Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
KOLEKTİF BİR ÇALIŞMA: “SANATIN GÖLGEDEKİ KADINLARI” ‘Cinsiyet ayrımı sadece akıl ve inançta değil’ “Sanatın Gölgedeki Kadınları”, 18501950 arasında pek çok iyi iş ortaya koymuş, yine de edebiyat ve sanatta eril tarihin dışında bırakılmış kadınlara odaklanıyor. Halide Edip’den Emine Semiye’ye, Afife Jale’den Macide Tanır’a... Liste uzayıp gidiyor. Kitabı yayına hazırlayan isimler; Özlem Belkıs ve Duygu Kankaytsın’la kitabı ve üzerine yükseldiği zemini konuştuk. ERAY AK erayak@cumhuriyet.com.tr S anatın Gölgedeki Kadınları’nı yazarken ne amaçla yola çıktınız? Bu kitabın yazılmasını nasıl bir ortam ihtiyaç hâline getirdi? n DUYGU KANKAYTSIN: Bu kitap ulusal bir sempozyuma dayanıyor. Edebiyat ve Sanatta Tarih Dışında Bırakılanlar Sempozyumu. Dokuz Eylül Üniversitesi Kadın Hakları ve Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi DEKAUM tarafından Kasım 2016’da düzenlendi. Sempozyum fikrini getiren sevgili Asuman Susam’a bir kez daha teşekkür edelim. Ayrıca birbirinden haberli habersiz pek çok araştırmacının uzun zamandır üzerinde çalıştığı bir konuydu bu. Benzeri toplantılar 2000’lerin başından itibaren yapılıyor. Edebiyat ve Sanatta Tarih Dışında Bırakılanlar bu vesileyle butik, sınırları iyi çizilmiş bir buluşma oldu. Bilginin ve araştırmaların paylaşıldığı, heyecanla gelinen, yeni araştırma fikirleriyle ayrılınan güzel temasların toplamı. n ÖZLEM BELKIS: Davetli konuşmacılarımız sevgili Serpil Çakır ki Osmanlı Kadın Hareketi kitabını bilirsiniz, kadın çalışmaları ve kadın tarihi alanında çok önemli bir çalışmadır ve Ahu Antmen’di. Ahu Antmen ise bir sanat tarihçi olarak Sanat ve Cinsiyet adlı kitabı derlemişti. Bu kitap da alanın neredeyse en önemli, en dikkat çekici yazılarını içerir. Yani tarih yazımı, sosyal tarih yazımı bağlamında Serpil Çakır, sanat tarihi yazımı bağlamındaki körlükler bağlamında da Ahu Antmen... Bir önemli konuşmamız daha vardı: Latife Tekin ile Asuman Susam’ın söyleşisi... Gerçekten ufuk açıcıydı. Tahmin edersiniz ki Latife Tekin, kadın üzerine çalışan araştırmacıların mutlaka yolu Özlem Belkıs (sağda) ve Duygu Kankaytsın, hazırladıkları kitapla edebiyatsanat tarihinin görülmeyen yüzüne ışık tutuyor. nun kesiştiği bir yazar. Bilmem o heyecanlı atmosferi anlatabildik mi... “GERÇEKLERİ AYDINLAR YAZAR” n “Eril tarihin dışında bırakılmış kadınlar” diye bir nitelemeniz var. Bahsettiğiniz bu “eril tarih”, nasıl bir tahakküm alanı oluşturuyor ki bütüncül bakılması gereken bir sanat tarihine dahi böylelikle eksik yaklaşılabiliyor? n Ö.B.: “Tarihi devletler, gerçekleri aydınlar yazar.” Tarih dediğimiz şey çok uzun zaman, hatta belki bugün bile devletlerin tarihinden ibaret olarak düşünülüyordu. Bu tarih ise sınıfsal bir bakış içeren, belirli bir açıyla belirli alanlara bakıp yazan bir tarihti ve bu tarihin içinde kadınların bulunmadığını tahmin etmek zor değil. Böyle bir tarih anlayışı yirminci yüzyılın başında değişiyor elbette. Tarihin tüm ötekilerin de tarihini içermesi fikri derin bir aydınlanma yaratıyor. Feminist tarihçilik, bu hiyerarşik, sınıfsal ve eril bir bakışa sahip yaklaşımı sorgular. Hoş, her şeyi, her kurumu sorgulamaya açmak için çalışır feminizm. Yaşamın içinde, kamusal yaşam ve faali yet alanlarında eşit bir temsiliyete sahip olmayan kadınlar, tarihe nasıl yazılsın? Kendi ismiyle kitabını yayımlatamayan, eserini ortaya çıkaramayan, hatta kocasının ismiyle yazan kadınlar, sırf kadın olduğu için umursanmayan isimler... Sevim Burak’ı burada analım. n Bu bağlamda nasıl bir çalışma dönemi geçirdiğinizi ve hangi kaynaklara yöneldiğinizi de sormak isterim... Sonuçta söz konusu edilen ‘görmezden gelinen’ özneler; yani bir şekilde kayıtdışı edilmişler. Bu kayıtsızlığa hangi kayıtlar üzerinden ulaştınız? n D.K.: Cinsiyet ayrımı sadece akıl ve inançta değil sanatta, sosyal yaşamda da kendisini güçlü şekilde gösterir. Büyük çoğunluğu erkeklerden oluşan edebiyatsanat dünyası ve ilgili tarihyazımını inceleme alışkanlığı 1970’lerde, ikinci dalga feminizmin akademiye girmesiyle başlar. Bizse bu çalışma için sadece tarih sınırlaması yaptık. 1850 ile 1950 arasındaki yüzyıllık bir dönem. Araştırmacılar, alanda çalışanlar zaten kendi alanlarının gölgede kalmış, tanınmamış, bir şekilde ismi olması gereken yerlerde yazılmamış kadınlar ve işleri üzerine çalışıyordu. Herkes kendi alanında gölgede bırakılanları aydınlığa çıkarmak için peşlerine düştü. Bu sempozyum heyecanla izi sürülen yaşamların ve çalışmaların üzerine ışık tuttu. n Dünde yaşanan görmezden gelme bugüne nasıl yansıyor? Demem şu; dünkü yaşananlar bugünü okumamıza ne kadar katkıda bulunuyor? n Ö.B.: Berger söyler bunu değil mi... Düne bakarak bugünü anlıyorum ama bugüne bakarak da yarını görüyorum. Fakat galiba önemli olan ezilme ve ezme pratiklerini deşifre edip tanıyabilmek, zamanında okuyup müdahale etme kararlılığı göstermek. Bu hikâyeler ve yaşantılar içinden güçlü kadınların enerjisini, kararlılıklarını yeniden üretmek gerektiğini düşünüyorum. Ben bütün bu gölgeler, karanlık ve körlükler içinde kalemiyle, fırçasıyla, kendisiyle kavga eden harika kadınlar görüyorum. Sanırım bugünü anlamlandırmamızda payımıza düşen şeylerden biri bu. “ESKİMEYEN BATILILAŞMA” n Peki, yurtdışında bu algının nasıl olduğuna dair neler söylersiniz bize? Sonuçta “eril tahakküm” dediğimiz evrensel bir kavram... n D.K.: Çok farklı değil tabii ki. Biz zannederiz ki eğitim ve ekonomik düzey yükseldikçe cinsiyet eşitliği seviyesi de yükseliyor ya da mesela sanatta daha “uygar”, daha “eşitlikçi” bir ortam mı var? Elbette değil, yok. Öyle olsaydı Avrupa’nın en saygın üniversitelerindeki profesör sayısı eşit olurdu, ki gülünç bir oran vardır gerçekten. Bizde daha eşitlikçi bir cinsiyet dağılımı var üniversitelerde, eğitime gerçek anlamda önem vermediğimiz, ekonomik ve sosyal statüsü yeterince yüksek olmadığı için... ne içerde ne dışarıda farklı. Belki kuzey ülkelerini ayrı tutmak gerekir bu genellemelerden. n Seçtiğiniz tarih; 1850 ve 1950 arasındaki yüz yıllık dönem. Bu zaman aralığı neden önemliydi sizin için? n Ö.B.: Hiç eskimeyen ulusal temamızdır Batılılaşma. Elbette bu tarihten çok önce başlamıştır toplumun farklı kesimleri ve kurumları kavı almaya ama bu tarihten sonraki meyveleri 1850’lerden itibaren alırız. Öyle ilginçtir ki bu dönem; hem Osmanlı kadın hareketinin izlendiği hem de cumhuriyet ideolojisinin kadın profilini çizdiği yıllardır. Kadın hakları hareketleri 1850’den sonra organize olup harekete geçer, 1950’ye kadar oy hakkı, eşit işe eşit ücret gibi temel kazanımlara kısmen ulaşılır. Kadınlar bu dilimde eğitim, özellikle de üniversite eğitimi içinde varlık göstermeye başlar. Yaşamın müthiş bir hızla değiştiği, iki dünya savaşı, bir büyük bunalım ve sayısız irili ufaklı kriz, değişim, dönüşüm... Bu anlamda içinde gezinmesi gerçekten heyecan uyandırıcı bir dönem. n Sanatın Gölgedeki Kadınları / Yayına Hazırlayan: Özlem Belkıs, Duygu Kankaytsın / Ayrıntı Yayınları / 480 s. 8 24 Mayıs 2018 KITAP