23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

NEŞE YAŞIN’LA GÖÇEBE BİR RUHUN ŞİİRLERİ ÜZERİNE ‘Türkiye’de yerli yabancıyım ben’ Hem buralı hem değil, hem içeriden hem dışarıdan; kendi deyişiyle “yerli yabancı” bir şair Neşe Yaşın. O yüzden ruhu hep göçebe. Onun evi dünya, kimliği şiirleri. Barış en büyük özlemi, bir var oluş mücadelesi. Biz de belleğin kapısını araladık; dünü ve bugünü konuştuk. “Hayal kapısına” varmak için bir şairin portresine baktık. DENIZ DURUKAN K ıbrıs şiirinde 74 Kuşağı olarak anılıyorsunuz... Evet, bir eleştirmen bizi “Red Cephesi” diye de adlandırmıştı. Çünkü Kıbrıs’taki resmî tarih tezini reddeden bir kuşaktık. Ağabeyim Mehmet Yaşın’la beni bunun öncüsü olarak kabul ediyorlar. Hakkı Yücel’le o yıllarda şiir de yazan ressam Aşık Mene de vardı aramızda. n 74 Kuşağı denmesinin Kıbrıs Harekâtı’yla ilgisi var, değil mi? n Evet, 1974 önemli bir dönemeç. Genç şairler olarak biz 1970’lerin sonunda şiirlerimizi yayınlanmaya başladık. 1960’larda milliyetçi şiir egemendi Kıbrıs’ta. Biz milliyetçi şiirin paradigmasını ters yüz ettik. Aslında anti 74 bir ruh taşıyan ve ilk kez Kıbrıs’a “Anavatan” diyen kuşağız. Kıbrıslı Rumları düşman görmeyip onların acıları hakkında da yazan, Kıbrıs bölündüğü hâlde, bütününü bir yurt olarak tanımlayan kuşağız. n O yıllarda, Türkiye’deki öğrenci hareketiyle de bağlantınız var mıydı? n Kıbrıs’ta, KÖGEF (Kıbrıslı Öğrenciler Gençlik Federasyonu) adlı bir oluşumun içindeydik. Yönetici konumundaydık. Kıbrıs’taki Komünist Partisi, Ekim Devrimi’nin sonrasında kurulan, dünyanın en eski komünist partilerinden biridir. Dolayısıyla Kıbrıslı solcuların çoğunluğu Sovyet çizgisindeydi. Bu bağlantı nedeniyle Türkiye’deki TKP ve İGD’nin yanında yer aldık. Bizim kuşak ilk kez Kıbrıslı Rumlarla ilişki kurmuştu. O dönemde ne mektupla ne telefonla ne de yüz yüze görüşmek mümkün değildi. Avrupa’ya mektup gönderilir, o mektuplar oradaki birileri aracılığıyla Kıbrıs Rum kesimine yeniden postalanırdı ya da uluslararası bazı festivallerde iletişim kurabiliyorduk. “TÜRKİYE’NİN YABANCISIDIR ASLINDA KIBRISLI TÜRKLER” n Kimlikler üzerinden uygulanan bir ayrıştırma politikası var. Bu yeni bir şey değil elbette ama bu durum sınırların keskinleşmesine de neden oldu. n Dünyadaki birçok sınır yapay ama Kıbrıs’taki esas sınır doğal. Bir adanın sınırları denizdir. Kıbrıs’ta böyle bir acı var. Sınırları deniz olan bir adayı ortasından bölüp sınır yaratmışlar. Bizim çocukluğumuz bu adanın bütününde geçti ve hayatımın bir döneminde bana dediler ki yarısı sana yasak, sen sadece bu tarafa aitsin! Adada etnik ayrıştırma, düzenleme, konumlandırma yapıldı. Bu çok acı geldi. On yedi yaşımda “Yurdunu Sevmeliymiş İnsan” diye bir şiir yazmıştım çocuksu duygularla. O şiir Kıbrıslı barışseverler için bir kimlik ikonu haline geldi. Bu kadar popüler olmasında, şarkı olarak bestelenmesinin de payı var. Türkiye’de de Melike Demirağ söyledi bu şarkıyı. Her iki tarafın da yardımcı ders kitaplarına girdi. Ben Üniversitede öğrenciyken bu şiirim bütün Avrupa dillerine çevrildi ve Kıbrıs’ta yapılan bir Avrupa Parlamentosu buluşmasında büyük bir orkestrayla seslendirildi. Küçüktüm, olanları hayretle izliyordum. Bir şiirin nasıl etki yarattığını görmüştüm. Şiirin ünlenmesinden yıllar sonra, özel bir izinle, bir çevre derneğini temsil etmek için Rum tarafına geçmiştim. Salonda beni tanıdılar. Bir stadyum dolusu insanın hep birden bu şarkıyı söylediğine tanık oldum. Söylerken ağlıyorlardı. Sonra beni sahneye çıkardılar, ardından bir öpme kuyruğu oluştu. On yedi yaşımda yazdığım şiir her yerdeydi. Politikacılar konuşmalarında bu şiirden alıntı yapıyordu. Şiirin gücüne o zaman inandım. n Elbette Kıbrıslı olduğunu unutmuyorum ama Neşe Yaşın denilince ilk olarak sınır kavramını bertaraf eden dünyalı bir şair algısı oluşuyor bende... n Bu, şiirlerim Bulgarcaya çevrildiğinde de söylenmişti. Beni Avrupalı bir şair olarak algılamışlar. Ama daha ilginci; ilk şiirlerim 1978’de Sanat Emeği Dergisi’nde çıktığında Cahit Külebi babama mektup yazmış. O da şiirleri ilk okuduğunda, adıma dikkat etmeyip ne güzel çeviriler yapıyorlar diye düşünmüş. Sonradan fark etmiş şiirlerin bana ait olduğunu. Türkçe yazılmış bir şiirin çeviri şiir gibi algılaması bana önemli gelmişti. Çünkü kimlik meselesiyle ilgili bu. Biz farklı bir coğrafya, farklı bir tarih, farklı bir kamusal alan, farklı bir ruh ve atmosferden geliyoruz. Aslında Türkçe yazsan da yabancı bir şiir yazıyorsun. Türkçe konuşuyor olsa da Türkiye’nin yabancısıdır aslında Kıbrıslı Türkler. n O zaman senin yaslandığın şiir geleneği nedir? n Kıbrıs’ı küçük bir ada ülkesi olarak düşündüğünde, sömürgeci tarihten ötürü hem Türkiye hem de İngiltere birer kültürel merkez sayılır. İngiltere’de yaşayan, İngilizce yazan Taner Baybars, Osman Türkay gibi diaspora şairleri vardı. Geçmiş kuşaklar Türk şiirini gelenek olarak almış. Bizim kuşaksa kültürel bir melezlik iddiası içinde oldu daha çok. Burada Türk şiiri de var, İngiliz de, kültürel anlamda Elenler de Lüzinyanlar da, Venedikliler de var. Kıbrıs’ın bu uygarlıkların tümünden etkilenen kendi sözlü edebiyatı var. Çok kültürlü, çok dilli bir ülke Kıbrıs. “RESMÎ BELLEĞE HİZMET EDEN ŞİİRE İTİRAZ” n Baban da şair. Bu anlamda onunla nasıl bir ilişkin oldu? Üstelik ailenizde başka bir şair, ağabeyin Mehmet Yaşın da var... n Biz en çok babamıza karşı çıktık, şiirine itiraz ettik. Hatta Sanat Emeği Dergisi’nde yayınlanan, kuşağımızın manifestosu sayılabilecek bir yazıda onu epey eleştirdik. O da bize çok kızdı. Olay Dergisi’nde bir köşesi vardı, “Birtakım kendini bilmez yeni yetmeler, ünlü soyadlarının arkasına sığınıp herkese saldırıyorlar,” diye yanıt vermişti. Babaya karşı çıkmak otoriteye karşı çıkmaktır aslında. Biz babaya karşı çıkarak geçmişin çatışmalı tarihine ve onun resmî kolektif belleğine hizmet eden şiire de itirazlar geliştiriyorduk. n Türkiye’ye geldiğinde nasıldı şiir ortamı? n Ankara’da, ODTÜ’de okuyordum. Yıl 1978. Şiirlerimi bir deftere yazardım. Bir arkadaşımla, Ataol Behramoğlu’nun söyleşisine gittim. Defterimi de aldım yanıma. Sadece şiirlerim değil, yurt adresim de vardı defterde. Defteri ona vermeyi planlamıştım ama utandım, veremedim. Dışarı kaçtım. Arkadaşım defteri elimden aldı, Ataol Behramoğlu’na verdi. Bir hafta sonra posta kutumda Ataol Behramoğlu’ndan gelen, daktiloyla yazılmış bir mektup vardı. Şiirlerimi beğenmiş, başka şiirlerim varsa, biyografimle birlikte göndermemi istiyor, Sanat Emeği Dergisi’nde yayımlanacağını söylüyordu. Çok heyecanlandım. Hemen yeni şiirlerimi gönderdim. Benim için inanılmaz bir şeydi. Dergi çıktığında koşa koşa gidip aldım. Gözlerime inanamadım. Şiirlerime dokuz sayfa ayrılmıştı. Girişte de genç, yetenekli bir şair keşfettik diye sunulmuştum. n Tepkiler nasıldı? n Sanat Emeği’nde derginin içeriğini özetleyen, kimlerin yer aldığını anlatan “Contents” diye İngilizce bir bölüm vardı. Dergiyi Ataol Behramoğlu uluslararası bir şiir festivalinde Kıbrıslı Rum şairi Elli Peonidou’ya vermiş. O da Kıbrıslı bir Türk şairinin adını görünce merak etmiş, Türkçe bilen birilerinin yardımıyla şiirlerimi çevirmiş, Kıbrıs’taki dergi ve gazetelere göndermiş. Bunlar büyük ilgi topla >>dı. Çünkü Kıbrıslı bir Türk, Kıbrıslı Rumların acılarından da söz ediyor. 12 1 Şubat 2018 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle