Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ERLEND LOE’DEN ‘KADININ FENDI’ Modern zamanlarda aşk Erlend Loe’nun 1993’te yazdığı ilk romanı Kadının Fendi, postmodern zamanın bireyci yanına odaklanan, özneyi bulma arayışı olan bir roman. Loe’nun öteki romanlarında da karşılaştığımız kapitalist modernist eleştiri, Salvatore ve Marianne’nin aşkları ekseninde yön buluyor. Romandaki ilişki; yenidünya düzeninde aşk, haz, cinsellik, ahlâk üzerine düşünmeyi gerekli kılıyor. SACIDE ALKAR DOSTER K arakterlerin gündelik hayatlarına dair ayrıntıların, aşkı, yaşamı ve en önemlisi de “kendi” olabilmenin anlamını sorgulattığını söylemek yanlış olmaz. Çünkü basit göründüğü kadar karmaşık da olan “aşk” bir kavram olarak ortaya çıktığı ilk andan itibaren üçüncü bir kişi gibi ilişkinin içinde varlık gösteriyor. Salvatore sıradan ve tekdüze hayatına Marianne’yi dâhil ederek, inişli çıkışlı, birlikte ama bireyci bir ilişkinin içinde buluyor kendini. Romandaki ilişki; yenidünya düzeninde aşk, bize çağrıştırdığı anlamlar; haz, cinsellik, ahlak (ötekine karşı sorumlu olmak) ilkeleri üzerine düşünmeyi gerekli kılıyor. Modernizim sonrası dönem, siyasi ve ekonomik gelişmelerin yanında sosyolojik ve psikolojik alanda da birçok değişimi zorunlu kıldı. İnsan ilişkilerinde özellikle toplumsal yabancılaşma boyutunda karşılaştığımız değişim, duygusal ilişkilerde yeni argümanlar ve anlamlar edindi. Bu nedendir ki aşkın bileşenlerini oluşturan; sadakat, arzu ve karşılıklı özveri (ötekine karşı sorumluluk) bugün eskisinde çok daha farklı bir konumda. KUSURSUZ SEVGİLİ Romanın başlangıcında kadına biçilen kusursuz sevgili imajı, “kendi” olmak ile bireysel çıkarları gözetmek arasında gelgit bir tablo çizer, keza erkeğin sergilediği edilgen tavır da ilişkinin hayatındaki manasını sorgulamak söz konusu olduğunda, değişir ve bir arayışa dönüşür. Erkek gerçek hislerinin ötesinde kadın ile ortaklaşabilmek ve ortak hissedilen bir duygunun, aşkın büyüsüne kapılma isteği taşır özünde. Erkeğin hissettiği ya da hissetmeyi umduğu duygular, kadın için de bir denge arayışı olarak yorumlanabilir. “İs tisnasız, sadece Marianne vardı aklımda, ancak bu hissettiğimin aşk (ya da bilindik başka bir şey) olduğundan emin olamamak beni endişelendiriyordu. ÂŞIK OLDUĞUMA KENDİMİ İNANDIRDIM Ancak uykuya dalmadan önce, âşık olduğuma büyülenmişçesine kendimi inandırdım (yani bu fenomenin bir yığın alt katmanı var, dedim; aşk bir sürü şey olabilir)” Erkekte okuduğumuz kendini aşka ikna çabaları, romanın çeşitli bölümlerinde yinelenir. Aynı belirsiz tutum ilişkinin öteki cephesinde, yani kadının duygularında da gö ze çarpar. “Âşık olduğunu, bilememek, hissedilen duyguyu aşka yormak” iki karakterin ortak noktasıdır. “Marianne ilk kez ona âşık olup olmadığımı sordu. Pek bilemediğimi söyledim. “O zaman âşıksın demektir” dedi…” Dinsel düşüncenin kendisine yüklediği suçluluktan kurtulan modern bireyin; bedensel ve tinin hazları, ruhun heyecanlarıyla birleştirebilmesi, insanda aynı anda birçok şeye ait olmak dürtüsüne de neden olmuştur. Esasen romanın başından itibaren sorgulanan, bir ilişkiye neden ihtiyaç duyulduğu ya da mevcut bir ilişkinin taraflarından beklenenlerin ne olduğu soruları, temel olarak özgür bireyin “kendi” olabilmek yolunda yaptığı sorgulamaları ifade eder. “Baudelaire modernliği, sonsuz olanın şimdiki anda mevcut olması diye tanımlarken…bir yüzyıl sonra o modernlik şimdiki anın tutsağı olmuş ve anlamın giderek daha tam bir biçimde ortadan kalkmasına doğru sürüklenmiştir.” (Alain Touraine, Modernliğin Eleştirisi) Hissedilen ya da hissedildiği sanılan duygulara bir ad takmak, onu ölçmek yüceleştirmek ya da onu aciz göstermek bir yönüyle insanın “anlam” bulma çabasına işaret eder. Karakterlere habitatlarının dışında birbirlerine bakma imkânı veren seyahat, çiftin kendini bir diğerinin yanında nasıl konumlandırdığı sorusu ve daha başka birçok soru doğurur. “BENDEN, BIZ” OLMA YOLUNDA Başlangıçta “benden, biz” olma yolunda kurulan bağlar, bu kez bireyselliğin ön plana çıktığı özbenlik ve özgür birey kavramlarına döner yüzünü. Kadının içgüdüleriyle belirlenen seyahat tıpkı çiftin ilişkileri gibi belirsizliklerle örülür. Marianne’nin yansıttığı kadın ima jından bahsetmek, romanın ana karakterini ve kadın imgesinin romandaki esas yerini görmek bakımından önemli. Çünkü kadının (Marianne) çizdiği kendinden ödün vermeyen ama ötekinin cazibesine kapılmaktan da geri durmayan kadın resmi, bugünün dünyasında aşkın ideal kahramanlarından birini simgeler. “Günümüzde dünyanın bir bölümü dört elle ulusal, kolektif ya da bireysel kimliğinin arayışı ve savunmasına sarılırken, bir başka bölümü de tersine, dünyayı sürekli yeni ürünlerin vitrine çıktığı bir süpermarket olarak görür ve yalnızca değişime inanır. BAZILARI İÇİN DÜNYA Bazıları için dünya bir işletme, bir üretim toplumudur. Bazıları içinse asıl cazip olan varlık ya da cinsellik olarak adlandırılan toplumsal olmayan şeylerdir.” Kadının Fendi’nde yaratılan yegâne değişmezin, “değişim ve süreklilik” olduğu bilgisiyle Erlend Loe, sınırları genişleyen, ahlaksal normlardan, dinsel ya da toplumsal kurallardan uzak, kendini arayan özgür bir kadın imajı yaratmış. “...feminist hareketler tarihi, geniş çapta, ilk önce geleneksel kadın rollerinin ortadan kaldırılmasından sonra, çocukla, daha sonra da biraz daha tereddütlü olmakla birlikte, erkekle olan ilişkinin yeniden keşfinin tarihidir. Kadının kendine dönüşü en çok aşk ilişkileri ve erotizme yönelişle gerçekleşmiştir... Birey ancak bir özgürlük, özgür bir ben üretimi mantığı adına uygulanan toplumsal egemenliğe karşı çıkmakla Kendi’nin elinden kurtularak, Özne’ye dönüşür. İnsanın nesneye dönüştüğü bir dünyada Özne’nin ve sahip olduğu hakların kendini kanıtlamasına olanak sağlayan, toplumsal yaşamın bir makine ya da bir organizma olarak sunulduğu yapay imgenin reddi, aşkın ilkelertanrı, akıl ya da tarih adına değil de özgür ben üretimi adına yapılan eleştiridir.” (Alain Touraine, Modernliğin Eleştirisi) Erlend Loe, Kadının Fendi’nde ortaya koyduğu hikâye ile ataerkil toplumlarda kadına biçilen rolü, onu tarif ederken dizilen klişeleri, dokunulmaz ya da ahlak ile bütünleşmiş yargıları yerle bir etme yoluna giderek, küçük ama etkileyici bir anlatı ortaya koymuş. n Kadının Fendi / Erlend Loe / Çeviren: Dilek Başak / Yapı Kredi Yayınları / 136 s. / 2019. 4 12 Mart 2020