Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
e. H. İBRAHİM TÜRKDOĞAN’DAN “HİÇSINIR ÖTESİ TÜMCELER” Çıkışsız labirentte bir kovalamaca Kime ne zaman, ne vereceği belirsiz bir kitap “HiçSınır Ötesi Tümceler”; ‘toplum’ ve ‘genel’ gibi kavramların tam karşısında, onlara doğrudan bakan ve bütün o hassasiyetleri yerle bir edecek bir güç. H. İbrahim Türkdoğan VARLIK ERGEN H.İbrahim Türkdoğan, Max Stirner’in Biricik ve Mülkiyeti isimli kitabını dilimize kazandırmış ve bu isim üzerine hayatını vakfetmiş değerli bir yazar. Türkdoğan, yakın zaman önce HiçSınır Ötesi Tümceler adlı kitabıyla okurla buluştu. Öncelikle kitapta geçen anahtar kelimelerin birkaçını sıralamak istiyorum: Nihilizm, Metafizik, Hiç/Hiçlik, Estetik, Melankoli, Ben, Stirner, Nietzsche, Sokrates, Bulantı, Ontoloji, Kierkegaard ve Varlık/Var Oluş/Var Olma (bu kelimeler yaklaşık iki yüz kez karşınıza çıkacak; buna ontoloji/ol/olmak vb. gibi hâlleri dâhil değil). Bunları neden mi yazdım? Anahtar kelimelerle ya da kavramlarla başlamak istedim çünkü şüphesiz bunlara alışık olmayan bünyelerin, kitabın ilk on sayfasına gelmeden, bir tutulma yaşayacağını düşünüyorum. Katı ahlakçılıkla ya da izm’lerle besliyorsanız benliklerinizi, gardınızı almanızı tavsiye ederim. Kaçıncı sayfada parçalanır, tuzla buz olursunuz bilemem! PARÇALANMIŞ DUYGUNUN SESİ Okunduktan sonra bir kenara atılacak türden bir kitap olmadığını, yazarın cümlelerine yer yer eşlik edip söylemek istediklerimi onlara iliştirerek sunayım: “Deme ki: Kayıtsız şartsız seninim! Kulun ve kö lenim! Beni var etmeye ve yok etmeye muktedirsin! De ki: Şüphesiz, sen şehvetimin öteki adısın. İşte!” HiçSınır Ötesi Tümceler için doğrudan, felsefi bir akımın tüm detaylarıyla açıklandığı bir kitap demek yanlış. Bunun yerine çeşitli kavramlar/terimler üzerinden yazarın hiçlikle hesaplaşması ya da onu irdelemesi üzerine kurulu bir parçalanmış duygunun sesi diyebiliriz. Yazarının da dediği gibi hiçbir söz “dil”i tanımlamada yeterli değil ve hiçbir söz, bir dil ile vücut bulamaz. Bize öğretilenlerin aksine, varlık ve var olma, bir dilsel sorun üzerinden şekillenemez. Satırlarda ilerlerken daha ilk adımdan itibaren okura tuzaklar kuruluyor. Kimi belli ediyor kendisini; sinsi bir sırıtış ifadesinde hayat buluyor kimi tuzakların en iyisiyle yarıştırıyor yetisini! Okuma tembeli bir okursanız sayfalardaki boşluklar yanıltmasın sizi. Tuzaklar dedim; kelimelerde gizlenmiş kimi öfkeli duygular çelme takar ve bir başkası gelir sırtınızdan itekler bu boşluklara! Dikkat: “Beni ürküten ‘her kafadan bir ses’ değil. Beni ürküten her kafadan tek sestir! Düşünen hayvan, ne çabuk da ahlaksal hayvana dönüştü... Her dindar söz, her dindar edim Tanrı’yla bir alaydır. Farkındalık işte!” Kutsalları öteleyip kuyuda ya da bir dağ başında yüceleni hiçleştiriyor karanlık ya da engin var oluşun görkemiyle. Kitaptaki her satır, var oluşun hiçliğe bulanmış gücüyle saldırıyor değerlere! Hızla başlanmış bir cümlenin sonunda nefes nefese kalmış iç sesiniz cızırtılı, ağır ve keskin biçimde kulakları tırmalıyor. Daha derine yuvarlanıyorsunuz sonraki sayfada. Bedensiz bir oluşla benliğinizin şaşkın bakışları altında kendi bilincinizle bir kavgaya tutuşuyorsunuz! Var olmak isteyeceksiniz. Benliğimizde ya da dilimizde (dil üzerine konuşmaktan yana kaygılarım var artık!) yer bulmuş birçok kavramın yeniden anlamlandırıldığına şahit oluyoruz ya da yeniden yapılandırıldığına; dil hükmünü ve özne olma durumunu yitirmek üzere! Kutsallar savruluyor: “Her doğuş, bir ölümdür. Tek, kendini yaratarak ölür... İki sonsuzluk var: Biri Tanrı, diğeri aptallık. İkisinin bir araya gelmesine din denir.” KUTSANAN DÜŞÜŞ HiçSınır Ötesi Tümceler’de kelimelerle oynanmış; çeşitli önermelerle yeniden yaratılmak istenmiş belki de. Böylesi bir dizilim elbette her bünyeye uygun olamayacak! Asgari düzeyde bile olsa felsefe, mantık ve etik gibi başlıklara uzak olan bir bilincin bu kitabı sindirmesi mümkün görünmüyor. Bir de şu var; felsefeye olan hâkimiyetiniz arttıkça kitabın damağınızda bıraktığı tat, gözünüzde bıraktığı ton değişecek. Kime ne zaman ne vereceği belirsiz bir kitap HiçSınır Ötesi Tümceler; “toplum” ve “genel” gibi kavramların tam karşısında, onlara doğrudan bakan ve bütün o hassasiyetleri yerle bir edecek bir güç. Okumayı bilip sabredene: “Kimi düşünürler Tanrı’ya başkaldırıp Şeytan’ı benimsediler. Çünkü Tanrı, Şeytan’ın başkaldırısını cezalandırmakla onursuzca bir harekette bulundu. Sokrates’in hatası: Adalete güvenmiş olmasıdır. Bu hata onun erdemlik ve etik anlayışına dayanmaktadır. Oysa bu iki kavram görecelidir.” Ne güzel özetlemiş; üzerinde konuşup tonlarca duyguyla anlatılması güç bir işi sırtlamış birkaç kelimeyle. Acı, güven, tekilliğin zayıflığı, istismar, yargı ve infaz! Ne değişti peki cesetler döngüsünün savrulduğu bunca yılda? Yanıt hem kolay hem de zor... Hiç, desem yetmez mi? Tüm bu karmaşanın orta sında kimileri içinse çiçekler açtıracak türden bir kitap bu. Öteki ya da başka bir şey; önemi yok! Her düşüşün kutsanışından bugüne gelen bir yolculuğun ismi “Hiç.” Okudukça bitecek olanı derinlerde karşılayan; yalınayak, elinde bir kadeh şarapla: “Otuz yıllık şarap kokusunu tattıran ve varoluşun geçiciliğini anımsatan buruk bir şehvet... Bir orospuyla sevişirken sevgilisini hayal eder ve sevgilisiyle sevişirken de bir orospuyu… Lezbiyen, gay, transseksüel, travesti, biseksüel eğilimli insanları hor gören bir halk hiçbir şekilde onurlandırılmaya layık değildir.” Dürtü ve edim, ölüm ve şehvet; hep birlikte yine. Var oluşun tüm tatları üremeni isteyip hiçliğe diren diyor! Ölüme direnmenin yolu üremekten geçiyor. Üremekse otuz yıllık bir şarap kokusu peşinde salya sümük bekleşmek demek. Şarap içmesini bilene ya da doldurmak demek tüm boşlukları; şehvet, şarap ve sancıyla! Sevgi, sahip olma ve dürtüsellik! Ah kör inanç; en iyisi olduğuna dair uydurduğu masalları dinler mağarasında! Dışarı çık; masallardan masal beğen, değerlerini dök ortaya ve tepin üzerinde ey ahmak! Sahici hazları en çok da kuytularda bulursun, en çok da en karanlık yerlerde gezinirken yakalarsın ve öpmek istersin dudaklarından. Fakat dilin başka konuşur, pis ve kirlisin bir tarafınla; en beyaz çarşaflarda yatmak istersin ilk kan için! Şeytan’a ve Tanrı’ya çarpılanların karşılaştırmalı sonuçları, solcular ve mezar taşı, gözlemler, gelenek, işçiler, oryantal, arabesk, halk, Anadolu, İç Anadolu ve bok gibi birçok başlıkla da yerele değinmiş H. İbrahim Türkdoğan. Uyarmakla yetineyim, yüksek dozda sarsıntı içerir! n HiçSınır Ötesi Tümceler / H. İbrahim Türkdoğan / Öteki Yayınevi / 218 s. 10 19 Nisan 2018 KITAP