06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CHARLES BAUDELAIRE 200 YAŞINDA İhtişamın ve sefaletin şairi! Victor Hugo’dan yirmi yıl sonra dünyaya gelen Charles Baudelaire (9 Nisan 1821 31 Ağustos 1867) kırk altı yaşında bu dünyaya veda etti. Hugo’nun uzun ve mutlu bir yaşamı oldu, oysa Baudelaire için aşk ve güzellik dahil her şey acı ve düş kırıklıklarıyla ile doluydu. Yaşamı ve ölümü hüzün vericiydi. Baudelaire’in umut etmenin ötesinde, bütün duaları kabul edilmiştir. Yaşamı boyunca çok acı çekti. Bu acılar onu kendisinden sonra gelenler tarafından sevilen ve hayranlık duyulan bir şair yaptı. Kuşkusuz Baudelaire’den sonra dünya aynı dünya değildi. Yolculuk, düş, şehvet, mutluluk Kötülük Çiçekleri’nden kaynaklanan sıkıcı, büyülü, duyarsız bir şey oldu. PROF. DR. ZEYNEL KIRAN Dostum Abidin Emre’nin Anısına D ehasının kurbanı olan Hugo on dokuzuncu yüzyıl Fransız şiirinin simgesi olamadı. Oysa yaşamın yıprattığı, çağdaşlarının tanımazlıktan geldiği, alay edilen, yargılanan Baudelaire, Fransız edebiyatının en büyük şairlerinden biri olarak kabul gördü; bunu da Kötülük Çiçekleri ile hak etmişti. Genç Baudelaire toplumdan ve dünyadan tiksinen bir tür “dandy”di. “Yararlı bir adam olmak bana her zaman iğrenç bir şey gibi gelmiştir” diyecektir.. Paris’in hâlâ en iyi liselerinden kabul edilen Louis le Grand lisesinin parlak bir öğrencisiydi, hatta Latince yazdığı şiirler için ödül bile almıştı. Nedendir bilinmez okuldan atılır; sonunda söke söke lise diplomasını alacaktır.. DÜŞ GÜCÜ, EGZOTİZM VE DENİZ! İlk sevgilisi Sarah la Louchette adlı bir sokak kadınıydı. Üvey baba bu ilişkiden hiç hoşlanmayarak Kalküta’ya giden ilk gemiye bindirip ondan kurtulmak ister. Şair ise Maurice adasına uğrayan gemiden kaçarak üç ay bu adada yaşar, sonra da Paris’e döner. Bu yolculuk düş gücünü geliştirecek, egzotizme ve denize karşı büyük bir ilgi duymasına neden olacaktır. Paris’te onu esrar ve haşhaşın acılarını azaltacağını sandığı bir bohem hayatı beklemektedir. Sıradan bir vodvil oyuncusu, melez bir kadın, siyah Venüs “simsiyah gözlü, heykel tunç alınlı melek” Jeanne Duval ile tanışır. Bu kadın tüm yaşamını ve yapıtının bir bölümünü derinden etkileyecektir. Kuşkusuz Duval ne ilk ne son olacaktır. Şair Thédore de Banville için kendini terk edecek yeşil gözlü, oyuncu Marie Daubrun’e aşık olur. Yine bu dönemde evinde dönemin sanatçı ve yazarlarını ağırlayan Apollonie Sabatier’yi unutmamak gerekir. Bu sevgili de Baudelaire’in yaşamında ve şiirlerinde çok etkili bir rol oynayacaktır: “Neşe, ışık ve mutluluk dolu bir melek/ Ya da/ Esin perisiyim ben, koruyucu Meryem’im” diyecektir. BÜYÜLÜ SÖZCÜKLER, LANETLENMİŞ ALANLAR! Baudelaire deyince, insanın aklına hem hüzünlü hem romantizmin sonunu belirten büyülü sözcükler hem de uzun zaman kapalı, endişe verici ve lanetlenmiş alanlara açılışı dile getiren dizeleri gelir: “O akşamlar kömür aleviyle aydınlanan!/ Ya pembe buğulu akşamları, balkonda geçen/ Başım göğsünde, ne severdin beni o zaman!/ Ne söylediysek çoğu ölmeyecek şeylerden!/ O akşamlar, kömür aleviyle aydınlanan! Ne güzeldir güneşler sıcak yaz akşamları!/ Kainat ne derindir, kalp ne kudretle çarpar/ Üstüne eğilirken ey aşkımın pınarı,/ Sanırdım ciğerimde kanımın kokusu var./ Ne güzeldir güneşler sıcak yaz akşamları”. (Balkon / Çev.: Cahit Sıtkı Tarancı) YALDIZLI DİZELER, ANİ ÇÖKMELER! Baudelaire tek bir kitapla geleceğe kalır. Şiirlerinde lanetlenmiş kadınlar, vampirler, divanlar, kumaşlar, çiçekler, dağınık saçlar, limanlardaki gemiler üstünde sanki bir büyü dalgalanır. Tropikal güneşin altında köleler, uyuşuk tembel gençler düşlere dalarlar. Tıpkı Hugo’da olduğu gibi, Baudelaire’de de kimi yaldızlı dizeler, ani çökmeler, oldukça yavan, dizeler gözlemlenir. Ama bu sanatsız dizelerde bile bir parıltı algılanır; tıpkı “İçe Kapanış” şiirinde olduğu gibi. “Derdim yeter, sakin ol, dinlen biraz” dizesiyle başlayan, “Geceyi dinle, yürüyen tatlı geceyi” dizesiyle biten bu şiir konusunda Paul Valéry şunları söylemiştir: “Bu şiirin ilk ve son dizelerinin öyle büyüsü vardır ki, şiirin kalan bölümünü kaldırsak bile şiir anlamından bir şey yitirmeyecektir.” ROMANTİK ŞAİRİN İSYANI! Stendhal, Flaubert gibi Baudelaire de can çekişen romantizme eşlik eden sanatçılardan biridir. Ama can çekişen bedende hâlâ kıpırtılar vardır. Kuru bir romantik olan Stendhal’in tersine Baudelaire şatafatlı ve büyüleyici bir romantiktir. O şehvet ve çürümüş leşlerin de romantik şairidir. Hastadır, yaşam mücadelesi verir, kâbuslar görür, ölecektir. Sonunun farkındadır, isyan çığlıkları atar: “Ey şeytan bu uzayıp giden sefaletime acı”, der. Ya da; “Hem bıçağım hem de yara/ Hem yanağım, hem tokat/ Hem kurbanım, hem cellât/ Ezen ve ezilen çarkta.” Ve devam eder: “Hey ölüm, yaşlı kaptan, demir almanın zamanıdır/ Bu ülke artık beni sıkıyor, hey ölüm, demir alalım/ Gökyüzü ve deniz mürekkep gibi siyah olsa da/ Bildiğin kalplerimiz ışıkla dolu.” (Çev.: Ahmet Necdet) ÜSTÜN DÜZYAZI ŞİİRLERİ Bütün bunların yanında Baudelaire olağanüstü bir düzyazı şairidir. Hatta 1960’lardan sonra Baudelaire araştırmalarında düzyazı şiirlerinin Kötülük Çiçekleri’nden daha üstün olduğunu söyleyenler az değildir. Gerçekten de düzyazı şiirleri, şiirlerin karalaması değil, lirik ruhun hareketleri, düşün dalgalanmaları, bilincin ani sıçrayışları için karşıt, esnek, uyaksız, dizemsiz ama son derece müzikal bir düzyazı şiiri yaratma isteğinin ürünüdür. Küçük Düzyazı Şiirleri, Paris Sıkıntısı, Yapay Cennetler, Fransız edebiyatında yeni bir alan açarak gelecekteki şairlere esin kaynağı olmuştur. “Her zaman sarhoş olmalı. Her şey bunda: Biricik mesele bu. Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken zamanın korkunç ağırlığını duymamak için, durmamacasına sarhoş olmalısınız [...] Ama neyle? Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun.” Ya da; “Tanrım ne olur, acıyın bize, kadınlı, erkekli delilere acıyın! Ey yaratıcı, bunların neden var olduklarını, nasıl oluştuklarını, nasıl oluşmamış olabileceklerini bilen biricik Varlık için cana var diye bir şey bulunabilir mi?” Ya da; “Bulutları severim... İşte şu...şu geçip giden bulutları...Eşsiz bulutları!” (Paris Sıkıntısı, Çev.: Tahsin Yücel). Güzellik arzusu ile sıkıntının cazibesi, ideal ile leş, Tanrı ile Şeytan arasında kalan şair ölüme karşı mücadele etmek için coşkuya ve sarhoşluğa, düşe ve şiire başvurur: “Bu sesleniş ki bin nöbetçi yineler,/ Bir buyruğun, bin ses borusundan çıkışı/ Bir kalenin burcunda yakılmış bir fener/ Sık ormanlarda yitmiş avcılar çığrışır. Şurası gerçek ki Tanrım, onurumuzdan/ Verebildiğimiz en iyi kanıt, bu tutkun/ Hıçkırıktır hep, çağdan çağa akaduran/ Varır, kıyısında diner sonsuzluğunun!” (Fenerler / Çev.: Erdoğan Alkan) ACILAR ÜSTÜN GELİNCE... Acılar üstün gelince acıya acıyla karşı koymaktan başka çaresi kalmaz: “İffetsizliğe karşı, şükürler olsun Tanrım,/ Acıyı verdin bize, en iyi ilaç olan/ O acı ki en güzel cevherdir inanırım/ Güçlükleri, kutsal şehvetlere hazırlayan!” (Çev.: Erdoğan Alkan) Umut etmenin ötesinde, bütün duaları kabul edilmiştir. Baudelaire, yaşamı boyunca çok acı çekti. Bu acılar onu kendisinden sonra gelenler tarafından sevilen ve hayranlık duyulan bir şair yaptı. Kuşkusuz Baudelaire’den sonra dünya aynı dünya değildi. Yolculuk, düş, şehvet, mutluluk Kötülük Çiçekleri’nden kaynaklanan sıkıcı, büyülü, duyarsız bir şey oldu. n 4 8 Nisan 2021
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle