05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

DAVID GROSSMAN’DAN “BİR AT BARA GİRMİŞ” ‘Ümitsizlik insanı felç eder’ Man Booker Uluslararası Ödülü’ne değer görülen ve samimi anlatımıyla övgü toplayan David Grossman’ın romanı “Bir At Bara Girmiş”, herkesin derdinin kendine olduğu dünyada görülmeye, duyulmaya, anımsanmaya duyulan ihtiyacı anımsatıyor. Grossman’la romanını konuştuk. Gürer mut B ir At Bara Girmiş, sahnede şakalar yaparken trajik bir öykü anlatmaya koyulan bir komedyene odaklanıyor. Spot ışıklarının altındaki kahraman Dovaleh’i yaratırken neyi hedeflediniz? n Anlatacak bir öyküm vardı ancak ne anlatmak istediğimi bilmekle birlikte nasıl anlatacağımı bilmiyordum. Benim için bu biçem, standup formatındaki bu anlatım tarzı tamamıyla yeniydi ve komedyenle izleyici arasındaki gerginliğin de işin içine girmesi gerekiyordu. Komedi ve trajedi arasında bir tür denge kurarak kahramanın esprilerle, gözlemlerle beslediği izleyiciyi kahkaha tesiri altına alıp kendi trajik öyküsünü sunmasını sağla mak istedim. n Metnin tama mı, Dovaleh G.’nin sahnedeki standup gösterisinin akışına odaklı... Komedyen esprilerle söze başlarken anlatı yavaştan aksi yöne doğru kayıyor ve öykü, izleyiciyi rahatsız eden şahsi bir tını kazanmaya başlarken kalabalık isyana koyuluyor. İzleyici ve göstericinin arasındaki bu hoyrat ilişkiyi nasıl değerlendirdiğinizi merak ediyorum; sizce bizler birbirimizin acılarına, çektiği dertlere ne denli duyarlıyız? n Sefaleti, acıyı, çileyi görmezden gelmekte ustayız; kötü olduğumuzdan değil çoğu zaman, daha ziyade yorgun olduğumuzdan, dört bir yandan üzerimize üşüşen imge ve taleplerle karşı karşıya olduğumuzdan vs. ve bir başkasının yarasına dikkatle bakacak olursak duruma dâhil olma ihtimali doğuyor, biz de bundan kaçınıyoruz. Sadece ne olup bittiğine çabucak bir göz atıp oradan uzaklaşmak istiyoruz. Uluslararası medya bu damarı feci biçimde besliyor aslında, yaşananlara dâhil olmadan, başkalarının acılarına şöyle kısaca bir göz atmamızı sağlıyor. Mesele tam olarak bu. Kahramanın çabası bundan; o, öyküsünü anlatırken izleyicilerin çoğu masalarından kalkıp gidiyor ama onu izleyen, gösterinin bitimine kadar kalan küçük bir grup var. Azınlıktalar belki orada; sefaletten, üzüntüden kaçmayan, derinlemesine bakmaktan çekinmeyen ve göstericiyi, böylesine mahrem ve acı dolu bir hikâyenin anlatılmasını sağlayacak ölçüde sarıp sarmalayan birileri. Onlar orada. “HAYAT SANATTAN DAHA ZALİM” n Romanın odağında Dovaleh duruyor ama anlatıcı, eski arkadaşı Avishai. Dovaleh, eski dostunu onu izleyip ne gördüğünü aktarması için davet ediyor kulübe. Bu anlamda iki kahraman var aslında... n Avishai ikinci bir fırsat geçiriyor eline. Geçmişte Dovaleh’in ne yaşadığına şahit olmuşsa da ürktüğü ve onun hikâyesine dâhil olmayı göze alamadığı için arkadaşına sırt çevirmiş, diğer çocukların alaylarının hedefi olmak istememiş fakat kulüpte eline yeni bir fırsat geçiyor. İkinci fırsat denen şeyi pek sık yakalayamayız aslında, hayat bu açıdan sanattan daha zalimdir ve kimi zaman sanatın yegâne amacı bu ikinci fırsata sahip olmakla ilgilidir: Zorlu bir durumu yeniden tecrübe etme fırsatı ile... Burada gerçekleşen de bu. Bu iki arkadaş, kırk üç yıllık yabancılaşmadan sonra yeniden dostluk etme fırsatı buluyor. Sadece o da >>değil, Dovaleh bu hüzünlü öyküyü anlatmakla kalmayıp kendini ona Yine de herkes biliyor mudur? GÖKÇE GÜNDÜÇ M ilos Forman, 1984’te vizyona giren filmi Amadeus’ta, gişe kaygısıyla abartılmış ve parlatılmış olsa da izleyicisi için Mozart’ın etkileyici bir portresini çizer. Eğlenceye düşkün, görgü kurallarını dikkate almayan, cüretkâr kahkahalarını saraydayken bile atmaktan çekinmeyen biridir karşımızdaki. Bir tek müziği söz konusuyken kararlı ve disiplinlidir o. Fakat bürokrasiyi hiçe saydığı ve cemiyet kurallarına aldırmadığı için çok geçmeden saray çevrelerinden dışlanır. Erken bir yaşta borç içinde öldüğünde, görevliler onu, bugün yeri bilinmeyen bir toplu mezara atar. Mozart kimsesizdir. Yukarıda filmi kabaca özetlememe rağmen, Mozart’ın hikâyesinin bu türlü bir anlatımının ruhunuzdaki bir yerlere dokunduğundan eminim. Bunun ne olduğu üzerine, yıllar içinde defalarca düşündüm, bu süreçte Amadeus’u belki on kez izledim ve şu sonuca vardım: Film, hepimizin içindeki, ortak bir arzuya işaret ediyor; gücünü buradan alıyor. Açıklayayım... Söz konusu Mozart’ken durum daha bariz biçimde ortada elbette ama aslında her birimizde, bizi diğer in sanlardan ayıran bir ışıltı var: “Kişiliğin ışıltısı, diye geçirdim içimden. İçimizdeki kor ya da içimizdeki karanlık. O muamma, eşsizliğin o titreşimi. Kişiyi tanımlayan sözcüklerin ötesinde yatanlar; kişinin başına gelen, hayatında ters giden ve ruhunda zaman içinde çarpıklaşan şeylerin ötesinde.” İster Mozart olsun ister “İşte Benim Zeki Müren” şarkısıyla sahnenin ardındaki benliğini hissettirmeye çalışan Mesut Bahtiyar, isterse son standup gösterisinde seyircileri sıkma pahasına, inatla kendi hikâyesini anlatmaya çalışan, Bir At Bara Girmiş’in başkarakteri Dovaleh... İnsan bu ışıltıyı saklayan maskeleri atmadan, görülmeden, duyulmadan ölmek istemiyor. Amadeus, bize Mozart’ın o muazzam yeteneğine rağmen, bundan mahrum kaldığını düşündürdüğü için etkileyici. Hiçbirimiz bu şekilde ölmek istemiyoruz çünkü. AĞIR GELEN BİR MASKE 1954’te Küdüs’te dünyaya gelen David Grossman, muhalif ve barışçı duruşuyla, bugün İsrail ve dünya edebiyatının önemli yazarlarından. Geçen günlerde Aylin Ülçer’in çevirisiyle yayımlanan, 2017 Man Booker Uluslararası Ödülü sahibi Bir At Bara Girmiş de yazarın büyüdüğü coğrafyanın siyasi ve toplumsal koşullarını izleyebildiğimiz, bunlarla derdi olan bir roman. Kitabın ana karakteri, sivri dilli komedyen Dovaleh G., performansı sırasında anılarına döndükçe çelimsiz, hassas ve iyi niyetli bir çocuk olarak çıkıyor karşımıza; yaşıtlarının acımasız davrandığı, ezdiği biri. Gösteri kariyerinin temelleri de aslında çok erken bir yaşta, bu muameleye karşı bir savunma mekanizması geliştirdiğinde atılıyor. Dovaleh, şahsına yönelik alayları, hakkındaki en ağır şakaları bizzat yaparak susturma yoluna gidiyor çünkü. Fakat ne yazık ki çocukluktan beri taşıdığı ve zamanla başkalarını da hedef almaya başlayan, bu alaycı “hiçbir şeyi ciddiye almıyorum” maskesi, bir yandan kaygılandırıyor onu. Bu maskeye rağmen insanların onu görüp görmediğini merak etmeye başlıyor. Bunun üzerine yıllardır konuşmadığı çocukluk arkadaşı, Yüksek Mahkeme Yargıcı Avishai Lazar’ı otorite tayin edip gösterisine davet ediyor. Kitap da böylece ortaya çıkıyor.Lazar’ın gösteriye ilişkin kayıt ve yorumlarıyla kurgulanan roman, ustalıkla yapılmış siyasi iğnemeleri nedeniyle önemli ama onu bu ölçüde başarılı ve vurucu kılan bu iğnemeler değil görülme ihtiyacını ve görülememenin acısını işlemekteki mahareti şüphesiz. Bir At Bara Girmiş, tekrar tekrar okunmayı hak ediyor. “Gözlüklerini çıkarıyor ve göz ucuyla bana bakıyor. Yanılmıyorsam kendince ricasını hatırlatmaya çalışıyor: Kişinin içinden elinde olmaksızın fışkıran o şey, onu anlatmanı istiyorum bana. Oysa şimdi fark ediyorum ki bunu kelimelere dökmek olanaksız, benden bunu özellikle istemesinin nedeni tam da bu olsa gerek. Bana gözleriyle soruyor: Peki, sence yine de herkes biliyor mudur ne olduğunu? Başımı sallıyorum: Evet. Üsteliyor: Ya kişinin kendisi? Kendisine ait bu biricik şeyin ne olduğunu o da biliyor mudur? Düşünüyorum: Evet. Yüreğinin derinliklerinde o da biliyordur, evet.” n 12 25 Ekim 2018 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle