Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
KITAP l BEBEK l ÇOCUK cumhuriyetkitapcocuk@gmail.com l GENÇ BURCU YILMAZ l HAFİZE ÇINAR GÜNER l SİMLÂ SUNAY TAŞ KÂĞIT MAKAS Sorun küçük pis yeşil böcek de değil! Çocukların doğayla, yaşamla kurdukları samimi bağ biz yetişkinlere de umut aşılıyor. Füsun Çetinel, yeni kitabında sadece zorunlu bir göç hikâyesini değil, kapitalizmin kuşattığı yaşamlarımızı da küçük bir çocuğun gözünden anlatıyor. HAFİZE ÇINAR GÜNER A ziz, Gaziantep’in Suriye sınırına yakın küçük bir köyde anası, ninesi, köpeği Boğar ile birlikte yaşayıp giderken birden kendini taşı toprağı altın denen İstanbul’da bulur. Savaş sınıra dayandığından beri, köylerinde komşularının malları yağmalanmakta, korku köyün daracık sokaklarında kol gezmektedir. Aziz’in babası o daha bebekken askerde, hayatını kaybetmiştir. Annesi de bir tanecik oğlunu adına savaş dedikleri, ölenleri de şehit mertebesine yerleştirdikleri bu yıkımdan korumak istemiş olacak ki her şeyi geride bırakmayı ve hiç görmediği büyük şehre göç ederek oğlunun amcasının evinde bir sığıntı gibi yaşamayı göze alır. Ancak bu zalim şehirde ekmek aslanın ağzındadır. O da her mücadeleci kadın gibi boş durmaz. Evlere temizliğe gider, oğlunun okula devam etmesini sağlamaya çalışır. Aziz okulu da okumayı da çok sever. Ancak amcasına yük olmamak, cep harçlığını çıkarmak için metroda mendil satar. Her gün çıktığı şehrin gri, pis sokaklarına bir türlü alışamaz. “Aziz’in alıştığı köyünden bambaşka bir yer bu şehir. Dili başka, insanları, yiyecekler, sokakları başka.” (s. 25) diyen yazar, Aziz’in kopup geldiği Yesemek köyünü de ayrıntılı bir şekilde anlatarak onun yaşadığı duygulara bizi ortak eder. Köyün tarihi ve doğal güzelliklerini okurken biz de kırmızı gelincik tarlasında koşmak, bazalt taşından oyulmuş dev heykeller arasında saklambaç oynamak, buz gibi berrak derede yüzmek sonra da bir taşa uzanıp kertenkeleler gibi ısınmak ve doğada özgürce olmayı özleriz. Ama Aziz’in özlemi biz şehirli insanlardan farklıdır, onun özlemi temiz havadan, çayır çimenden fazlasıdır. İçinde yaşadığı doğa onun hayatıdır çünkü. O, sabun kokan, kınalı saçlı ninesini ve onun mutlu sonla biten masallarını da özler, can arkadaşları Ferhat ve Halil’le yaşadıklarını da… Tabii bir de saçları, giysileri, elleri kekik kokan Kekik Kızı özler. Onun özlemi özenti değil gerçektir. O yaşadığı, var olduğu yerden ayrılmak zorunda bırakılmış milyonlarca insandan, çocuktan yalnızca biridir. Gözümüzün önünde akıp giden, kayıp giden… MUTLULUK NEYDİ? Yazar yaşadığı çağın sorumluluğunu duyar ve çağa not düşer. Yazının matematiğini iyi bilen Füsun Çetinel yerel gibi gözükse de aslında evrensel bir soruna dikkat çekmekte ve yaptığı gözlemleri yarattığı kurmacasına aktararak çocuk okuru kışkırtmadan göç, savaş, güç, erk, öteki olma konularında onları düşündürmekte. Onun deyimiy le; kül rengi büyük şehirlerde kulağımız cırcırböceklerinin neşesini arıyor. Oysaki hiç de zor değil hayat. Kitabın kahramanı Aziz de biliyor bunu. Zaten bu zalim şehirde tüm şaşkınlığı da bu yüzden ya. Onun geldiği yerde derelerin çağladığını, sütleğenler ve papatyalar açtığını, başakların rüzgârda savrulduğunu, davarların otlağa yayıldığını, insanların tarlada soğan ve biber ektiğini, çocukların kahkahalarının vadi rüzgârlarına karıştığını okuyoruz. Mutlu muyuz diye sormuyor Aziz’in geldiği yerdekiler, sadece yaşıyorlar. Şehirde ise mutlu olmak için hep bir şeye ihtiyacı var insanların: Güce ve paraya ama o da yetmiyor işte, daha daha fazlasını istiyor insan! Sebepsiz yere mutlu olmayı bilen Aziz’in de zamanla gözü panolardaki rengârenk spor ayakkabılara, kahkaha atan bakımlı insanlara, denizde top oynayan çocuklara, iştah açıcı gofret reklamlarına takılıyor. Yazar, tüm bu panoların başında MUTLULUK yazıyor koca harflerle, diyor. Mutlu olmanın dayatılan bu formülü küçücük bir çocuk olan Aziz’in de kafasını haliyle karıştırı yor. Mutluluk konusunda kimi zaman Aziz dışında yazarın da sesini duymak mümkün oluyor. Aziz’in değil yazarın sağından solundan geçenlerin, karşısından gelenlerin yüzüne bakıp neler düşündüklerini anlamaya çalıştığını; mutlular mı, hayal kuruyorlar mı diye sorduğunu düşünüyoruz. Aziz’in işi insanlara bakmaktır elbet. Bakacak, zamanla onları tanıyacak ve ona göre mendil satacak. Ancak zaman zaman kimi sorgulamaları okuru yadırgatmadan, Aziz’in gözünden, yazar tarafından da aktarıyor. MENDİLCİ ÇOCUK OLMAK ZOR Evet, Aziz zeki bir çocuk; annesi de amcası da onun okuyup büyük adam olmasını istiyor. O da elinden geleni yapıyor. Çocuk omuzlarına yüklenen büyük yüklerin üstesinden gelmeye çalışıyor. Poşetindeki mendillerini bitirince eve koşacak, öğretmenin verdiği resimli kitapları okuyacak. Ama mendilci çocuk olmak zor. Alışık olmadığı trafik, sürekli onu azarlayan insanlar ve bazen de ona görünmezmiş gibi davrananlar var. Aziz’in başı en çok baş belası dediği metrodaki güvenlik görevlisiyle dertte. Herkesin belası, asık suratlı bu adam sadece Aziz’i değil, hava şartları nedeniyle metro peronlarına sığınmış sokak hayvanlarını da, gülüşüp şakalaşan gençleri de, orada müzik yapmak isteyenleri de sevmiyor. Amcası, “Bizim oralardan ama açıkgözlülük edip bizden çok daha önce geldi şehre. Şimdi buraların kralı oldu” (s. 28) diye durumu açıklarken aslında içinde yaşadığımız bozuk düzende herkesin nasıl da küçük büyük iktidar alanları yaratmaya çalıştığının altını çiziyor. İşte bu yüzdendir güce olan tapınmamız! Küçük olanı ezmek, farklı olanı dışlamak bizi onlardan olmaktan kurtarır; “büyük” ve “güçlü” yapar! Aziz bu koca şehirde kendini yapayalnız hisseder. Tıpkı küçük bir böcek gibi. İşte o yüzdendir metroda bulduğu o yeşil küçük böceğe sevgisi. Onu sadece hayvanlara duyarlı bir çocuk olduğu için korumaz. Onunla özdeşleştirir kendisini. Onu korumak için her şeyi göze alır, hatta başbelasıyla karşı karşıya gelmek bile onu yıldıramaz. Onun bu mücadelesi pek çok insanın bastırdığı duyguları harekete geçirir. Özgürlük gereksinimini hatırlatır. Birbirinin yüzüne bakmayan insanlar iletişim kurar ve eyleme geçer. Çünkü sorun sadece küçük pis yeşil böcek değildir! n Küçük Pis Yeşil Böcek/ Füsun Çetinel / Resimleyen: Yusuf Tansu Özel / Günışığı Kitaplığı / 87 s. / 8+ yaş 1522 Ağustos 2019