03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İPEK ÇALIŞLAR’DAN ‘LATİFE HANIM’ Gelin kahraman... Kadının görünmez kılındığı bir toplumda geri planda kalamayan hatta gereğinden fazla öne çıkan bir figür Latife. HAKAN TİMUÇİN L atife Hanım, Halide Edip ve Atatürk gibi birbirleriyle güçlü bağlantıları olan, tarihe iz bırakmış bireylerin biyografilerini yazmak size neler hissettirdi? Birbirleriyle olan ilişkileri kitapları yazarken işinizi kolaylaştırdı mı? Kendimi iyi hissettirdi. Biyografi yazımı çok emek isteyen bir iş. Ama aynı dönemden üç insanı yazmak dönemi ve o insanları çok iyi tanımamı sağladı. Üç kitap da birbirini tamamladı. n Geçtiğimiz yıl yayımladığınız Atatürk kitabıyla birlikte aslında bir anlamda da puzzle’ın eksik parçasını da tamamlamış oldunuz. Muhtemelen artık Latife Hanımı da ha iyi tanıyor, Atatürk’le olan ilişkisini daha iyi analiz edebiliyorsunuzdur. Neler söylemek istersiniz? Doğru. Latife Hanım ve Halide Edib’i yazarken, farkında olmadan Atatürk kitabım için de çalışmışım. Latife’yi tanıdığım için Atatürk’ü daha iyi anladım. Atatürk’ü derinlemesine tanıdıktan sonra, Latife’yi de daha iyi anladım. n Sizi biyografi yazmaya iten ve ötekilerden ayıran nedenler neler? Ben TRT yıllarımın ardından hep dergiler için çalıştım. Çıkarttığım dergiler insan hikâyelerine dayanıyordu. Bir iki sayfalık biyografi yazmak için en az on sayfalık bilgi toplardım. Zaman içinde biyografi bilgisi toplamak, yazmak benim için zevkli bir uğraş haline geldi. 2004 yılında Cumhuriyet gazetesinden ayrıldım. Latife Hanım’ın bilinmezliklerle dolu hayatını yazarak biyografi yazarlığına başladım. Çok fazla kaynak kullanıyorum ve kaynaklarımı okurla paylaşıyorum. Pek de kolay olmayan bir yönteme başvuruyorum, dipnot kullanıyorum. Biyografinin gerçekliği, okuyanı etkiliyor. Okur, ya da bir başka araştırmacı benim bıraktığım yerden araştırmaya devam edebiliyor. n Latife Hanım’ı yazarken hangi kaynaklardan yararlandınız? Yazılış sürecine ilişkin neler söyleyeceksiniz? Çalışmama Atatürk üzerine yazılmış kitaplarla başladım. Daha sonra Uluslararası basının Latife Hanım’a büyük yer ayırdığını keşfettim. Bu anlatılar kitabımı olağanüstü zenginleştirdi. Latife Hanım’ın ailesi ile çok uzun görüşmeler yaptım. Onu tanımış kişilerden hayatta olanlar ile konuştum. Bu zengin malzemeyi, harmanlayıp keyifli bir dille anlatmak için günlerce çalıştım. n Bir hemcinsiniz olarak Latife Hanım’a karşı ne ölçüde objektif olabildiğinizi düşünüyorsunuz? Kitabın feminist bir yanı da var mı? Okurlarım çok objektif olduğumu söylediler. Ben de yeniden okuduğumda okuru çok özgür bıraktığımı fark ettim. Yani ille de Latife’yi sevin, onu haklı bulun gibi bir zorlamam yok gibi. Latife Hanım’ın da kitabın da feminist bir yanı var tabii ki. n Atatürk söz konusu olduğunda öteki figürlerin onun gölgesinde ve geri planda kalması kaçınılmaz gibi görünüyor, bunun zorluklarını Latife hanım kitabınızda hissettiniz mi? Bu dediğiniz doğru ancak, Latife ile birlikte her şey değişmiş. Kadının görünmez kılındığı bir toplumda Amerikalı gazetecilere çay ikram eden bir Latife anında bütün dikkatleri üzerine topluyor. Latife geri planda kalamayan bir kadın. Hatta gereğinden fazla öne çıkarılmış, diyebiliriz. O gün çıkan haberlerden birinin başlığı şöyle: “Gelin kahramanı gölgede bırakıyor!” Batılı gazeteci için Mustafa Kemal, evlendiği kadınla birlikte harem geleneğine nokta koymuş oluyor. n Latife Hanım / İpek Çalışlar / Yapı Kredi Yayınları / 472 s. / 2019 ZAFER DORUK’LA “KİMSELERE YÂR OLMAYAN KUŞLAR” ÜZERİNE Alt sınıf insan maceraları Adana kültürü yazı malzemesi olarak hep çekici gelmiştir. Alt kültürü anlatırken, “kitsch” kültürüne dönüştüren tuzaklardan da kaçınmaya çalıştım. SALIH BOLAT Adana’da doğmuş ve yıllarını bu kentte geçirmiş biri olarak, senin öykülerini oluşturan yaşamları, olayları, karakterleri ve öykülerin zamanlarını yakından tanıyorum. Öykülerin, sanki geçmiş yaşamına, bir vefa borcu ödemek gibi. Yanılıyor muyum? Yanılmıyorsun. Elli yılım Adana’da geçti, yazma bilincini orada edindim, işçi bir babanın altı çocuğundan biri olarak şehrin kıyı bir mahallesinde, Adana’nın kendine has kültürü içinde yetiştim. Öykülerdeki yerel renkler, figürler, motifler, onların anlam kattığı ilişkiler bir araya gelince okurun kafasında bir Adana tablosu canlanıyor. Adana kültürü yazı malzemesi olarak bana hep çekici gelmiştir. Ama alt kültürü anlatırken, lümpenliği kutsayıp parlatarak “kitsch” kültürü ne dönüştüren tuzaklardan da kaçınmaya çalıştım. Öykülerdeki her şey hayatın olağan akışı içinde, toplumsal bir temel üzerinde yaşanıyor ve gelişiyor. n Öykü yazmaya nasıl karar veriyorsun? Seni yazmaya yönelten, yazma heyecanı veren, neler oluyor? Hayat kavgasına erken atıldım, işportacılıktan kütüphaneciliğe çeşitli işler yaptım. Serserilerin, torbacıların ortamında da bulundum, okuryazar ortamında da. Otuzlarımda yazmaya başladım. Öykülerimin yurdu yaşadığım ve yaşananlara tanık olduğum çevreler oldu, Yaşadıklarınız, yazdıklarınıza bir biçimde siniyor, rengini, kokusunu veriyor, yazarken duyduğunuz heyecan okura da geçiyor, yaşanmışlık hissi uyandırıyor. n Öykülerinde kenar mahalle inanlarının, alt sınıf insanlarının “maceraları”nı anlatıyorsun. Onların karmaşık olmayan hayatları, senin dilini de belirliyor gibi, yalın ve “kompleks” siz. Aynı zamanda görsel, yer yer sinematografik  bir dil. Bilinçli bir tercih olduğunu söyleyebilir misin? Bilinçli bir tercih değildi bu. Nedendir bilmem, hep bu dille yazdım. Anlattığım dünya en iyi bu dille örtüşüyordu sanki. Biz o mahallelerde yetiştik, aynı okullarda okuduk. Çeşitli kültürlerin bir arada bulunduğu, birbirinden beslendiği, iç içe geçtiği bir karnaval görüntüsü egemendi oralara. Onca yoksulluğa, yoksunluğa karşın yaşantı bakımından bayram yeri gibiydi. Damlarda gezinen kuşlar, gökyüzünde salınan uçurtmalar, kanalda yüzen çocuklar, kız yüzünden çıkan kavgalar… Kendimi öyküler yazarken bulduğumda da önümde verimli, geniş, kımıl kımıl bir öykü tarlasının bulunduğunu gördüm. n “Bunların Hepsi Hikâye” adlı öyküde, gerçekten yaşadığın bir olayı anlatıyorsun. Olmuş bir olayı öykü diline dönüştürürken zorlandığın oldu mu? Bu öyküyü tetikleyen olayı Adana’da yaşadım. Öykünün kendi gerçekliği ise tamamen kurmaca. Bir hırsızlık olayı var. Bilgisayarım çalınmış, öykülerimi kaydettiğim cihazı da almışlar, çaresiz bir durumda Adana’nın Atatürk Caddesinde yürüyorum. Bir muhabir arkadaşımla karşılaştım, durumu anlattım; bilgisayarımı getirsinler, bırak davacı olmayı, onları ödüllendiririm dedim. Ertesi gün gazetelerin manşetlerinde bu haber vardı. Bilgisayarı çalınan, öyküleri kaybolan yazar hırsızlara sesleniyor gibi bir cümle. Yıllar sonra bunu yazdım. Ortaya yan karakterler, hırsız, onun iç ve dış dünyası çıktı. “Bunların Hepsi Hikâye”, yazar ve onun başına gelenler ekseninde gelişen bir öykü olmaktan çok, hırsız karakterinin bize görünen yanına değil, merceği, tersyüz edilmiş yanına tutan bir öykü. n Kimselere Yar Olmayan Kuşlar / Zafer Doruk / Sel Yay. / 80 s. / Haziran 2019. 12 1 Ağustos 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle