06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

DOĞUMUNUN 106’NCI YILINDA OĞLUNUN KALEMİNDEN ORHAN KEMAL Dirençli ve tükenmez bir usta! “Aşık Veysel’in ‘Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece...’ deyişini Orhan Kemal için kısa yaşamında geleceğe bıraktığı çağları aşacak eserleriyle almakta olduğu uzun yolu ve ölümünün üzerinden geçen elli yılı düşünürüm. Bu sürenin yirmi yılına yoğun bir uğraşla babam Orhan Kemal için yayımladığım on iki kitap, yeni keşif isimler, fuar, okul etkinlikleri ve bir müze sığdırdım. Doğumunun 106’ncı yılında kaleme aldığım bu yazıda kitap olarak üzerinde çalıştığım biriken anılar ve anekdotlardan oluşan eserden tadımlık satırları ve yeni bulduğum ismi paylaşmak istiyorum.” IŞIK ÖĞÜTÇÜ O rhan Kemal’in en yakın arkadaşı Fikret Otyam’ın “Arkadaşım Orhan Kemal ve Mektupları” kitabında babamın sözünü ettiği hikâyeye “Hayrullah Güçlü” imzasını attım. “Bu tip hikâye ve romanlar yazmak niyetindeyim. Ve bu imzayı kullanmak!”, satırlarını her okuduğumda bu isimle nerede ve nasıl karşılaşacağımı kendime sorup duruyordum. Fakat şu ana kadar bunu bulmak mümkün olmamasına rağmen, gazeteci yazar Mazlum Vesek’in bana ilettiği başka bir isim şaşırttı ve mutlu etti. Hemen onun söylediği kaynağa baktığımda Orhan Kemal’in bilmediğim yeni bir ismini ve bu isimle yazdığı tanıdık hikâyelerini bir anda karşımda buldum. REŞAT KEMAL! Birkaç yıl önce araştırmacı Murat Baycanlar Türk Sözü gazetesinde 1934’te yayımlanan “Reşat Kemal” imzalı Orhan Kemal’in “Zeynep” isimli bir öyküsünü bana ulaştırmıştı. Bu isimle şiir yazdığını biliyordum ama öyküsü sürpriz olmuştu. Kendisi de bir röportajında 1516 yaşlarında skeçler yazdığından söz ediyordu. Demek oluyordu ki o dönemde diyaloglara aşina olan ve bu tecrübeyi bir veya daha fazla öykü yazarak denemek isteyebilecek bir yazar söz konusuydu. Böylece öykü yazmaya Nâzım Hikmet’le tanışmasından yıllar önce başlamıştı. Nâzım Hikmet kendisiyle aynı koğuşta kalan bu genç yazarı düz yazıda hızlı yol alması için yüreklendirmiş, ufkunu ve toplumcu gerçekçi bakışını şekillendirmişti. ‘PEK ÇOK DEĞİŞİK İSİMLE YAZDI ÇÜNKÜ...’ 1951 ve 1952 yıllarında yayımlanan, başyazarlığını Kemal Sülker’in yaptığı “İşçi Hakkı” gazetesinde “Harman Sonunda”, “Fabrikaya Giren Göçmen”, “Dokumacı İslam”, “Tarlada Doğan Çocuk” ve “Bereketli Topraklar Üzerinde Yaşıyoruz” gibi öyküler tefrika olarak yayımlanmaktaydı. Öykülere atılan imza “Rüştü Ceyhan”dı. Bu ismi görünce şaşkınlığa uğradım ve çok duygulandım. Çünkü öyküler tanıdıktı. Bunları babam yazmıştı. Bu isimle yazarak nasıl bir mücadele içinde olduğuna ve inandığı doğruları yazmak için ne fedakârlıklarda bulunduğuna bir kez daha tanıklık ettim. Evet, ailemin bile bilmediği Orhan Kemal’in yeni bir ismini daha bulmuştum. ‘HER TEKLİFİ KABUL ETSEYDİ ZENGİN OLURDU’ Okuyucularımız da meraklıdır. Neden bu kadar değişik isimle yazmış olduğunu sorabilirler. Bunun yanıtı yine Fikret Otyam’a yazdığı mektupta bulunmaktadır: “Suçlu senaryosu reddedilmiş. Redde esas, eserin sol temayüllü oluşuymuş.. Allah razı olsun. Ya reddetmeselerdi de ‘Uygun’ deselerdi? Kendi kendimden, yani ‘Sol’culuğumdan şüphe edip, kendimi bir çeşit ‘Dönek’ saymaz mıydım?” Talat Kılıç’ın anılarında yer alan Orhan Kemal’in düşüncesine ters olarak yapılan tekliflerin kendisi tarafından nasıl reddedildiğini göstermesi açısından bu anı çok anlamlıdır: Tercüman gazetesi sahibi Kemal Ilıcak, Orhan Kemal’e “Görüşmek istiyorum” diye haber gönderir. Gitmek istememesine rağmen arkadaşları “Git, konuş” derler. Üstat görüşmeye gider. Döndükten sonra, “Benden roman yazmamı ve gazetesinde tefrika etmemi istiyor. Ben de düşünürüz, dedim. Kabul etmem demek, onların politikasını kabul ediyorum anlamına gelir ki, bu bana ters düşer. Ben bugüne kadar bana yapılan teklifleri kabul etseydim zengin olurdum.. ‘Ben halimden memnunum’ diyerek teklifi reddeder.” Ne olursa olsun yaşam devam etmekte, İstanbul’u her gün ekmek için dolaşmak gerekmektedir. Yayınevlerine gidip alacaklar alınmalı ve yeni kitapların basılması konuşulmalıdır. Dolaşırken İstanbul’daki tarihi eserlerin estetik güzelliğinin de farkına varılması gereklidir. ‘DİL VE ESTETİĞİ ÖNDE TUTTU’ Günlerden bir gün Beyoğlu’ndan Cağaloğlu’na dolmuşla giderken, köprü üzerinde Orhan Kemal arkadaşına dönerek, “Yahu şu Süleymaniye var ya, sanki insan eliyle yapılmamış da bu tepeler yamaçlar yaratılırken o da aradan çıkıvermiş gibi. Bak, Haliç’ten yükseliyor yamaç, yükseliyor, yükseliyor Süleymaniye ile tamamlanıp kubbesine kadar yükseliyor. Gözünü tırmalayan bir yanı var mı hiç?” diyor. Bu bakış açısı eserlerinin gerçek ve akıcı tekniğinde estetiği önemsemesidir. >> 14 22 Ekim 2020
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle