07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İkinci Dünya Savaşı’ndan eve dönen Amerikalı askerlerin yorgun ruhunu, en doğru ve yalın şekilde Beat Kuşağı şairlerinin anlattığı düşünülür. “Beat”, ilk başta tükenmiş anlamında kullanılırken ilerleyen zaman içinde “beatific” sözcüğünün arınmış, kutsayan anlamıyla caz müziğin temposunu, ritmini de içeren bir şekilde yerleşmiş dile. Aslında çoğu edebiyat akımı gibi önceden düşünülerek birlikte hazırlanmış manifestoyla ortaya çıkan bir akım değildir Beat; bağımsız yazarların ve şairlerin, neredeyse birbirlerinden habersiz ortak bir dilde buluşmasından oluşmuştur. B eat akımının öncülerinden Kanada asıllı Jack Kerouac (19221969), savaş sırasında ordudan şizofreni teşhisiyle ihraç edilmişti. Bir süre ticaretle uğraştıktan sonra, günün edebiyat akımlarına duyduğu tepkiyle ilk romanını yazdı. Amacı, zihinsel denetim sürecinden geçirmeden, nesneleri ve olayları dolaysız bir dille ve özellikle de düzeltme yapmadan yansıtmaktı. Ona göre deneyim doğrudan ve aracısız anlatılmalıydı. Yazı tekniği çağrışımların doğal bir hızda birbirlerini takip ettiği, “özensiz” stili ile kısa zamanda tanınan bir yazar olmuştu. İlk önemli eseri On the Road’u hiç düzeltme yapmadan, olduğu gibi yayımlamıştı. Bu yeni stil, yeraltı edebiyatına ilgi duyan sıra dışı şair, müzisyen ve mistikleri etkiledi. Toplumsal gelenekleri ikiyüzlü bulan, kendi gerçeklerini bunlarla ifade etmenin olanaksız olduğunu gören sanatçılar bir şekilde bir çatı altında toplanıyordu böylece. Bu yeni ifade biçimini kullanan Allen Ginsberg de akımın öncülerinden biri olarak 1950’lerde önem kazandı. Ginsberg, Columbia Üniversitesi’nde eğitim gördüğü yıllarda, Kerouac ve o günlerin yeni yeni ünlenen yazarı William Bitnik bir nesil Burroughs ile tanışma fırsatı bulmuştu. İlk kitabı İnlemek, şairin kendi nesli üzerine görüşlerini yansıtıyordu: Bir neslin en verimli zihinlerinin nasıl toplumsal kıskaçlar yüzünden tüketildiğini anlatan bir eserdi bu. Kısa zamanda Amerikan gençliğinin “guru”su hâline geldi. ZEN BUDİZM 1950’lerde, Kerouac ve Ginsberg, birbirinden bağımsız olarak ve bir diğerinin de ilgi duyduğunu bilmeden Zen Budizm felsefesine yakınlık duymaya başladı. Ame rikan hippi gençliği de Budist felsefeden etkilenmiş görünüyordu. Gerçi bu noktada Budizm’i derinlikleriyle anladıklarını söylemek zordu ama kişisel aydınlanma, bağlardan kopma, kurumsal dinlere karşı tepki ve özellikle arınma düşünceleri öne çıkıyordu. Kendi gerçekliklerinin arayışına girmişlerdi. Beat hareketinin Budizm’e en yakın şairi olarak bilinen San Franciscolu Gary Synder’ın yeni yaşam biçimine geçmelerinde büyük etkisi olmuştu. 1930 doğumlu Synder, Kerouac ve Ginsberg’den özellikle bir açıdan farklıy dı, onun şiirleri hareketin temeline uygun olsa da sokak şiiri değildi, daha elit bir tabakaya hitap ediyordu. O günlerde yaygınlaşan, gençlerin komünlerdeki alternatif yaşam biçimlerini şiirlerine konu ediyordu. Komün hayat, insanların kendi çıkarlarını geri planda tutarak paylaşmayı temel alan bir yaşam biçimiydi: Dostluk ve barış en temel birleştirici olarak görülüyordu. Synder aynı zamanda komün yaşamın beraberinde getirdiği ekolojik uyuma da ilk dikkat çekenlerden biriydi. Zamanının ötesinde düşünceleri onu bir yaşam biçiminin öncüsü hâline getirdi. ROCK YILDIZLARI 1960’lara gelindiğinde Beat hareketinin müzikteki yansıması ayrıca önem kazandı. Bob Dylan ve John Lennon gibi müzisyenler, başkaldırı niteliğindeki müzikleriyle toplum üzerinde belirleyici bir rol oynamaya başladı. Hedef kitleleri aynı Beat şairleri gibi sokaktaki insandı. Cinsel özgürlüklerin kısıtlanmaması, toplumsal baskılardan kurtulmanın yanı sıra yine özellikle John Lennon’da Budizm’e ilgi öne çıkıyordu. Allen Ginsberg, manifesto değeri taşıyan Kiddish (1963) adlı şiir kitabının önsözünde sezgiselliğe verdiği önemden söz eder. Sezgilerin ancak egonun gücünden kurtulunca gelişebileceğini ve kişinin “kendi” olması için dış etkilerden arınması gerektiğini yazar. Ginsberg’e göre bilinç, insanı evrenden koparan bir öğedir; dünyayı anlama isteğiyle insan, kendini temelde bir bütün olduğu evrenden koparır. Bu aynı zamanda sezgilerini yitirmesine de neden olur. Beat akımı şairleri, bilinçdışı şiirler yazarak bir şekilde evrenle kopan ilişkilerini yeniden kurmaya çalışıyordu. Ginsberg, evrenle bütünleşmeye “doğaüstü anlayış” adını verir, varlığın çok ender anlarda, neşe içinde bir coşkuyla bütünleşmeye tanık olabileceğini savunur. Bilincin katılığı kırıldığında, bütünleşme kendiliğinden oluşur. Budizm’in etkisinin açıkça görüldüğü bu görüşlerinde şiirin de yeri, bilinçdışının, rüyanın ve kendinden geçme hâllerinin dile dökülmesidir. Şair kendini sezgilerine bırakarak bilinçdışını işler hâle getirme gücüne sahiptir. Bilincin evsiz bıraktığı ruha, evren içinde yeni bir ev bulmak, şiirin dili ve coşkusuyla mümkündür ancak. Bu açıdan bakıldığında Beat şairlerinin, şiiri bir araç olarak kullandığını söyleyebiliriz. Kendini dünyaya ifade etmekten çok, kendini anlamak için kullanılan bir araç. Yazıyı Ginsberg’ün çok sevdiğim ve ne yazık ki yazılmasının üzerinden geçen yarım yüzyıla rağmen hâlâ güncel kalmışşiirinden dizelerle bitirelim. Şairin, sokak dilini ve argoyu nasıl kullandığını çok güzel gösterir bu dizeler: “Amerika sana her şeyimi verdim, şimdi bir hiçim ben. Amerika, iki dolar yirmi yedi sent 17 Ocak 1956. Kendi kafama bile dayanamıyorum. Amerika, ne zaman bitireceğiz insanlarla savaşı? Al da kıçına sok atom bombanı. Keyfim yerinde değil, sıkma canımı (...) Amerika neden gözyaşı dolu kitaplıkların?” (Allen Ginsberg, “Amerika”, Çev: Cevat Çapan) n 6 7 Eylül 2017 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle