07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

[email protected] Gabriela Mistral / Şiirler Çeviren: Ayşe Nihal Akbulut 1 889 yılında Şili’de doğan ozan ve eğitimci 1945’te Nobel Edebiyat Ödülü kazanan ilk Güney Amerikalı olmuştur. On yedi yaşında öğretmen olarak yaşam kavgasına katılan Mistral genç yaşta yitirdiği nişanlısının ve genç yeğeninin ar dından kendini bütünüyle şiire vermiş ve eğitim üzerine yazılar da yazmaya adamıştır. Şiirlerine doğa, yurt ve insan sevgisi, Hıristiyan öğretisine ve öte dünyaya olan inancı yansımıştır. Çalışmalarıyla dünya çapında ün kazanan ozan, Neruda şiirinin değe rini ilk tanıyanlardan olmuştur. Dünyanın birçok ülkesinde Şili elçisi olarak görev almış ve eğitim yaklaşımıyla hem Şili’de hem Meksika’da eğitim dizgesini yönlendirmiştir. Yaşamını 1957 yılında 67 yaşındayken New York’ta yitirmiştir. ÜÇ AĞAÇ Devrilmiş üç ağaç keçiyolunun kıyısında yatıyor. Oduncu unutmuş onları ve söyleşiyorlar içleri tıkabasa sevgiyle dolu, üç kör adam gibi. Günbatımı güneşi saçıyor kanını canını yarılmış keresteye ve esen yel taşıyor kokusunu bağrındaki açık yaranın! Biri, burulmuş, uzatıyor koca kolunu ve titreşen yapraklarıyla ötekine ve yaraları tıpkı iki gözü andıran, yakarışlarla dolu. Unutmuş onları oduncu. Gece çökecek. Başlarını bırakmayacağım. Yüreğime dolduracağım uysal reçinelerini. Ateşim olup ısıtacaklar beni. Ve sessiz ve sarılmış bulacak bizi birbirimize doğan gün, yaslar içinde bir yığın. BANA ELINI VER Tasso Silveira için Bana elini ver, dans edelim; Elini ver, seveceksin beni. Tek bir çiçek olacağız ikimiz, tek bir çiçek, o kadar. Aynı türküyü tutturacağız, aynı adımları atacağız. Çimen gibi dalgalanacağız esen yelde çayır gibi, o kadar. Senin adın Gül benimki Umut; Ama çıkacak aklından kendi adın, çünkü bir dansa dönüşeceğiz tepelerde dönülen, o kadar. Şili toprağında dansediyoruz, Leah’dan ve Raşel’den daha güzel; dudağında ve yüreğinde öfke olmayan insanlar yetiştiren toprakta… Yemyeşil bahçelerin toprakları sapsarı buğdayların toprakları, kıpkızıl bağların toprakları, ne hoştur çiğnemek bu toprağı. Yanaklarımız tozundandır, akarsuyu kahkahamız; ve öperken ayaklarını dansçıların doğum döşeğindeki ana gibi inilder. Güzeldir, güzelliğinden isteriz otlakları dansçılarla aka kessin; özgürdür, özgürlüğünden isteriz yüzü türkülerle yıkansın…. Yarın yarıp ayıklarız taşlarını, bağlar elmalıklar yaparız; yarın kentler köyler kurarız, bugün ancak dansedeceğiz. SU Yavrucuğum benim, ne de korkutmuş seni götürdüğüm yerdeki Su ve olanca korkun, aldığın zevkten çavlanlarla çevreye saçtığı. Çağıl çağıl dökülüp akıyor bir kadın gibi, köpük köpük kumaşlar içinde körlemesine. İşte su bu, budur işte su, yola koyulmuş geçip giden bir ermiş. İki büklüm bedeni koşuyor, köpükten imler saçarak; kimileyin yaklaşıp kimileyin uzaklaşarak. Ve geçerken kırları derip götürüyor ve taşıyor çocuğuyla kucağında anayı… İki yakası da içiyor sudan, Susuzluk kana kana içiyor doyasıya, içiyor inekler de öküzler de, yine de bitip tükenmiyor, Sevgilimiz Su. KAÇIŞ Anacığım, yürüyorum düşümde mora kesmiş kırsalda: kara bir tepe, hep dolanan öteki dağa ulanmak için; ve belli belirsiz sen ardındaki tepede, ama hep bir başka tepe çıkar önüme, yanından dolanacak, bedelini ödemek için, senin ve benim keyfimizin tepesine geçişin. Ama ara sıra sen kendin de yürüyorsun o tuzaklar ve yağmalar yolunu. Sen beni ben seni duyumsayarak, tanıyarak, ama gelmeden göz göze bile birbirimizle, ve bir çift söz bile edemeden, sanki Evridiki ile Orfe gibi bir başına, ikimiz de bir sözü tutar ya da cezayı öder gibi, karasular inmiş ayaklarımıza, sesimiz kesilmiş. Ama kimileyin yanıbaşımda yoksun: İçimde taşıyorum seni, bir keder yüküyle ve sevgi yüküyle bir yandan, tıpkı garip forsa gibi forsa babasını sırtlayan, birbiri ardına sıralanmış tepeleri ipe dizip, içimi dağlayan sırrı açığa vurmadan: Acımasız tanrılardan kapıp kaçırdığımı seni ve bizim olan bir tanrıya gittiğimizi. Yine bir başka seferinde ne önümüzdeki tepesin, ne gelmektesin benimle, ne de soluğumdasın: Dağların sisinde çözünüp gittin mora kesmiş kırsala bıraktın kendini. Ve küçümseyen sesini salıyorsun bana üç ayrı noktadan ve acıdan parçalanıyorum, çünkü tek bir bedenim var, senin bana verdiğin, ve sen yüz tane gözü olan su, bin kollu kırsalsın, artık hiç olmayacaksın sevgililerin olduğu gibi: ne canlı bir göğüs canlı bir göğse yaslanmış, ne de yumuşayıp çözülerek hıçkırıklara dönüşen bronz düğümü. Ve hiç olmayız biz, biz hiç öyle kalmayız, yüce tinler için dedikleri gibi kalmayız, onlar varırlar Tanrılarının önüne, iki çember ışık ya da iç içe geçmiş iki madalyon, bir görkem ışınından ipe dizilmiş ya da altından bir akarsuya yatırılmışlar. Ya da arıyorum seni ve senin haberin yok, ya da benimle geliyorsun ve göremiyorum yüzünü; ya da içimde geliyorsun korkunç bir bağıtla, sağır bedeninle bana aldırışsız, tepelerden dizilmiş bir tespihin içinden, verdiği keyfi kanla ödeten, bize dans ettiren her bir tepenin çevresinde, şakakların yandığı ana değin, aşırı çılgınlıkların şangırtısından, ve kızıl burgaçtaki tuzaktan! Annemin Ölümü 18 12 Mart 2020
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle