28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÜRAY ÖZ’DEN “HÂLÂ ŞAFAKTA GELİYORLAR ANGELA” ‘Özgürlük kalemle kâğıt arasındadır’ “Hâlâ Şafakta Geliyorlar Angela”, Güray Öz’ün yıllara yayılan denemelerini bir araya getiriyor. Öz’ün kaleme aldığı metinler; kitapların dünyasından geçmişe ve bugüne uzanan, sanatla felsefeyi buluşturan deneyimli bir gazetecinin bakışını yansıtıyor. REYYAN BAYAR [email protected] H er kitabın bir hikâyesi olmalı, oradan başlayalım. Kitabınızın adı çok ilginç. Herhalde onun da bir hikâyesi vardır... n Angela, Angela Davis Amerikalı ünlü siyahi devrimcidir. Ömrü mücadele ile geçti. Tutuklandı, uluslararası çapta bir dayanışma sonucu serbest bırakıldı. Onun yaşamını anlatan çalışmalardan birinin adı Eğer Şafak’ta Gelirlerse’dir. Kitabı hazırlarken Angela ile Berlin’de bir otelde karşılaştığımı, daha doğrusu onu orada gördüğümü hatırladım. Kitaptaki ilk deneme o karşılaşmayı anlatıyor. Bu arada beni dokuz ay Silivri’de tutanlar da şafakta gelmişti. Bir değişiklik yoktu yani. Kitabın adının hikâyesi o “hâlâ” sözcüğündedir. n Peki, kaç yıllık bir birikimin ürünü bu denemeler? Hangi zaman aralıklarında, hangi dönemlerde yazıldı? n Almanya’dan Türkiye’ye döndükten sonra, uzun süre uzak kaldığım Türk edebiyatını yeniden keşfetme gereksinimi duydum. Türk edebiyatından seçtiğim, yorumlamaya değer bulduğum kitaplar üzerine yazmaya başladım. Bu yazıları dünya edebiyatının aydınlanmacı yazarları arasında saydığım eserler üzerine denemeler izledi. Almanya’da göçmenler arasında bir göçmen olarak yaşadığım dönemde yazdığım denemeler de kendiliğinden kitaba girdi. Hepsi de bir bütünün parçası, hem benim yaşamımın izlerini taşıyor hem de yakın tarihimize ve günümüze tanıklık ediyor. “DENEMEDE ŞİİRSELLİK” n Denemelerin kitaplaşma sürecine gelelim. Hangi fikirle yola çıktınız? Bu yazıları bir araya getiren amaç neydi? Yazılar nasıl seçildi ya da seçildi mi? Bu denemeleri bir arada tutan duygu, düşünce ne? n Doğrusu bu yazıları kitaplaştırma fikrinin babası Silivri Kapalı Tutukevi’dir. Oranın koşulları. Tutukevinde yapılacak en iyi iş kitap bulabili yorsanız okumak, her koşulda yürümek ve özgür kalmanın yollarını aramak. Yazarak özgür kalabilirsiniz. Kâğıttaki dünyanızı tutuklayacak savcı yoktur. Özgürlük kaleminizle kâğıt arasındaki ilişkidedir. Orada şiir çalışırken yazıları da bir düzen, bir mantık içinde toplama fikri gelişti. Bu arada sabahın erken saatlerini bana bırakan koğuş arkadaşlarıma buradan teşekkür ederim. Aslında fikir eşime ait. Ben de mırın kırın ederek razı oldum. Sonrası yoğun bir çalışma gerektirdi. Çünkü yazılar arasında seçme yapmak zordu. Bu kitaptakilerin iki katı kadarı dışarıda kaldı. n Kurumuş Gül Ağacı adlı şiir kitabınız dışında, yazdıklarınız genellikle sosyoloji, siyaset ve ekonomi odaklı. Hâlâ Şafakta Geliyorlar Angela ise bu alanlardan soyutlanmadan edebiyata yönelişinizin bir verimi sanki? Siz nasıl nitelersiniz bu yeni kitabı? n Benim gazeteciliğe başlama yılım 1969 ama şairliğim daha eski. İlk şiirlerimi Halil İbrahim Bahar’ın, ışıklar içinde yatsın, Soyut dergisinde yayımlamıştım. Gönderdiğim şiirleri yayımlayan Bahar, bana da uzun bir mektup yazarak hem yol göstermiş hem de yüreklendirmişti. Kısacası benim edebiyata ilgim gazeteciliğimden, köşe yazarlığımdan daha eski. Kurumuş Gül Ağacı ne yazık ki talihsiz, fazla duyulmamış, dağıtılamamış bir kitap. Oradakiler arasında hak ettiği ilgiyi göremeyen en az 1015 şiir var. Şimdi de “Silivri Kapalısı” adlı bir şiir dosyam yayımlanmayı bekliyor. “ÇOK OKUDUM, AZ YAZDIM” n Edebiyata yönelişten ziyade bir dönüşten söz ediyoruz o zaman. Edebiyat tarihinde iz bırakmış isimler ve yapıtlarıyla günün toplumsal ve siyasi olaylarını birlikte ele alıyorsunuz. Bunları birleştirip, beraber ele alırken zorlanmadınız mı? Güray Öz n Tersini hiç düşünmedim. İlkokul zamanlarından beri okurum. Yazıcılığım, yazarlığım dışında sürekli olarak politikayla ilgilendim, zaman zaman içine girdim. Zaten dünya görüşüm ve yöntemim Marksizmin günümüze, dünyaya, tarihe bakışı, değerlendirmesi. İyi bir öğrenci olmaya ve olayları gelmiş geçmiş en iyi yöntem olan diyalektikle değerlendirmeye hep çaba gösterdim. Kitabın önsözünde de bu duruşumu yazdım. Bu duruş size fazladan bir sorumluluk yükler. Sözünü ettiğiniz benim kitabıma aldığım isimler de yaşadığı çağları yansıtmada en usta olanlar. Çok okudum az yazdım. Kural bu. n Çağının tanığı bir gazeteci olarak bu belleği felsefe ve sanatla buluşturduğunuz metinlerden bir kefaret ödediğiniz vurgusu yansıyor sıklıkla. Bu sorumluluktan söz edelim mi biraz? n Sorumluluk bütün dallar için geçerli. Çağının, ülkesinin sorunlarından uzak yaşamayı, yazmayı deneyenler ne ele aldığı konuyu iyi anlatabilir ne de okura ulaşabilir. Yaşıyorsak hayata borçluyuz. Onu mümkün olduğu kadar düzgün yaşamak, doğayla, insanlarla ilişkide de bu sorumluluğun gereklerini yerine getirmek zorundayız. Şimdilerde bu borcu başkaları için de ödeme gibi bir sorum luluğumuz var. Dünyayı, doğayı hor kullananlarla hem didişmek hem de o doğayı korumak gerekiyor. Bunun en iyi yollarından biri edebiyat. “AKTİF EYLEMLİ ÖZNE OLMALIYIZ” n Peki, siz bu denemelerle borcunuzu ödediğinizi düşünüyor musunuz, yoksa yazı yeni borçlar, sorumluluklar mı yüklüyor sırta? n İnsanlara, hayata, ötekilere olan borcumuz biz bitene kadar bitmez. Benim denemelerim, öteki yazılarım ve şiirlerim henüz bu borcu ödedim diyebilmek icin yeterli değil. Nicelik ve nitelik açısından daha çok işim oluğunu düşünüyorum. Ne yazık ki işlerin tümünü tamamlayabilmek için yeterli zamanımın kalıp kalmadığını bilmiyorum. Bu nedenle de acele ediyorum. n Kişisel tarihiniz de toplumsal belleğimizle kesişiyor çoğu noktada. Bunu gazetecilik mesleğiyle birlikte ele almak yanlış olmaz sanıyorum, sizce de öyle değil mi? n Kişisel tarihim bildiğiniz gibi dağdağalı yılların tarihiyle iç içe. 1960 Askerî Darbesi’yle yeni bir döneme giren Türkiye, edebiyatın hızla serpildiği, insanlara güven veren, politika ile olumlu anlamda ilişkilerin geliştiği bir ülke olma şansı elde etti. Cumhuriyet’in kazanımlarının bir ölçüde doğrulma, yanlışlardan arınma fırsatı yakaladığı bir dönem bu. 1971 arızasına rağmen 1980’e kadar da sürdü bu olumlu gelişme. 1960’lardan bu yana dünya sanki daha hızlı dönüyormuş gibi gelir bana. Kuşkusuz bu bir yanılsama; eski çağlar önceki dönemler de herhalde öyleydi. Ama insan kendi çağından sorumlu. Eski tarihi anlamak durumundayız ama yaşadığımız zamanların tanıklığıyla yetinemeyiz. Aktif olmak zorundayız. Gazeteciliğe gelince bu meslek çağının tanığı olmayı kolaylaştırır. Eylemli özne olabilmek içinse daha fazlası gerekir. Eskiden, olup bitene en iyi müdahale yönteminin ve yolunun köşe yazarlığı olduğunu düşünürdüm, şimdi şiirin önde geldiğini düşünüyorum. Türkiye’deki büyük değişimde Nâzım’ın payını kim inkâr edebilir? Elbette kendimizi Nâzım’la kıyaslama doğru olmaz ama bizler de birikimin zeminini oluşturuyoruz. Muhafazakârlığın, tutuculuğun çok çabalamasına karşın dikiş tutturamamasının temel nedeni de budur. Onlar Türkiye’nin eski tarihinde yalıtılmış bir alanda gelişti, halkla bir alışverişleri olmadı. Cumhuriyet döneminde ise gelişmeye açık, aydınlanmadan, sosyalizmden etkilenen, Batı’daki gelişmeleri eleştirel bir tarzda edinebilen bir kuşak yetişti, yeni bir yol açıldı. Tüm engelleme çabalarına karşın o yolda yürüyoruz. n Hâlâ Şafakta Geliyorlar Angela / Güray Öz / Ayrıntı Yayınları / 336 s. 6 19 Nisan 2018 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle