23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ALPHAN AKGÜL’DEN “GÜNEŞ YALNIZ DİRİLERİ ISITIR” Mehmet H. Doğan Ödüllü bir araştırma Alphan Akgül, Oktay Rifat’ın şiirlerini incelerken bir yandan da şiiri ortaya çıkaran düşünce tarzını yakalamayı hedefliyor; bir bakıma ‘şiir felsefesi’ yapmaya çalışıyor Güneş Yalnız Dirileri Isıtır” ile. Alphan Akgül BÂKI AYHAN T. Ö ncelikle ödülünü kutluyorum. Ödülü, “Güneş Yalnız Dirileri Isıtır: Oktay Rifat’ın Şiirleri Üzerine” adlı kitabınla kazandın. Malum, Oktay Rifat şiire Garip’in üç atlısından biri olarak başladı. Sonra farklı serüvenlere atıldı. Sence Oktay Rifat’ın Garip çizgisinden kopuşu neden ve nasıl gerçekleşti? n Oktay Rifat’ın şiirlerini ve düzyazılarını ayrıntılı bir şekilde okuyunca poetikasını belirleyen çizginin bir kopuş değil, bir süreklilik olduğunu düşünmeye başladım. Genel kanı, Oktay Rifat’ın Perçemli Sokak kitabıyla Garip çizgisinden tam anlamıyla koptuğu yönünde. Ancak gerek bu kitaptaki bazı şiirler gerekse sonradan yazdıkları arasında Garip’e çok uzak sayılmayacak örnekler var. Tabii bence ana mesele Garip’e uzaklık veya yakınlık değil. Oktay Rifat’ın poetikasını anlamak istiyorsak duyu ve deneyime yaslanan bir şiir geliştirmeye çalıştığını bilmeliyiz. Şairin 1945’te yazdığı “Yeni Şiiri Müdafaa” başlıklı yazıları, duyulara dayanan şiiri savunur. Bu anlayışa göre şair beş duyusuyla yazar şiirlerini. Bu nedenle vezin veya başka türden bir mimarinin, yani akıl, mantık ürünü bir aracın şiirden uzak tutulmasını savunur. Benzer bir düşünce, Oktay Rifat’ın 1981’de yayımlanan “Benzeşme ve Eşduyum” başlıklı yazısında da görülür. Bu yazısında şair, Baudelaire’in benzerliklerde, simgelerde bir gizem gördüğünden söz eder ama bu görüşe katılmadığını da ekler. Baudelaire evrende her şeyin birbirine benzediğini düşünüp buradan bir Tanrısal idea fikrine varmıştır. Oysa Oktay Rifat konuyu maddeci bir açıdan ele alır ve şöyle söyler: “Algıların kökeninde madde yattığına göre çeşitli duyumların uyumu, benzeşmesi ve bütün benzerlikler doğal görünüyor bana”. “Güneş” bu nedenle çalışmanın ana konusunu oluşturuyor. Çünkü şair güneşi kendi deneyimlerine göre hep yeniden yorumluyor. Bana kalırsa Oktay Rifat’ın şiir estetiği maddeci dünya görü şünün estetik plana taşınmasıdır. Peki, dış dünya doğrudan dile ve şiire aktarıla bilir mi? Bu mümkün mü? Bunları epey tartıştım kitapta. n Bence kitabın en dikkate değer kısımları da bu tartışmayı yaptığın yerler. Oktay Rifat Bilindiği üzere Oktay Rifat, 1950’lerden sonra Garip’ten mutlak anlamda kopma nun nedeni, Oktay Rifat’ın padişahları sa da yeni ve neredeyse tamamen farklı hisseden, yaşayan ve gerçek insanlar bir çizgiye girdi, girmeyi istedi ama son olarak konuşturmak istemesi. Şair bu rasında da şiirini tekrar değiştirdi. Yeni padişahlara kurmaca bir ses atfederek, Şiirler mesela bambaşka bir evredir. Ça tarihsel olguları bir kenara bırakmadan, lışmanda bu konu nasıl bir yer tutuyor? onları hassas, duyarlı, kaygılarla dolu n Yeni Şiirler, Oktay Rifat’ın dış insanlar olarak tasvir eder. Böylelikle dünya izlenimlerini iç dünyasıyla sü gerçeğin unuttuğumuz yüzünü bize rekli kaynaştırdığı, yalın ve günlük bir hatırlatır. Başka bir ifadeyle şair, basma konuşma üslubunu kullanırken birden kalıp tarihsel argümanlar içine sıkışmış metaforik ve kimi zaman zor anlaşılır bir sultanları özgürleştirir, onları bambaşka üsluba geçtiği, estetik açıdan zirve şiir bir çerçevede görmemizi sağlar; yani lerden oluşuyor. Bu yapıtın bir bölümü algılarımızı tazeler. tarihle ilgili gibi görünmesine karşın, aslında psikolojik yönü ağır basan şi “ALIŞILMIŞ İMGELERİN DIŞINDA” irlerden meydana geliyor. Oktay Rifat, n Bu çalışma kuşkusuz seni Oktay Osmanlı padişahlarını yoğun bir keder Rifat’ın şiirine hâkim kıldı. Peki, dönem duygusuyla resmediyor. Yavuz Sultan lere göre veya bütüncül bakıldığında Selim, Fatih Sultan Mehmet, İkinci Baye Oktay Rifat şiirinin karakteristiğini be zid ve Kanuni Sultan Süleyman tarihsel lirleyen argümanlar neler? rolleri dışarıda bırakılmadan, hatta n Birbiriyle iç içe geçen üç başlıkta tarihsel rollerine atıf yapılarak kaygı ve toplayabilirim sanıyorum: Şiiri beş duyu endişeyle yüklü, yer yer hüzünlü, depre ya dayanarak yazmak, gerçekliğin unut sif bir tonla konuşturuluyor. Niçin? Nasıl tuğumuz veya farkına varamadığımız olur da bu güçlü sultanlar bir bunalımın, yönlerini şiire taşımak ve evrene sürekli yıkımın eşiğinde çizilebilir? Bence bu yeni bir bakış açısıyla bakarak algıları mızı taze tutmak. Bu açıdan şairin “Uzay Yolcusu” başlıklı yazısı çarpıcı. Oktay Rifat, Yuri Gagarin’in “Yer çekimin den kurtuldum. Ağırlığımı yitirdiğime üzgün değilim” sözlerini hatırlatır ve bu söz lerin Edip Cansever ve Turgut Uyar gibi dönemin genç şair lerini hatırlattığını ima eder. Çünkü ona göre dünyanın uzaydan nasıl göründüğünü Alphan Akgül’ün Mehmet H. Doğan Ödülü’nü aldığı törenden... bilen bir şair artık klasik leşmiş benzetmelerle yazamaz. Evrenle ilgili bilgimiz değiştikçe bakış açımız da değişir; doğal olarak benzetmelerimiz de değişecektir. Oktay Rifat bakış açımızı sürekli değiştirmemiz, algılarımızı hep diri tutmamız ve bu şekilde evreni hep yeni bir duyarlılıkla hissetmemiz gerektiğini düşünüyor. n Bu çalışmaya kolları sıvamadan önceki ile sonraki Oktay Rifat imgelemi arasında bir fark oluştu mu sende? n Tabii. Ben küçük yaşlardan itibaren bir Oktay Rifat okuruyum. Bir şiiri incelemeye başladığınızda okur maskesini çıkarıp bir edebiyat eleştirmeni personasına bürünüyorsunuz. Bu da tabii o şairin eski imgesini altüst ediyor. Ama sanırım asıl önemli olan, benim bu duyguyu, kitabımın okurlarına ulaştırabilmiş olmam. Kitabı kim okusa bildiğimiz Oktay Rifat imgesinin dışında bir şair bulduk diyor. n Açıkçası ben de bunu rahatlıkla söyleyebilirim... n Evet, bu ortak bir tepki oldu sanki. Tekrar etmem gerekirse önceleri Oktay Rifat’ın şiirlerinin çeşitli dönemlere ayrıldığını düşünürdüm. Oysa şairin poetikasının “güneş” sözcüğü bağlamında muazzam bir sürekliliğe sahip olduğunu görmek beni şaşırttı. Şair, duyu verileri, dil, mitoloji ve tarih arasında yoğun bağlantılar kuruyor; bilimsel olguları, örneğin kütleçekim teorisini şiirleştiriyor; bunları daha önce görmem olanaksızdı. Öte taraftan, sadece şair değil, şiir üstüne düşünen bir eleştirmen olarak da şaşırttı beni Oktay Rifat. Bir örnek vereyim: Oktay Rifat’ın 1947’de yazdığı “Şiirde Mana” başlıklı bir yazısı var. Bu yazıda şair, Henri Brémond’un saf şiir düşüncesini öyle bir ustalıkla anlatıyor ki şaşıp kalıyorsunuz. Bildiğiniz üzere, Brémond, Yahya Kemal’in ve Ahmet Haşim’in atıf yaptığı bir şiir düşünür. Brémond diyor ki “Et les fruits passeront la promesse des fleurs” (“Ve meyveler, çiçeklerin vaadinin ötesine geçecek) dizesindeki “la”yı kaldırıp yerine bir “les” koyarsak manası da vezni de bozulmaz; buna karşılık dize artık güzel değildir. Dizenin anlamı kısaca “Mahsul bol olacak” demek ama bir değişiklik şiirselliği yok ediyor. Bu türden örnekleri bizim şairlerimiz de vermiş. Yahya Kemal, Nedim’in, “Dökülen mey kırılan şîşei rindân olsun” dizesini değiştiriyor mesela, “Varsın dökülen şarap olsun, kırılan da şarap şişesi olsun” diyor. Bu şekilde dizenin şiirselliği ölür diyor. Oysa Oktay Rifat, bir dizede yapılacak herhangi bir yapısal değişikliğin anlamı da değiştireceğini söylüyor. Yani şair, bir dizede, anlamı bozmadan bir değişiklik zaten yapılamaz diyor. Saf şiiri bir de bu açıdan değerlendirmekte fayda görüyorum. n Güneş Yalnız Dirileri IsıtırOktay Rifat Şiirleri Üzerine / Alphan Akgül / Yapı Kredi Yayınları / 134 s. 14 19 Nisan 2018 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle