Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
JEANETTE WINTERSON’DAN “ATLAS’IN YÜKÜ” ‘Beni ben yapan özgürlüğümdür’ * Sıra dışı kalemi ve fantastik kurgularıyla tanıdığımız Jeanette Winterson, ‘Mitler Dizisi’ adlı proje kapsamında yazdığı “Atlas’ın Yükü”nde, Atlas’a dair mitolojik anlatıyı yeniden ele alıyor. Romanda Yunan mitolojisine ait Tanrılar, Titanlar ve olaylarla tanışırken mitolojik anlatıların özündeki felsefeye dair sorgulamaya giriyoruz. pınar köksal üretmen H ayat dediğimiz şey, sınırları tanımayla inkâr etme, başka bir deyişle had bilmeyle haddini aşma arasında yaşanan ikilem ya da bir tür denge problemidir. Kadim hikâyeler, mitoloji ve tragedyalar bunu anlatır. Atlas da bu yüzden cezalandırılmıştır. Mitolojik hikâye der ki babası Poseidon ve annesi Yeryüzü olan bu yarı Tanrıyarı insan Titan, ülkesi Atlantis’e saldırılması üzerine Tanrılarla savaşa girişir. Tanrılarla Titanlar arasındaki savaş uzak durulması gereken bir şeydir (yani bir tür had aşımıdır). Mağlup olan Atlas, Tanrılar tarafından cezalandırılır (ve ona haddi bildirilir). Zamanın sonuna kadar gökkubbeyi sırtında taşımaktır cezası. Tüm dünyanın yükü omuzlarına biner. Böylece onun çizgi (had) aşımı var oluşunu çevreleyen sınıra dönüşür. Atlas, “Erkek kardeşim Prometheus gibi ben de çizgiyi aştığım için cezalandırıldım. O ateşi çalmıştı. Bense özgürlük uğruna savaştım. Sınırlar, hep sınırlar” diye anlatır ikilemini Atlas’ın Yükü’nde. Her canlı kendi varlığının içinde hapsolur ki yaşamın sınırı da budur. Sıra dışı kalemi ve fantastik kurgularıyla tanıdığımız Jeanette Winterson, “Mitler Dizisi” adlı proje kapsamında yazdığı Atlas’ın Yükü’nde, Atlas’a dair mitolojik anlatıyı yeniden ele alıyor. ANLATININ ANA EKSENİ Romanda Yunan mitolojisine ait Tanrılar, Titanlar ve olaylarla tanışırken mitolojik anlatıların özündeki felsefeye dair sorgulamaya giriyoruz. “Öyküyü yeniden anlatmak istiyorum” diyen Winterson, kimi zaman mitolojiye yaslandığı, kimi zaman fantastik ve modern bir anlatım kurguladığı yepyeni bir öykü ve farklı bir Atlas yaratıyor romanda. Mitolojik hikâye eşliğinde sınırlar, haddini aşma, kader, özgür seçim, boyun eğme ve doğruyu arama konularında felsefi, psikolojik ve toplumsal bir sorgulamaya davet ediyor okuru. “Öyküyü yeni baştan anlatıp duruyorum, her ne kadar farklı çıkış yolları buluyorsam da duvarlar hiç yıkılmıyor. Hayatımın sınırları belirlenmiş burası, burası ve burası şeklini değiştirebilirim ama ötesine geçemem” diyerek bu yaratım içinde kendi sınırlanışına dikkat çekiyor. “Özgür insan kaçmayı hiç aklına getirmez” cümlesiyle başlıyor roman ve böylece anlatının ana eksenini, temel felsefesini ortaya koyuyor Winterson: Özgür insan... Kader, baht ya da yazgı denilen boyun eğişle özgür irade arasındaki silik çizgiyi işaret edince “Özgürsün, o yüzden seçimini kendin yap, yani onu yarat!” diyen Sartre’a, onun var oluş felsefesine giden bir yol açıyor. Sartre’a göre özgürlüğün temeli seçim yapmaktır. İnsan, seçen varlıktır ve onu diğer canlılardan ayıran da bu özgürlüktür. Hayvanlardan farklı olarak insanın doğası doğumda belirlenmez, doğamızı biz, kendi tercihlerimizle oluştururuz. Elbette biyolojik, kültürel ve sosyal faktörlerin etkisi altında kalabiliriz ancak bunların hiçbiri varoluşsal yapımızı tamamlamaz. Hayat yolunda yürürken yapmamız gereken seçimlerle karşı karşıyayızdır ve her adımda yeni bir ben inşa eder, yeni bir insana doğru evriliriz. Kişi seçim yaparken kötü şartlar ya da dayatmalar sonucu bir karar verirse kurban olduğunu düşünerek kararlarının sorumluluğundan kaçar. Bu durumda insanlığının gereğini yerine getirmedi ği gibi var oluşu da sahicilikten uzaklaşır. Bu da bizi kaderözgür irade ikilemine getirir. Oysa hem mitolojinin hem de mitlere da yanan tragedya ların temelinde yer alır yazgıya boyun eğme me selesi. Romanda da Atlas’ın, “Yaz gısından kaçacak kadar güçlü Jeanette Winterson biri var mıdır? Kaderin istediği kişiye dönüşmekten kim kurtulabilir?” sorusu işte bu ikilemi anlatır. Mitolojik anlatıları temel alan traged yalar sıradan kişilerin değil, Tanrı, yarı Tanrı ya da kral gibi önemli kişilerin hayatına dairdir. Tragedya kahrama nı, yaşamın bir ânında trajik bir hata sonucu yazgısından uzaklaşır. Kadere ve Tanrıların hükmüne karşı gelmektir bu. Oysa klasik tragedya anlatılarında kadere başkaldırmak, kahramanı çö küşe götüren temel nedendir ve anlatı ların ana teması da boyun eğmeyenin cezalandırılmasıdır. Asi Prometheus’un ciğerinden bir kartal her gün bir parça koparır, Atlas kozmosu taşımak zorun da kalır. Ancak farklı bakış açısıyla da bu başkaldırının özgür irade ve seçim olduğu söylenebilir. HAYATIN AYNASI Kader ve yazgı gibi bahanelere sığınmadan seçim yapmak varlığın özüdür Sartre’a göre. İşte Winterson da Atlas’ın Yükü’nde bu ikilemi gün ışığına taşır. Mitolojik kahramanların kader ve yazgı adı altında aslında boyun eğmeyi de, karşı çıkmayı da kendisinin seçtiğini yansıtır aynaya; tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi... “Peki, ya demir bir çubuğu bükercesine, geleceği de kolaylıkla bükemez miydi? Kendisini alınyazısından çekip sıyırarak yazgıyı başka yerde düzülmeye bırakamaz mıydı? Dev bir öküz misali olduğu yerde, kımıldamadan, ağır aksak niye çekiyordu hayatın çilesini? Hem neden Hera’nın boyunduruğu altındaydı? Derken, ilk kez aklına geldi, aslında kendi boyunduruğuna koşulmuştu.” Yazgıya başkaldırmak aklını kullanarak iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırmayı ve seçimin sorumluluğunu almayı gerektirir. Oysa kader kurbanı rolü kolaydır, vicdani sorgulamadan kaçmanın yoludur. Yazar bu ikilemi özellikle Atlas ve Herkül arasındaki diyaloglarda ortaya koyar. Neden özgür olmadığını soran Herkül’e, “Neden diye bir şey yok. Sadece Tanrıların iradesi ve insanın yazgısı var” diye cevap verir Atlas. Ona göre özgürlük, var olmayan bir ülke yani bir anlamda ütopyadır. Zeus’un eşi Hera’nın Atlas’a “Kendi yazgını kendin seçmen gerek” demesi de yine özgür iradeye işaret eder. Atlas, eylemlerini yazgı olarak nitelendirir, oysa bunlar kendi seçimleridir. Yenileceği bir savaşa girmeye de verilen cezaya boyun eğmeyi de kendisi seçmiştir. O zaman Atlas neden dünyayı bir kenara bırakıp yükünden kurtulmaz? Aslında Atlas’ın yüklendiği nedir? Yazgı mı, kendi kararları mı, yoksa korkaklığı ya da sorumlulukları mı? Peki, biz hangi yükleri taşıyıp neyin altında eziliriz? Neden kurtulamayız tüm yükümüzden? Yazgının gazabından mı, yoksa seçim yapma sorumluluğundan mı korkarız? Hangi yol ya da yolculuktur seçmemiz gereken? “Artık ne Atlas var tek başına ne de dünya; var olan Dünya Atlası. Beni gezip dolaşın, kıtalardan oluşuyorum. Çıkmanız gereken yolculuk benim.” n (*) Jean Paul Sartre Atlas‘ın Yükü / Jeanette Winterson / Çeviren: Dilek Şendil / Sel Yayıncılık / 134 s. 8 25 Ekim 2018 KItap