Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
YILMAZ ŞENER’DEN ‘ELIA’ Hayalle gerçek arası bir ada: Elia Yılmaz Şener bir önceki romanı Kör Adım’da geçmişi anlatırken Elia’da (İthaki Yayınları) gözünü geleceğe dikiyor. Elia Adası’nı, ada detaylarını, insanlarını iyi yansıttığı ve modern bir politika eleştirisi de sunduğu romanında evrensel bir dili ve temayı yakalamış görünüyor. Okurken dünyanın başına bela olmuş totaliter rejimlere, düşünce suçlularına, haksız/delilsiz/iddianamesiz yargılananlara bir de Elia’nın gözünden bakmanızı tavsiye ederim. İREM UZUNHASANOĞLU Y üzyıllarca yıllık geçmişi var ütopya kavramının. Ortaya çıktığından itibaren her yüzyıl değişerek, dönüşerek günümüze ulaşıyor. Bazen distopya oluyor bazen Atwood’un deyimiyle üstopya. Özetle “Cennetin cehenneme dönüşmesi” diyebiliriz. Ana hatlarıyla üç amacı var distopyanın: Totaliter hükümeti eleştirmek, teknolojik/bilimsel gelişmeyi eleştirmek ya da iyilik/insanlık kaybolduğunda neye dönüştüğümüzü göstermek. Ütopya olumlu dinamiğini kaybettiğinde insanoğlunun nasıl da mahvolduğunu kanıtlamak. Yılmaz Şener’in dördüncü romanı Elia’nın (İthaki Yayınları) bize sunduğu dünya ise hem illüzyon gibi geliyor hem de bir o kadar gerçek. CENNET Mİ, CEHENNEM Mİ? Okur kendini bir apokalip dünya düzeninde, bir distopya öngörüsünün içinde bulurken aynı zamanda “Biz zaten bunu yaşamıyor muyuz?” diye toplumunu, düzenini sorguluyor. Okuyanları her an diken üzerinde bırakırken modern bir politika eleştirisi yapmayı da ihmal etmiyor. Peki nedir Elia? Bir cennet tezahürü mü yoksa cehennem anlatısı mı? Romanın başkahramanının Elia isimli adaya sığınmasıyla başlıyor anlatı. Aslında bir nevi eve dönüş, zira kahramanımız ana karada yaşadığı zamanlarda hep adayı düşlüyor. Adaya tekrar dönme umudunda yaşama sevincini buluyor. İlerledikçe Huxley’nin Ada’sını, Bacon’ın Yeni Atlantis’ini, The Island (Ada) isimli filmi anımsıyoruz ama Elia hayal olamayacak kadar gerçekçi. Bildiğimiz tüm ada romanlarını ve filmlerini unutup okumakta fayda var. Elia’yı bizzat adanın içinden, yerel birisi anlatıyor. Adanın tarihçesinde sürgün bir general var. Sürgün generalin maiyetinin adaya gelmesiyle ilk yerleşim başlıyor. General öldükten sonra da bir daha hiç kimse adadan ayrılmıyor. Zeytin yetiştiği için adaya Zeytince ismi verilse de özünü korumak istedikleri için Elia demeye devam ediyorlar. Zeytince adanın gerçekçi yanıyken Elia hayali boyutunu temsil ediyor olabilir. Kimseciklerin uğramadığı, turistlerin bilmediği, plajlarının, turistik tesislerinin olmadığı Elia’ya bir gün iki yabancı geliyor. Bottan inen ve kimliği bilinmeyen bu iki yabancı ada insanlarını sorguya çekmeye başlıyor, “Ne zamandır burada yaşıyorsunuz,” diyorlar örneğin. Turizm bakanlığından geldiklerini sansalar da öyle çıkmıyor. Gerginlik ve kaygı hissi sarıyor tüm adayı. Buradan sonrasıysa şaşkınlıkla, zevkle, hayranlıkla okuyacağınız bir anlatıya dönüşüyor. Yılmaz Şener, içinde bulunduğumuz politik durumumuzu, adaletsizliği, yargısızlığı alegorik bir düzeye çekip orada yerinde eleştirilerde bulunuyor. Romanın temel izleği ifade, konuşma ve düşünce özgürlüğü üzerine kurulmuş. DEĞİŞEN VE DÖNÜŞEN TOPLUM! Adada süregelen rejim değişiklikleri sonucu değişen ve dönüşen bir toplum, patriyarkal düzende susturulup eve kapatılmış kadınlar ve özgürlükleri elinden alınmış insanlar görüyoruz. Adada vuku bulan olaylara sesini çıkaran tek kişi de bir kadın. Elia; tekinsiz iki yabancının korunaklı bir yere gelip, orada insanlar üzerinde yarattığı korku, tedirginlik hali gibi evrensel temalar üzerine kurulduğu için ada dünyanın temsiline dönüşüyor, roman yerel düzlemden çıkıyor. Yazar, mekânın hegemonyasından fazlasıyla yararlanmış, çaresizlik izleği de mekânla uyum içerisinde. Ada sıkışmışlık, çaresizlik, itilmişlik, dışlanmışlık hislerini tetiklerken aynı zamanda özgürlük, başına buyrukluk ve başkaldırı hissini veriyor. Sığınılan ve saklanılan mekân yazarın maharetiyle tekinsizliğin ve çaresizliğin kol gezdiği bir yere dönüşüyor. Başkahramanın “Ölmek için doğduğu yere döner insan” dediği Elia Adası romanın sonunda içine girip saklanılan bir yere mi yoksa uzaklaşılması gereken bir yere mi dönüşecek? Yılmaz Şener bu romanında farklı bir janr deneyerek kişisel edebiyat yolculuğunda bir kırılma yaratıyor. Bir önceki romanı Kör Adım’da geçmişi anlatırken Elia’da gözünü geleceğe dikiyor. Adayı ve ada insanlarını iyi yansıtan bu romanda evrensel bir dili ve temayı yakalamış görünüyor. Totaliter rejimlere, düşünce suçlularına, haksız yargılananlara bir de Elia’nın gözünden bakmanızı tavsiye ederim. n ‘Osmanlı resminde İstanbul imgesi, 18 ve 19. yüzyıllar’ Tarkan Okçuoğlu’nun Osmanlı modernleşme sürecinde resim sanatının önemli bir ayağını oluşturan duvar resimlerine ve bu eserlerin ortak paydası olan İstanbul imgesine odaklandığı kitap, İstanbul’un hangi üslup özelliklerine, ne tür söylemlere ve biçim çeşitliliğine göre betimlendiğini araştırıyor. İ stanbul, Osmanlı kültürünün en önemli imgelerinden biri olmasının yanında bir arzu nesnesi olarak da hayalle gerçeğin, izlenim ile kurgunun iç içe geçtiği bir görsel dilin oluşmasına aracılık eder. Tarkan Okçuoğlu, Osmanlı modernleşme sürecinde resim sanatının önemli bir ayağını oluşturan duvar resimlerine ve İstanbul imgesine odaklandığı çalışmasında, Osmanlı sanatındaki ilk natüralist resim denemelerinden yağlıboya tekniğinde tamamen Avrupalı bir üslubun hâkim olduğu döneme uzanan bir zaman diliminde İstanbul imgesini merceğe alıyor. Osmanlı Devleti’nin geniş sınırları içerisinde saraylardan konaklara, camilerden türbelere, hanlardan şadırvan kubbelerine kadar dini ve sivil mimariyi süsleyen duvar resimleri, çalışmanın merkezini oluşturuyor. Son bölümde de Anadolu, Rumeli, Suriye ve İstanbul gibi farklı coğrafyalardan duvar resmi, pulat tepsi, harita örnekleri karşılaştırılıyor. n Hayal ve Gerçek Arasında: Osmanlı Resminde İstanbul İmgesi, 18. ve 19. Yüzyıllar / Tarkan Okçuoğlu / Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü / 241 s. 17 22 Nisan 2021