23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

MARINA WARNER’DAN “BİR ZAMANLAR BİR ÜLKEDE” Masalların ‘kısa’ tarihi Marina Warner, “Bir Zamanlar Bir Ülkede” başlıklı kitabında insan zihninin olmayacak şeyler eklediği ve göz kamaştırıcı sahneler yardımıyla renklendirdiği masallar için “kalbin sevecenliklerinin zirvelerini ve bataklıklarını gösteren haritalardır” diyor. derya çakır H emen her insanın kendisini bilmeye başladığı andan itibaren zihnini meşgul eden, etmese de aklının bir köşesinde duran, Italo Calvino’nun “avutucu fabl” dediği masallar; edebiyattan psikolojiye, mitolojiden dine, kültürden sanata kadar pek çok alanla ilgili ve bunların neredeyse tamamıyla ilişkili. Farklı kuşakları birbirine bağlamasının yanında kültürler arasındaki mesafeyi de kapatan; kötülüğün, iyiliğin, ahlakın, vicdanın, yaşamın ve yaşanmamışlıkların da anlatımı hâline gelen masallar, barındırdığı hikâyelerle hem değişime hem de kişinin çocukluğundan yetişkinliğine dek benliğinde sabit kalan kimi özelliklerine işaret eden yanıyla öne çıkıyor. Marina Warner, Bir Zamanlar Bir Ülkede başlıklı kitabında, bu yönleriyle hayatımızda önemli yer kaplayan masalların kısa tarihine götürüyor okuru. YOĞUN BİR SU KÜTLESİ Warner, insan zihninin olmayacak şeyler eklediği ve göz kamaştırıcı sahneler yardımıyla renklendirdiği masallar için “kalbin sevecenliklerinin zirvelerini ve bataklıklarını gösteren haritalardır” diyor. Binbir Gece Masalları ya da Andersen’in anlattıkları bu haritada birer ülke. Katman katman kayalar misali masalların içindeki öyküler de hayatın ve kültürün aşamalarını yansıtıyor âdeta. Masallar aynı zamanda bir kurmaca atlası; bu yönüyle biraz edebiyat biraz mitos... Yeats, Guest, Carl Jung, Atwood ve Jean Cocteau gözünü buralara dikiyor. Warner, açtığı pencerelerden buralara bakarken masalların sunduğu sonsuz işaretleri kovalıyor. Mesela “peri masalları sessiz adımlarla göç eder çünkü kültür saflığı savunucuları, istediği kadar vahşice onların bekçiliğini yapsa da onlar sınırları görmezden gelir” diyor: Üzerinde gemilerin, hayallerin Marina Warner ve düş kırıklıklarının bulunduğu yoğun bir su kütlesi sunuyor masallar. Çağdaş kurmaca yapıtların önemli bir bölümü de popüler efsanelerle, mitlerle ve masallarla bütünleniyor. Böylece masallar Warner’a göre “mitolojik geçmişle şimdiki realite arasında bir bağ dokusu” hâline geliyor. “OLAĞANÜSTÜ ÖYKÜ” Geçmişten gelen bilgeliği depolayan masallar, yazar tarafından halk ve sanatsal olarak bölümleniyor. İkisinin ortak özellikleri ise öykülerin aktarımının içinden çıkılamaz ve karmaşık olması. Geçmişe bağlılığı utanmadan dile getirebilen, seçkincilik ve yenilikten kökten biçimde saparken sözsel kaynakları kullanan masalların kökenine ilişkin bilgiler, genellikle ortalıkta dolanıyor. İç içe geçen olaylar, sahneler ve anlatımlar rastlantıya dönüşerek masalın özünü oluşturuyor. Hayal dünyasının işlemeye başladığı bu anlarda uçan halılar, yüzükler ve konuşan hayvanlar devreye giriyor. İmge ve simge, karakter ve tekrarlayan motifler canlanırken bunların karşıtları belirginleşip romandaki “anlatı grameri”, masala özgü bir hâl alıyor. Warner, bütün bu özellikleri bir araya getirdikten sonra, masalların “tek boyutlu, sığ, soyut ve dağınık” olduğunu söylerken “olağanüstü öykü” tarafını da es geçmiyor. Hayali yerlerden haberler veren masallar, yazarın deyişiyle okuru, şaşırtıcılığın sıradan olduğu ve tutkuların doyurulduğu başka bir yere götürüyor. Bu yanıyla “umut” ve “mucize taşıyıcısı” hâline geliyorlar. Hatta Warner bir adım ileri giderek masallar aracılığıyla tarihin hayal edilebileceğini de belirtiyor. Her öyküde yalana çalan bir taraf olduğunu ama öykünün hakikati bulmaya uğraştığını söyleyen Warner, masalların gerçeği yakalamaya çalışan öyküler diye nitelenebileceğini hatırlatıyor: Masallar, çok daha büyük şeylerin küçük bir yanını gösterirken karanlığın ortasındaki ışık hâline geliyor. Bu ışık, zaman zaman küçümsenip umut taciri sahtecilik diye adlandırılsa da mitosa benzerliğiyle edebiyatın kaynaklarından biri olan kutsal metinleri çağrıştırıyor: “Karanlık bir ormanda yürüyoruz, ekmek kırıntılarını ve yolu bulmaya çalışıyoruz. Ama kuşlar onları yemiş ve tek başınayız. Artık hepimiz izci ve yol gösterici olmak zorundayız. Masallar devam etmemize olanak veriyor. Bu, belki büyük bir imkân sayılmaz ama o kadarını yapmak zorunda...” n Bir Zamanlar Bir Ülkede / Marina Warner / Çeviren: Güven Turan / Yapı Kredi Yayınları / 176 s. NAZMİ BAYRI’NIN YENİ KİTABI ‘Kırılgan Öyküler’ Her öyküsünde insani gerçekliğin farklı bir yüzüyle okur karşısına çıkmayı yeğleyen Nazmi Bayrı, yeni kitabında insanın en eski ve en güçlü erdemlerinden birine, kırılganlığına dokunur. adil ersoy B ireyi “toplum içinde bir varlık” olarak yansıtmayı önceleyen yaklaşım, Nazmi Bayrı kurmacasının temel belirleyenlerinden biri. Kaynağını hem yaşamın devingenliğinden hem de toplumcu edebiyatın kolektif hafızasında çağıldayıp duran insandan yana damardan alan yazara özgü biçem, kişiselleşerek tüm yapıtlarında her aşamaya damgasını vuran tözel bir kimlik kazanır. Giderek Bayrı’yı “hümanist toplumculuk” diye adlandırılabilecek öykü anlayışının günümüzdeki tem silcilerinden biri hâline getirir. Bayrı, işte bu anlayışın açığa çıkardığı ya zınsal bakış açısının ışığında kalem oynatır. Gerek eleştirel gerçekçilikle toplumcu gerçekçiliğin çeşitli versiyonlarına haiz kesit öykülerini gerek günlük yaşamın içinde boy atan sorunları ucundan kıyısından aydın gözüyle irdelemeye çalıştığı minimal öykülerini hep bu çizginin yol göstericiliğinde kurgular. Böylelikle sıradan insanların göze batmayan yaşamlarından seçilmiş ânları, kurmacanın kalıpları içine yerleştirerek aktarma olanağına kavuşur. Her öyküsünde insani gerçekliğin farklı bir yüzüyle okur karşısına çıkmayı yeğleyen Bayrı, yeni kitabında insan soyunun belki de en eski ve en güçlü erdemlerinden birine, kırılganlığına dokunur. Herkesin birbiri için “yaban” ve “öteki” sayıldığı toplumsal düzlemlerde ayakta kalabilmekten başka hiçbir amaç güdemeyenlerin çözümsüz sorunlarını bu olgu üstünde somutlar. Toplumun yıkık dökük çeperlerine âdeta bir fotoğraf makinesi objektifi gibi yöneltir kalemini. Sarhoşlardan meyhanecilere, fahişelerden nasıl geleceği belli olmayan bir özlemi bekleyerek ömür tüketen şair ruhlu avarelere, hastalardan ve işsizlerden çöp toplayıcılarına, seyyar satıcılardan asık suratlı memurlara, kitlesel kırım mağdurlarından sanatsever okumuşlara, umutsuz demokratlardan yoldan çıkmış arsızlara, hırsızlardan garsonlara bütün gölgede kalmışların kırılganlığını içine alacak tarzda oluşturur perspektifini. İletisinin dehşetini kurmaca gerçekliğin ötesinde de duyumsatan ‘Çıplak Bebek’ adlı öykünde ise yazar, sahip olduğu bu anlatı perspektifine tarihsel bir boyut ekler. “Öyküde çok fazla yeğlenmeyen” söz konusu boyuttan hareketle dondurucu bir Maraş aralığında gözü dönmüş katil güruhu karşısında savunmasız kalmışların kırılganlığını, yakın geçmişin sisli sayfaları arasından çıkarır. ‘Çıplak Bebek’teki ilk iki cümle, bir yandan öyküye egemen korku atmosferinin kurgusal planda hazırlayıcı adımlarını oluş tururken diğer yandan felaket öncesi günlere ait sükunetten izleri çağrıştırır. Hatta kendi kabuğunda yaşam kavgası verenlerin içinde bulunduğu olağan koşulları da işaret eder. Aynı zamanda, geleceğin nelere gebe olduğundan habersiz, evlerinin üst katını bir öğrenciye kiralayan aile ile karşı karşıya bırakır bizi. Bu tesadüf, onlar için hayatta kalma yolunda önemli kilometre taşı olur. Katliamcılar mahallede saldırıya geçtiğinde saygı duyulası bir cesaret ve soğukkanlılık örneği sergileyen öğrenci kurtarır evdeki otuz kadar kişiyi. Önce herkesi üst kata çıkarır. Taş yağmuruna, kırılan camların şangırtısına, alt katı tutuşturmaya çalışan kundakçıların seslerine karşın kimse gıkını çıkaracak durumda değildir zaten. Ne ki korkuyla titreşenleri ele verecek bir tehdit boy gösterir bu arada. Yirmi günlük bebek ağlamaya başlar. İki çocuk annesi anlatıcı kahraman, ne yapsa susturamaz bebeğini. Göğsüne bastırır, olmaz. Emzirmeye çalışır, başaramaz. Göğsüne kesme şeker sürüp tekrar dener emzirmeyi, gene ağlamayı sürdürür bebek. Bunun üzerine hemen karara varır, hem de bir anne için vicdan yaralarının en büyüğü olacak denli zor bir karara... (Öyle ya diğer otuz insanı kurtaracaktır). Hafifçe sıkar bebeğin boğazını. O sırada bir başka kadın engel olur anneye. Kıpkırmızı kesilen bebeği kucağına alır, memesine yatırır. Onun öldüğünü sansa da annesi, susmuştur çocuk. n Kırılgan Öyküler / Nazmi Bayrı / Broy Yayınevi / 112 s. 12 7 Şubat 2019 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle