03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Osmanlı Geç Döneminde Kültürel Araştırmalar Tanzimattan Cumhuriyete uzanan geçiş sürecinde şiir, hikâye, roman alanında verilen örneklerin çoğu bir senteze varamamış olmanın hayal ve havsala eksikliklerini içermekteydi. Somut olguları esas alan “kültürel araştırmalar” ise tanıklık ve belgesellik değerleriyle öne çıkıyor. Sadece edebiyatta değil, yayıncılık alanında da öncülükler yapan, Tasviri Efkâr ga zetesini çıkaran Şinasi ile, Ruznâmei Ceridei Havadis gazetesini çıkaran Sait Çelebi arasında 1860’lar da yapılan “mes’elei meb husetün anha tartışması” he yecanla izlenmiş, gazetele re “tiraj” aldırmıştı. Günümüz Türkçesiyle “anılan nesne” “sözü edilen nesne” anlamı na gelen “terkip” Çelebi’ye göre “mebhusetün anhâ”, Şinasi’ye göre “mebhusü anh” biçiminde olmalıydı. Tartışma, Şinasi’nin bu konuda bir kitap yaz masıyla sonuçlanacaktı. Benzer bir tartışma da, yıllar son ra Ahmet Mithat Efendi ile Ebüzziya Tevfik Bey arasında kopuverdi. Günümüz okuruna daha aşina gelecek, bitmez tükenmez “ne... ne....” tartışması, yani “ne” edatı (ilgenci) yinelemeli kullanıldığında yüklemin olumlu mu, olumsuz mu olması gerektiği tartışması. Farklı örnekler öne sürülerek, tartışmaya başkaları da katıldı. Ebüzziya Tevfik, konuyla ilgili Ne Edâtı Nefyi Hakkında Tetebbuât. (Ne Olumsuzluk Edatı Hakkında İnceleme) kitabını yayımlayarak, geleneğe aykırı biçimde cümleyi olumsuz yüklemle bitiren “yeni yetmeler”e çattı. Aynı konuda bir “risale” daha yayımlanınca Ahmet Mithat Efendi’den kestirme bir cevap geldi: “Ne senin, ne onun kitabı işe yaramaz!” Gazete yazarlarının bile dil üzerine tartışmalar yaptığı ve bunların gazetelere tiraj aldırdığı bir dönemden söz ediyoruz. seyahatnâme, sefaretnâme, gazavatnâme, surnâme, sakînâme, şehrengiz, tezkire, menâkıb, fütüvvetnâme” gibi bir kısmı yine şiirle iç içe, bir kısmı salt düzyazı niteliğinde türler vardı ama şiir kadar ön plana çıkmış değillerdi. Osmanlı dönemi kültürü, çoğu kimsenin zihninde şiir ağırlıklı divan edebiyatı ile özdeştir. O kadar ki, dönemin halk edebiyatı bile Osmanlı’dan sayılmaz, ilerde ulusal edebiyatın temeli olmak üzere ayrı bir yere konur. ACEMİLİK EVRESİ Tanzimat ile başlayıp cumhuriyetin kuruluşuna uzanan dönem ise, batı kültürüne geçişin “acemilik” evresi sayılır, sadece edebiyatı değil, düşünsel ve sosyolojik yaklaşımları da “özenti” ve “kulaktan dolma” bulunur. Oysa, aradaki kopukluk giderildikçe, Osmanlı geç döneminde önemli kültürel araştırmalar yapılmış olduğu ve kim, “yenilik edebiyatı”na (edebiyatı cedide) soyunmuş Tevfik Fikret ve Cenab Şehabettin, “yenilik”ten çok, dilin doğru kullanımının ardına düşmüşler, bu konuda tartışmalara ağırlık vermişler ve bu kozayı delemeyip “modern” edebiyatta kurucu olma şansını kaçırmışlardı. İLGİLERİN EVRİMİ Dönem edebiyatçıları, her alanı doldurma çabası içindeydiler. O kadar ki, Ahmet Mithat Efendi, “ahir” yaşında, “hukuk mektebi”nde ders izleme hevesi yüzünden Beykoz’daki evine dönemeyip geceyi geçirdiği Darüşşafaka’da üşüterek hastalanıp ölmüştü. Damadı Muallim Naci de, şiirlerinin yanı sıra, geride Osmanlı Şairleri, Mektuplarım, Lugati Naci gibi kültürel içerikli eserler de bıraktı ve bunlar yakın yıllarda yeniden yayımlandı. Her ikisinin aynı zamanda besteler yapmış olduklarını da anımsaya KÜLTÜREL BİRİKİM Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde “düzyazı”nın eksikliği hemen göze çarpan bir durumdur. Gerçi “şehnâme, siyasetnâme, bunların esaslı bir “külliyat” oluşturduğu ortaya çıkmaya başladı. Haliyle edebiyat ve tarih yazımı başı çekmekle birlikte, girişte anlatıldığı üzere, “dil” üzerinde, ayrıca felsefe üzerinde yoğunlaşmış dikkatler de vardı. Nite lım. Kuşkusuz müzik ile en çok ülfeti olan “kültür insanı” Ahmed Rasim’di. Bir yandan gediklisi olduğu müzikli alemlerde “irticalen” besteler yapıyor, bir yandan gazetelerde günümüzde hâlâ keyifle okunan ve her biri ayrı bir “kültürel araştırma” niteliğinde yazılar yayımlıyordu. Tanzimat sonrasının bir çok mülkî paşası da (Pertev, Akif, Mithat, Fuad, Ziya, Ahmet Cevdet, Ahmet Tevfik Paşa’lar...) kültür ve sanat ile bağlantılı işler de yapmışlardı. Namık Kemal ve çevresi, işin içine dini de katarak bir “Osmanlılık ideolojisi” oluşturmaya giriştiler ama imparatorluk mozaiği içinde yer alan çeşitli “millet”lerin birer birer kopuşunu izlemek zorunda kaldılar. Kuşkusuz işin vebali imparatorlukta geç gelişen kapitalizmindir ama “Türk uluslaşması”nı, hatta “Kürt uluslaşması”nı Osmanlı’yı yeniden ihya etme umutları da geciktirmiş midir diye düşünmek mümkün. Osmanlı’nın son döneminde söz artık uluslaşma mimarlarınındır. Kültür araştırmaları, hem sosyolojik, hem edebi, hem siyasal boyutlarıyla artık “millî” bir çeşni kazanır ve cumhuriyetin kuruluşuna hazırlanır. TANIKLIK DEĞERİ Selahattin Hilav, materyalist öncü Beşir Fuad’ın otuz beş yaşında intihar etmiş olmasını irdelerken, döne min düşünsel atmosferini hayli verimsiz ve iç karartıcı olarak betimler. “Evrensel” bir olgu olarak felsefe de, aslında bu geç dönemde kendisine az çok alan bulabilmiştir. “Hayaliyun / hakikiyun” tartışması, günümüz maneviyatçılar / materyalistler kavgasından belki daha şiddetli seyir etmişti. Yakın yıllarda yeni yazı ile okuma şansı bulabildiğimiz Beşir Fuad, Baha Tevfik gibi materyalistleri zaman içinde siyasal ardılları izleyecekti. TKP kurucusu sayılan Mustafa Suphi, bunlardan biridir. Bu arada, etkili şiirleri olan bir şair, Rıza Tevfik, adını “filozof”a çıkaracak ölçekte felsefi çalışmalar da yaptı. O, şair, edebiyat araştırmacısı, hoca, siyasetçi, diplomat, jimnastikçi, hatta yakınlarda yeniden basılan ve Türkçede felsefi dili inşa etmede önemli bir başlangıç olan okkalı felsefe sözlüğünün (Kâmusı Felsefe, Haz: Recep Alpyağıl, DoğuBatı Yayınları, 2015) ortaya koyduğu üzere, çok iyi bir “felsefeci” idi, ama bütün bunlar “filozof” sayılmasına yeterli miydi, tartışılır. Son yıllarda Tanzimat sonrası Osmanlı eserlerinin yeniden basımının hız kazandığını görmek sevindirici. Önceleri daha çok bakanlık ve üniversite yayınlarının ön ayak olduğu bu çabaya, artık özel yayınevlerinin de katılmış olduğunu görüyoruz. Hatta salt bu alanla sınırlı yayın yapan yayınevleri de var. Orijinal eserlerin yanı sıra, dergi ve gazetelerde kalmış yazılar da derlenerek okura ulaştırılmakta. Tanzimattan cumhuriyete uzanan süreç bir geçiş dönemiydi; haliyle şiir, hikâye, roman alanında verilen örneklerin çoğu geçiş dönemi gereği bir senteze varamamış olmanın hayal ve havsala eksikliklerini içermekteydiler. Somut olguları esas alan, geçmişten geleceğe köprü kuracak nitelikte, okunması da keyifli “kültürel araştırmalar” ise tanıklık ve belgesellik değerleriyle öne çıkıyor. n 8 1 Ağustos 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle