Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
>> soruyordun Pınar? PINAR İLKİZ: Şimdiye kadar hep soyadlarında tosladım. S. O.: Hep soyadlarını sordun değil mi? Sorular da zor değilmiş. Şaşırmadım. Vahşi bir tepkim olmadı. “SEVİN HOCA’NIN EĞLENCELİ BİRİ OLDUĞUNDAN DAHA EMİNİM ARTIK” n Pınar, bu söyleşi çalışmasına başlamadan önceki Sevin Okyay’la şimdiki Sevin Okyay’ı anlatır mısın biraz? n Benim için hâlâ aynı Sevin Okyay. Eğlenceli olduğunu zaten bildiğim ama artık bundan daha emin olduğum biri. Gerek 20062007’de arşiv çalışması sebebiyle, gerek eski öğrencisi Ferhat (Uludere) gerek kızı Elif (Kutlu) gibi aynı yerde çalıştığım için bir şekilde ondan haber alabileceğim insanlar hep oldu. Zaten NTV Yayınları’nda birlikte çalıştık. Dolayısıyla sürekli haber aldığım, bazen hayatını bire bir gözlemlediğim bir insandı Sevin Hoca. Tam da bu sebeple 2006 sonbaharında tanıdığım Sevin Hoca ile 2017 sonbaharında tanıdığım Sevin Hoca aynı insanlar. n Sevin Hanım, birinin sizin hayatınızı kurcalayıp sorular sorması, hayatınızı gözden geçirmenize neden oldu mu? n Yok. Geçireceğim de ne olacak yani? Çok kurcalarsa her insan bunlara cevap vermekten ânında kaçar. Öyle bir hayatımı gözden geçirmek değil. Arada bazı sorularda durup düşünmüşümdür belki ama bunu çok hızlı yaptım herhalde. Pıt diye aklımdan çıkıp gitmiş. Ama Pınar’a da dediğim gibi başka bir gazeteci veya hiç tanımadığım bir insan gibi düşünmediğim, zaten öyle olmadığı için beni rahatsız etmedi sorular. n Pınar, kitabın kurgu aşamasında, söyleşiler ve buluşmalar boyunca nasıl bir yol izleyip okur namına neyi gözettin? n Sevin Okyay’ın, yaşanmışlıklarla dolu bir hayatı olduğunu gözler önüne sermekti amacım. Tabii dersime iyi çalışmalıydım. Sevin Hoca’nın yazılarını okuyordum zaten ama bir hazine avcısı gibi hepsini tek tek yeniden okudum. Çünkü Sevin Hoca’nın birçok anısı, doğası gereği mevzubahis etmeden yazılarının satır aralarındaydı. Öncelikle onları bulmalıydım. Laf arasında geçen bir Elia Kazan’a kitap verme hikâyesini ya da bir remilcinin yerine gelen mektuplara cevap yazdığını duyunca arkasında daha büyük bir hikâyenin olduğunu anlıyorsunuz. Ama şunu unutmamak gerek; ben ne kadar yazılarının altından girip üstünden çıksam da herkesin hayatı kendi anlatmak istediği kadardır ve böyle bir işe kalkışıyorsanız saygı duymanız gereken ilk kural bu. Hiç tanımadığım bir insanla konuşuyor olsaydım belki daha sistemli gidebilirdim ama tanıdığım bir insanın yolunu, onu hiç tanımayanlarla kesiştirmeye çalıştığım için aslında akışına bıraktım diyebilirim. “BANA ‘ÇEVİRİYLE GEÇİNİLMEZ’ DEDİLER” n Kitabın bütününe baktığımızda, Sevin Okyay’ın çocukluğundan bugüne, “Sevin Okyay’ın, yaşanmışlıklarla dolu bir hayatını gözler önüne sermekti amacım” diyor Pınar İlkiz. aslında biraz da Türkiye basın ve kültür sanat dünyasının dönemlerinden tanıklıklar var. Kitap için sözlü tarih çalışması da diyebiliriz? n S.O.: Atıldıklarımızı falan da mı söylemişiz. Aslında Türkiye basının içinde bulunduğu şartlara çok uyan bir çalışma hayatım oldu: Elinden geldiği kadar çalışıyorsun, eşek gibi demeyeyim ama bunun takdir tarafı daima zayıf. Takdir derken tanımadığım insanlar tarafından demek istemiyorum, birlikte çalıştığım insanlar tarafından... Ben yazmayı hakikaten sevdiğim için ve başka bir işi yapamayacak olduğumdan memnundum. Bazı yazıları yazmaktan pek hoşlanmamış olabilirim. Hayattaki bütün festivalleri, bütün fuarları, bütün yarışmaları yazmak gibi. Onun dışında gerçekten yaptığım işi seviyordum. Buna maalesef çevirmenlik de dâhil. Bazı insanlar mazohist oluyor. Seviyordum ve neden şikâyet edebilirdim? Belli bir konumda olmayıştan mı? Ama zaten hiç böyle bir şey aramayan bir insanım; hırsım sıfır. Az para aldığımız için başından beri değişen bir şey olmadı benim için. Hayatımda iki kere zam istedim, onu da vermediler; birisini çok sevidiğim, diğerini de pek sevmediğim bir insandan.... Sonuç değişmiyor. En iyisi istememek diye düşündüm sonunda. Türkiye basını böyle ama hemen herkes için aynı. Bir takım şanslı insanlar, talihiyle doğanlar ya da dikkat çekmeyi başaranlar, ki ben bunu da istediğimden emin değilim... Dolayısıyla şikâyet edecek bir şey yok. Siz benzer şeyler mi yaşadınız acaba? n P. İ.: Benim için şu inanılmaz olmuştu. SİYAD’a girişinizin on yıl sürmesi, sinema eleştirmeni olmanız, TRT 2’deki program... Ama bu bölük pörçük şeyleri birinci ağızdan ve kronolojik olarak dinlemek, basının yirmi yıl sonra da kendini tekerrür ettiğini gösteriyor. n S. O.: İnan ki, benim çok sevdiğim bir arkadaşım da dâhil, insanların “Ne işi var SİYAD’da?” diye sorması çok enteresandı. Komik olduğu için kızamı yorsun da. Hele bu arkadaşın, “Haksız yere magazin muhabiri gözü ile bakılan Sevin Okyay,” diye bir cümle sarf etmesi hakikaten komikti. Ben o anlamda magazin muhabirliği hiç yapmadım. Tuğrul’un fevkalade elit magazini vardır. Yapmışsak onu yapmışızdır. Bir de Milliyet’te çok değer verdiğim iki insanın yardımcı editörlüğünde; Nail Güreli ile Leyla İsmier Özcengiz’in... Buna da herhangi birisi tepeden bakarak magazin diyorsa sağdan yürüsün. n Bu sorum Sevin Okyay’a; nasıl bu kadar çalışkan olabiliyorsunuz? Sahiden çok merak ediyorum onca çeviri yapıyor, film izliyorsunuz ve düzenli yazma disiplinine de sahipsiniz. Kitapta da sürekli çalıştığınızı görüyoruz ama bu salt maddi olarak hayatı kazanma amacıyla değil gibi... Bilemedim, öyle mi? n Zaten maddi olarak hayatı kazanmak zor biraz bize verdikleri paralarla. Bana çeviride şunu söylediler: “İkinci bir mesleğin olsun. Çeviri ile geçinilmez.” Ben de ne yaptım? Gittim gazetecilik okudum ikinci meslek olarak. Ama hayatımızda bir Harry Potter olayı Allah tarafından başımıza inmiş ve vuku bulmuş. Onun şansı geldi bize. Yoksa hakikaten çok zordu. Hayatı kazanmam için değil çalışmam. Ama bir iş yapıyorsun para veriyorlar, şöyle ya da böyle hayatını kazanıyorsun. Doğrusu ben pek çalışkan olduğumu düşünmüyorum. Annem de benimle aynı fikirdeydi çünkü bir işe başlamam çok zor benim. O da “bu çocuğu bir kere işe başlattın mı çok güzel çalışıyor ama başlaması bir bela” diyordu. Ama bir yerde çalışınca pek kendine kalmıyor başlayıp başlamamak. Çalışmayı ve yaptığım işi sevdiğim için istemediğim işlerle ilgili türlü bahaneler bulurum. Bazılarını hiç yapmıyorum, bu da bir tembellik sayılabilir. Marmara Belediyeler Birliği’ni hatırlıyorum, Mustafa Küpçü ile ikimiz basın işleri ile ilgileniyorduk. Bunun sonucu olarak nerdeyse sırtımızda taşıdığımız teksir kâğıtlarını makineye koyup sonra harmanlıyorduk. Onları bir araya getirip önümüzdeki listelerden birine yolluyorduk. Eh bu da gazetecilik sonuçta. Onları severdim, annemin hamal işi dediklerini de... Pıtır pıtır yapılacak, çok vaktini alacak ama yapılınca düzeniyle içini rahat ettirecek. Buna ne denir bilmiyorum. Pek de çalışkanlığa benzemiyor. İsmini veremediğim bir şey. Ama her işi iyi yapmak için uğraşırdım. Ne yapıyorum ki çok çalışıp? Çeviri yapıyorum. Her zaman hayal etmişimdir bir dilde İngilizcede tabii benim için çok sevdiğim bir şeyi dile uygun bir şekilde Türkçe söyleyebilmeyi. Daha okuma yazma bilmediğim zamanlardan beri annem bana kitap okuyordu. Annemin dediği gibi maymun iştahlıydım ve kitap okumaktan hiçbir zaman vazgeçmedim. Müzik severim, özelllikle de jazz. Hep bildiğim, sevdiğim ve hayatımın parçası olan şeyleri iş olarak yapmaya başladım. Spor da dahil bunlara. Bana zor gelmiyor. Allah kahretsin şimdi de oturup jazz mı dinleyeceğiz demiyorum. “SEVİN OKYAY HERKESLE EŞİT KONUŞUYOR” n Konuşmaktan sakındığınız veya üzerine epey bir düşündüğünüz konular oldu mu? n S. O.: Olsa da hatırlamayabilirim. Dört yıl diyorsun. n P. İ.: Hayır. Mesela ben ses kayıt cihazını kapattığınızı hiç hatırlamıyorum. n S. O.: Hiç öyle bir şey olmadı. n P. İ.: Bir ayda iki kere durmuşuzdur. Onda da bizle ilgili değil, başkalarının hayatını ihlal etmemek için. n S. O.: Öyle bir şey olmadı. Hatırlamıyorum diye dipnot koyalım da ne olur ne olmaz. n Peki, bu kitaptan ikinize ne kaldı? n S. O.: Bu kitaptan bende, evde salon dediğimiz yerde; sol tarafımda duran Pakistan yapımı, öne arkaya gidip gelen salıncaklı sandalyede oturan Pınar’ın bana bir şeyler sorması kaldı. Daha sonra arşiv faaliyetleri... Bir ay sonrasında ya da öncesinde geçip epey ciddi bir arşiv çalışması yaptık. Güzel şeylerdi. Oturup konuşmak kaldı. n P. İ.: Sizi zaten on yıldır tanıyorum ama her zaman dahası olduğunu biliyordum. O dahasının ne olduğunu gördüm. Bu da bana kalan... Yazılarınızda hep belli oluyor ama inanılmaz eğlenceli bir insansınız. n S. O.: Çocuk doğru söylüyormuş “komik annesin” diye. n P. İ.: Bir yandan da şöyle bir şey var; sizi hiç tanımayan için başka bir şey olabilir ama herkes ile eşit konuşuyorsunuz. Ben bunu benimle beraber sizin eve gelenlerde de gözlemledim. Sizinle tanışmaya gelen ya da bir şekilde temas etmiş herhangi bir insanın kim olduğundan bağımsız, herkesle eşit ve aynı eğlenceli şekilde konuşuyorsunuz. n S. O.: Tabii insan sonuçta, kendin söylüyorsun. Herkese aynı şekilde muamele etmemek bana komik geliyor. n Hakikaten: Sevin Okyay Anlatıyor / Pınar İlkiz / Ayizi Kitap / 216 s. KItap 137 Eylül 2017