07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

NECLA AKDENİZ’İN YENİ KİTABI ‘KAOTİKA’ Modern ‘Mit’ yazıcıları Necla Akdeniz, Kaotika’da düş(ünce)den yola çıkarak yeni bir dünya ve bağlı olarak yeni bir toplum yaratmaya girişiyor... KORKUT AKIN Şu üzerinde yaşadığımız yerküreyi ve toplumları tanımak için çok çaba harcıyoruz. Geçmişten gelip geleceğe uzanan bu upuzun yolculukta bize yol gösteren mitolojik öyküler oluyor. Dinlerden tutun modern zaman sanatlarına kadar hepsini kazıyın altından mitolojik öyküler çıkıyor. Çok yıllar önce Nuh’un Gemisi belgeseli için çalışmaya başladığımda Norveç’ten Çin’e, Latin Amerika’ya kadar birçok toplumun kendi Nuh’unun öyküsünü yazdığını, kutsal kitaplarda yazılanların da bu öykülerle çok benzeştiğini görmüş, şaşırmıştım. Sonra çizgi filmler dikkatimi çekti… Hemen hepsinin kahramanı mitolojik kahramanlar. Müzikleri de mitolojik esintiler taşıyor. Sonra romanlar geldi… Onlarda da vardı bu esintiler, hatta bazılarında apaçıktı. Dünya öküzün boynuzları üzerinde… şey, düzeltiyorum, mitolojik öyküler üzerinde duruyorsa, biz bu mitolojiyi değiştirirsek dünyayı da değiştirebilir miyiz? İşte, Necla Akdeniz bu düş(ünce)den yola çıkarak yeni bir dünya ve bağlı olarak yeni bir toplum yaratmayı yazmış yeni romanında: Kaotika. Yani modern mit yazıcıları… Herkes kendince tutacak bir ucundan, herkes bir ucundan işleyecek yeni dünyayı ve toplumları… Romanı okuyunca yazıldığı kadar kolay olmadığını, çok bilinmeyenli denklemin uçları nı birleştirmenin zordan da zor olduğunu anlıyorsunuz. Ben kendi yolumu çizdim, bakalım sizin yolunuzla çakışacak mı? AŞK VE SANAT… Necla Akdeniz, bir araya getirdiği modern mit yazıcılarında müthiş bir gerilim sunuyor biz okurlara, merakla iç içe… Senih Hoca başlarında; Orkun, Arda, Nihat… bir de Feri. Her birinin kendince sanatı var, öykücü, şair, programcı… Tabii, her biri birbirini küçümsemeyi ihmal etmiyor. Tam da bu noktada; birbirlerini gözlemeyi, birbirlerini aşıp da yarışmayı kazanmayı umuyorlar. Biz bu birbirini tanımayan ama aslında birbirini üreten bu insanların dünyasını tanıyoruz. Her birinin dünyası kendince ve apayrı gibi görünüyorsa da “bütün ırmakları dünyanın Kızılırmak’tan geçer” diyor ya Şair şiirce; onlar da buluşuyorlar bir noktada. Arzuyla tutkunun, tutkuyla hırsın, hırsla cinselliğin, hepsiyle sanatın arasında kopmaz bir bağ var ve yazar bu bağı bir başka çerçevede yeniden yine yazıyor. Gördüm, insanı sar(s)an bir betimlemeyle başlıyor roman. Soru işaretleri dolaşıyor okurun kafasında… “Ah, birini sevmek demek, aynı zamanda dünyanın var olduğunu kabul etmek demekmiş! Ne müthiş bir boyun eğiş! Çok yüksekten düştüm ben, çok yüksekten uçtum ben. Ah, sen hiç düşmemişsin, o yüzden hiç büyümemişsin, ne güzel! Adam et beni. Gözetleyenim ol, esirgeyen ve bağışlayanım. Biliyorsun, kalbim avuçlarının içinde, hayatımsa o güzel dudaklarının içinde. Var et beni. Ol, de ki, olayım!” Asıl sorun burada işte… Kim niye dünyanın var olduğunu kabul etmiyor? Kim düşmüş… kim yükseklerden uçmuş? Kim, kimi gözetliyor, esirgiyor, bağışlıyor? Belki de bir sigara içimi kadar sürüyor ömür… kim bilir. Okurun kalbi yazarın avuçlarında, geleceği kaleminin ucunda… ol deyince olacağız. Tanrıların oyunu yeniden kurgulanıyor. n Kaotika / Necla Akdeniz / Agora Yayınları / 256 s. / Temmuz 2019 MATİAS FALDBAKKEN’DEN ‘GARSON’ Şaşalı bir geçmişe ağıt Matias Faldbakken, Garson’da görsel sanatçılık geçmişinden aldığı ilhamla her bölümü yapboz parçası gibi cümle cümle inşa ediyor... BATUHAN SARICAN K uruluşu 1800’lere dayanan The Hills restoranının önündesiniz. Domuzun domuz, hınzırın da hınzır olduğu zamanların mirasını yaşatan, Avrupa’nın görkemli günlerini hatırlatan bir mekân burası. Kapı açılıyor. Şef garson size 12 numaralı masayı gösteriyor. Masaya geçiyorsunuz. “Ne alırdınız?” diye soruyor ilgili garson. Şefin spesiyalini öneriyor: Nordmarka ormanından getirilen yeşilliklerle servis edilen bir pisibalığı… İlginizi çekmediğini fark edince, “üzüm çekirdeği yağıyla tartarı da denemenizi öneririm, yanında güzel bir Burgonya.”. Siz halen kararsızlık içinde menüye göz gezdirirken Porto şarabıyla birlikte kızarmış kaz ciğerini methediyor. Kararsızlığınızı gören garsonun son denemesiydi bu. “Yok,” diyorsunuz, “ben şöyle güzel bir kitap istiyorum. Ne yazdığını bilen bir yazarın kaleminden çıkan, dozunda betimlemelerle metni zenginleştiren, iç ses ve diyaloglarıyla ahenkli, her şeyin belli bir amaçla metinde yer aldığı, bittiğinde ‘iyi ki oku dum’ diyebileceğim bir kitap.” Tekdüze anlatılardan sıkıldığınızı anlatıyor ve size nitelikli bir okuma deneyimi sunacak bir eser istiyorsunuz. “Hay hay!” diyor ve kendi etrafında arkasına dönerek mutfağa doğru uzaklaşıyor. Geçerken barmene bir şeyler söyledikten sonra mutfağın kapısından bir hışımla içeri giriyor. Ardından salınıyor çift taraflı kapı. Sağ sol, sol sağ. Sarkaç duruyor. Şimdi mutfakta sizin için hummalı bir çalışma başlıyor. Bu restoranda herkes vazifesinin ayırdında, iyi bir kitap okumanız için herkes canla başla çalışıyor. Kafanızı bu yana çevirip masalara göz gezdiriyorsunuz. Bu masada ilişkisi kötüye giden bir çift, şu masada bir evlilik yıl dönümü, o masada iş konuşan kodamanlar; yani her şey olması gerektiği gibi. Kitabınız tam zamanında geliyor. Fonda Bach’ın Kahve Kantat’ı, “afiyetle” okuyorsunuz. Matias Faldbakken’in Garson isimli eserini okuyorsunuz. BEKLENMEDİK BİLEŞİMLER OLUŞTURMAYI AMAÇLIYORUZ! Norveççede “garson” kelimesinin kökünün, Almanca “kellner” kelimesinden türediğini, onun da “Kiler Uzmanı” anlamına gelen Latince “Cellarius” köküne dayandı ğını bilmeseniz de olur. Ancak kendine ait bir dili ve kuralları olan restoranların, kendine özgü hizmet neferleri olarak tanımlayabileceğimiz garsonların, bu tanımlardan çok daha fazlası olduğunu bilmenizde fayda var. Sözgelimi anlatıcımız da tam teşekküllü bir garson; müzikten resime, insan ilişkilerinden toplumsal dinamiklere kadar birçok şeyden anlıyor. The Hills de bu birikime yaraşır, sofistike bir mekân zaten: “Biz burada en üstün, en kaliteli şeylerden beklenmedik bileşimler oluşturmayı amaçlıyoruz” (s. 186) Anlatıcımız her şeyi duyan, gören restoranda alınan her bir nefesten sorumlu ve her şeyin farkında bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Şunu da belirtmek gerekir; Entelijansiya veya yeme içme adabına yönelik bir övgü kitabı değil Faldbakken’in eseri. Ne anlatıldığından çok nasıl anlattığının önemini gösteren bir eser. Çehov’un bir yazarda aradığı temel nitelik olan gözlem yeteneği, bu metinde çok güçlü bir şekilde okura yansıyor. Metne uygun atmosfer yaratmak için kullandığı, gözleme dayanan detaycı ögeler, anlatıcının iç ses ve diyaloglarıyla fevkalade bir harmoni oluşturuyor. Sonuçta keskin bir zekâ parıltısı göreceğiniz o “hınzır” üslubuna eşlik ediyorsunuz. Zamanın akışına yönelik de bir derdi olmayan yazar, tek mekân ve zamanda sizi o havaya sokuyor ve yitip giden şaşalı günleri yaşatıyor. Faldbakken’in görsel sanatçılık geçmişinden aldığı ilhamla her bölümü yapboz parçası gibi cümle cümle inşa ettiğini görüyoruz. Bir bütünü tamamlayan kısa kısa sahneler içeren dinamik bir üslupla anlatımı dirileştiriyor, okuru uyanık tutuyor. Yer yer deneme türünün geleneklerine uyacak şekilde felsefik ve hatta sosyo ekonomik çıkarımlarla karşılaşıyoruz. Bir bölümde teknoloji ve eğitim sisteminin çocuklar üzerindeki etkisini alttan alta eleştirirken öteki(ler)inde sosyal medya bağımlılığını ele alıp hicvedebiliyor. Tabii kurgunun işi bu değil diyebilirsiniz ama her şeyi dozuyla yapmak, metne nitelik kazandırıyor. n Garson / Matias Faldbakken / Çeviren: Mehmet Emin Baş / Timaş Yayınları / 237 s. / Mayıs 2019 Matias Faldbakken 4 Temmuz 2019 11
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle