Aman boşver” diyor. 58 belediye oraya çöp bırakıyor. Bu topraklara ait hissettiğiniz için mi bunların üstüne düştünüz? Evet, benim bu ülkeye karşı sorumluluğum var. Bunun için de yaptım o filmi zaten. Ben o köyün çocuğuyum, bunu durdurmalıydım. Sivil toplum örgütleri ve medyayla beraber denedik ama olmadı. Hatta zamanında Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe’nin ofisine de gitmiştim bunun için ama beni “Sen git, film yap kardeşim” diye kovdu. Durduramadım, yapabileceğim tek şey belgelemek dedim. Oraya ait hissediyorum diyorsunuz. Hamburg’a da ait hissediyorsunuz... Ben oralıyım. Yani oraya da buraya da aitim aslında. Türkiye’deki gibi durum aslında. Burası annemim babamın memleketi, toprağı. Tabii ki dolayısıyla benim de. Ama ben Almanya’da doğdum. Orada okula gittim. İlk sevişmelerim orada oldu. Her şeyin ilki orada oldu yani. C MY B C MY B