11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

>> lar yaşanıyor, kalkışılan eylemlerin sonucunu göğüslemek de her zaman kolay olmuyor. Bu geçiş sürecindeki fırtınalar, insanların akıllarını ve ruhlarını savurup eylemlere itiyor, sonuçları itibariyle onları komik ya da trajik hâle getiriyor. Shakespeare’in oyunları; bütün oyun kişilerinin haklı olduğu, karşılaştığı kavşaklarda birbiriyle çatıştıgı, kimi zaman acı çektiği, kimi zaman acı verdiği ve âdil bir sonuca vardıkları ortamlar olarak karşımıza çıkıyor. Ayşegül Yüksel’in Shakespeare’in çözümü olarak altını çizdiği şey “şiirsel adalet”tir. Bu adalet bazen ilahi ama daha çok “insani” ve “dünyevi”dir. SIRTINI GELENEĞE YASLAMAK Bilsek de genellikle unutma eğiliminde olduğumuz konulardan biri, Shakespeare’in kendinden önceki geleneği çok iyi bildiği, ondan “azami” derecede yararlandığı. Yalnız yapıtlarına bakarak bile Antik Yunan yazarlarının yapıtlarını okuduğu sonucuna varabiliriz. Bunu kanıtlayacak bir veri yok elimizde ama benzeri az bulunan o estetik beğeniye ve felsefi derinliğe ulaşmak başka türlü pek olanaklı görünmüyor. Zaten, Tom Stoppard da eldeki bilgilerden ve bilinmezlerden hareket ederek Âşık Shakespeare filminin senaryosunu yazmamış mıydı?.. Onun ve çağdaşlarının daha çok dönemin İngiliz seyircisi de bunda etkili olmuştu belki Roma dönemi yazarlarının, özellikle de Seneca’nın etkisinde kaldığı anlaşılıyor. Ayşegül Yüksel, Shakespeare’in trajedi damarını izleyerek Seneca’ya ulaşıyor. Hem kendinden önceki tiyatro geleneğinden hem de tarihten çokça yararlanan Shakespeare, esinlendiği gerçeklere pek de sadık kalan bir yazar değil. Tarihsel gerçeğin değil, sanatsal gerçeğin hizmetinde hissediyor kendini. Geçmiş yapıtları değiştirip geliştirmekten, tarihsel verileri eğip bükmekten, zamanı hızlandırıp yavaşlatmaktan, hatta atlatmaktan geri durmuyor. Yapıtlarından ulaştığımız sonuç bu. Örneğin, tarihsel veriler III. Richard’ın bedensel sorunlarından söz etmezken, Shakespeare’in çarpıcı bir sahne etkisi yaratmak için öyle bir karakter oluşturduğu anlaşılıyor. Ayşegül Yüksel’in incelemesinde bu konuyu ele aldığı bölüm dikkat çekiyor. Yüksel, kitabının diğer bölümlerinde, Shakespeare’in saf trajedi ve saf komedi çizgisindeki oyunlarını hem gruplayarak hem de ayrı ayrı, enine boyuna irdeliyor. Bu iki temel gruba girmeyecek yapıtlarını da farklı başlıklar altında inceliyor. Şaheser düzeyindeki oyunlarına (Romeo ve Juliet, Hamlet, Macbeth, Kral Lear, Bir Yaz Dönümü Gecesi, Othello gibi) daha çok yer vermesi ise doğal, hatta gerekli. Bu parlak irdelemelerinde, aklının terkisine tarihsel eleştiriden sosyolojik eleştiriye, psikolojik eleştiriden uzmanı olduğu yapısalcı eleştiriye ve göstergebilime kadar birçok eleştiri kuramı ve yöntemi alıyor. Bu çetin metinleri başarıyla irdeliyor Ayşegül Yüksel. Hayli tartışmalı olan Shakespeare ve kadınlar konusuna da kitabında özel bir bölüm ayırmış. Ortaçağ’da kadınların adı olsa da kendileri varla yok arasında. Kadın rollerini sahnede erkekler oynar. Kadın karakterlerin içine erkek egemen bakışın ruhu üflenmiştir âdeta. Klişelere dayanan bu bakış gerçekçi değildir. Kadının varlık mücadelesinin özgürlük mücadelesi demek için vakit henüz erkenverildiği bu dönemde, Shakespeare’in kadına bakış açısı elbette önem taşır. Bu en tartışmalı konulardan biri. Oyunlarını okuduğumuzda, kadınları oyunlarında değerlendirirken gerçekçi olmakla âdil olma arasında kaldığını gözlemliyoruz. Onları âşık olarak yaratırken pek sorun yok ama eş ya da evlat olarak yaratırken dönemin koca ve baba bakışına düşmekten kendini alamıyor. Örneğin Hırçın Kız’daki “aşk” mazereti, erkek egemen bakışı aklamaya yetmiyor. “SHAKESPEARE İNSANSA...” Ayşegül Yüksel, sondeyişten önce, Shakespeare’in sahnelerimizdeki serüvenini dile getirdiği bir bölüm de eklemiş kitabına. Bu bölümü okumak, bir bakıma tiyatromuzun Batılılaşma serüvenine tanıklık etmekle eşdeğer. Shakespeare Batı tiyatrosunun doruğudur. Onu tanıyıp içselleştirmek, keyifli olmakla birlikte hiç kolay değil. Arabın İntikamı’dan Otello’ya geçmek için yalnız uzun yıllar geçmemiş, imparatorluktan Cumhuriyet’e geçilmiştir. Muhsin Ertuğrul’un Genel Sanat Yönetmenliği döneminde, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda tiyatro sezonunun mutlaka bir Shakespeare oyunuyla başlatılması ise bu alanda ne kadar yol alındığının somut bir göstergesi. Muhsin Ertuğrul’un Shakespeare için söylediği “Shakespeare insansa ben neyim? Ben insansam Shakespeare ne?” sözüyse yazara hayranlığının bir yansıması. Kuşkusuz yapıtlar bir “okuma” ile tüketilemez. Ayrıca bir yapıtın bir tek “doğru” yorumu, hatta “doğru yorum” yok. Her okumada yeniden üretilir yapıtlar. Hele de bunlar Shakespeare’in yapıtları gibi çok katmanlı ve farklı yorumlamalara açıksa. Okurlar ve seyirciler yıllar, on yıllar, yüzyıllar içinde değiştikçe bu yapıtların da yeni yorumlarının olması doğal. Ayşegül Yüksel’in bu kitabı da bugünün iyi Shakespeare okumalarından biri. Oyun yazarı olmak isteyip de herhangi bir yazarlık bölümü okuma şansı bulamayanlar, Shakespeare’in bütün oyunlarını kuşkusuz enine boyuna ve Prof. Dr. Özdemir Nutku’nun Shakespeare Sözlüğü kılavuzluğunda Jan Kott’un Çağdaşımız Shakespeare, Mina Urgan’ın Shakespeare ve Hamlet, Özdemir Nutku’nun Gecenin Maskesi, Ayşegül Yüksel’in William Shakespeare, Yüzyılların Sahne Büyücüsü adlı kitaplarıyla birlikte okuduğunda, yazarlık ve dramaturji bölümü bitirmiş kadar olur. Yazarlara, dramaturglara, yönetmenlere, oyunculara, tasarımcılara, hocalara, öğrencilere, kısacası tiyatro ve şiirle ilgili herkese salık veririm Ayşegül Yüksel’in kitabını. “Hayat ve sanatla ilgili herkese” diye de genelleyebiliriz bunu... n William Shakespeare: Yüzyılların Sahne Büyücüsü / Ayşegül Yüksel / Habitus Kitap / 318 s. KITAP 1324 Mayıs 2018
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle