Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
>> Bu çevirilerin yayımlanmasının ardından “Hangi Yarısını” adlı şiirim Kıbrıslı Rum besteci Marios Tokas tarafından bestelendi, Yunanistan’da Yorgos Dalaras tarafından yorumlanınca iyice tanındı. Şiirlerim Türkiye’de de çok ilgi çekti. Hakkımda yazılar çıktı. Hasan İzzettin Dinamo yazmıştı mesela. Erdal Öz aradı, kitabımı basmak için dosyamı istedi. Zaten ilk kitabım Sümbül ile Nergis 1979’da, Erdal Öz’ün başında olduğu Cem Yayınları’nın Arkadaş Kitapları dizisinden çıktı. “DAVADAN ÇOK AŞK VARDI” n Politik ortam çok keskindi o yıllarda, değil mi? n 19761980 arası politik olarak korkunç yıllardı. Bölünmeler var. Arkadaşlarımız ölüyor. Beni o arada Barış Derneği’nin en küçük üyesi yaptılar. Dernekle Kuşadası’na toplantıya gidiyoruz. Otobüste Nâzım Hikmet’in kız kardeşi Samiye Yaltırım’ın yanında oturuyorum. Nefesimi tutmuşum, heyecandan konuşamıyorum bile. Otobüste Rutkay Aziz, Serra Yılmaz, ressam Orhan Taylan gibi isimler var. Dönemin en önemli entelektüelleriyle dolu otobüs. TKP sosyetesi de diyebiliriz. Dedim ya şaşkınlık içindeyim... Bir yandan da ürküyorum. Hiçbir şey bilmiyorum. Ne giymem, nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum. Ne esprilerini, ne kullandıkları bazı kavramları anlayabiliyorum. Hem toysun, eziliyorsun hem de gururunu okşayan şeyler oluyor. Bu arada eski eşimin baskısı, kıskançlıkları da var. n Sonra ne oldu? n Annem ölünce babam sekiz yaşındaki kız kardeşimi bir akrabamıza vermek istedi. Kız kardeşimi yanıma almak istediğim için apar topar evlendim. Beş parasızdım, eski eşim de öğrenciydi. Bir süre sonra ODTÜ kütüphanesinde iş bulup çalışmaya başladım. Eski eşim için şair kimliğim bir tehditti. Bir gün Akif Kurtuluş elinde çiçeklerle gelmiş, eşim kıskanmıştı. Yazdığım şiirleri, bir çevremin olmasını kıskanıyordu. Tanımamdan rahatsızdı. Ruhumu kaybetmiştim. Kimlikle ilgili değil midir şiir? Ben kimliğimi yitirmiştim. Boşanana kadar doğru düzgün hiçbir şey yazamadım. Yazdıklarımı şiltenin altına gizliyordum. Beş yıl evli kaldık. Çocuğumuz oldu bu sürede. Oğlum 3,5 yaşındayken boşandık. Ayrıldıktan sonra nasıl yazıyordum, anlatamam. Mehmet Fuat yeniden yazıyorum diye çok sevinmişti. O dönemde abim Mehmet Yaşın da parlamıştı. Vedat Türkali “Neşe ağzımıza bir kaşık bal çaldı gitti, sonra Mehmet de açık kapıdan içeri girdi, ünlü oldu, Neşe de kayboldu,” demiş. n Ağabeyinle aran nasıldı? n Üniversite yıllarında iyi bir ikiliydik. Ortak yazılar yazıyor, projeler yapıyorduk. Evliliğime karşı çıkmıştı haklı nedenlerle. Evlenmeden, kendi aramızda yüzük takmıştık. KÖGEF, nişanı bozmamı istemişti siyasal nedenlerle. Diğer yandan beni etkileyen başka unsurlar vardı. İlk kez biri bana kadın olduğumu hissettiriyordu. Devrimcilerde bacı muhabbeti vardı o dönem. Katı kurallar vardı. Mesela kadınlar etek giymiyordu, bense renkli, kırmızı puantiyeli etekler giyiyordum. Tuhaf geliyordu herkese. Eski eşim kitaplarımı taşıyor, çiçek veriyor, sinemaya götürüyordu. Yakışıklıydı. Davadan çok aşk vardı. Kendimi bu açıdan iyi hissediyordum, tüm olumsuzluklarına karşın. “GÖÇMEN OLUŞUM BENİ EVSİZLİK DUYGUSUNA SÜRÜKLEDİ” n Şu anda edebiyat ortamındaki politik yapılanma da karmaşık. Her anlamda bir ayrışma oldu. Bu, ülkenin içinde bulunduğu durumla da ilgili. n Türkiye’ye geldiğimde bocalıyorum. Farklı çevrelerden insanlarla iletişim kurduğumdan, seni kiminle görseler oraya eklemliyorlar. Türkiye’de bir tür yerli yabancıyım aslında. Bunun avantajını yaşadığım gibi Kıbrıslı olmamdan kaynaklanan “yavru vatan” ve “yavru edebiyat” gibisinden bir küçümsemeyle de karşılaştım. Hiyerarşi basamağında Kıbrıslı şair diye aşağıda konumlanıyorsun. Türkçesi de bozuk, oradan şair mi çıkar, taşralı gibi bir bakış var. Bu bakış, bir yandan seni görünür de kılıyor. n Bir nevi göçebesin sen! n Evet, öyleyim. Elimde hep bavulum var. n“Hayatın böldüğü her noktanı, öpüp birleştirsin” diye olabilir mi bu göçebelik? Gerçi sen bunu şiirinde aşk için söylüyorsun ama... Aşkı da göçebe gibi (mi?) yaşıyorsun... n Şiirlerimde özel olanla politika hep iç içe... Aşk şiirlerimde politik alegoriler var. Bu ruh göçebeliği, yersiz yurtsuzlukla da ilgili. Kendi ülkemde göçmen oluşum beni evsizlik duygusuna sürükledi. Bu durum, ilişkilerim için de geçerli. Her ilişkiyi bavulumun içinde yaşıyorum aslında. Her an vedaya hazırım. Belki de sürgüne gönderilme, terk edilme kaygısıyla ilgili... “BELLEK ACI VEREN BİR ALAN” n Ay Aşktan Yapılmıştır adlı kitabında hep ayrılık vurgusu var. Ayrılık senin için önemli bir imge, değil mi? Bu, kavuşma arzuna da tekabül ediyor sanki... n Kıbrıs sorununu fena hâlde içselleştirmiş olmakla ilgili bu. Kıbrıs’ın bir türlü birleşememesi, kavuşma arzusu olarak yansıyor. Bir arada olmanın imkânsızlığına dair bir ağıt bu şiirler. Aşk vuslatı, aynı barış gibi yaklaştığını sandıkça uzaklaşan bir ütopya. İçinde hem muhteşem olanı hem de kırılganlığı barındırıyor. Dolayısıyla aşk da ötekilerle olan kırılgan ilişkimize dair bir ruh hâli aslında. n Son kitabın Üşümüş Kuşlar’da “kapının hafızası” diyorsun. Kapı, hafıza, bellek senin şiirlerinde çokça geçiyor. Bir de “hayal kapısı” var. İçeride kalanla dışarıda olanı konuşalım mı? n Kapı, hem içeriyi hem dışarıyı anlatan; benim büyük meseleme dair bir imge. Kamusalın özele yaptığı soykırımın ağıtı aslında bu şiirler. Bellek, içeride olan ve acı veren bir alan. Hayal ise özlenen bir dışarıyı anlatıyor bir anlamda. Dünyayla olan meselem, başka türlüsü de mümkünken bunca acıyla örülmesi. İçeride korumaya çalıştığım masumiyetim, dışarıda ise beni tehdit eden kirli bir dünya söz konusu. Bu büyük özgürlük tutkusuyla ve bunca kırılganlıkla bu dünyada dikiş tutturmak zor. Bu nedenle Üşümüş Kuşlar gibiyim. n KITAP 131 Şubat 2018