05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

‘Madame Bovary, c’est moi!’ “Madam Bovary” yayımlandıktan sonra, toplumsal ahlaka zarar verdiği gerekçesiyle yargılanmıştı. Bir kadının evlilik dışında ilişki yaşaması toplum tarafından kabul edilen bir şey değildi, hâlâ değil. Flaubert toplum dışına itilmişliği, dışlanmışlığı, sıradanlığa mahkum edilmiş olmayı anlatmak istiyordu romanında. Bir de tabii erkek bir yazarın kadın kahraman ile kendini özdeşleştirmesinde gizli bir anlam buluyordu. O n dokuzuncu yüzyıl, Fransa’da ve Avrupa’nın büyük bir kısmında, kökten toplumsal değerlerin değişime uğradığı bir çağdı. Aristokrasinin çöküşü ve sanayi toplumuna geçiş, yeni bir orta sınıf yaratmıştı. Yeni zengin tüccar, banker ve sanayiciler siyasi güç kazandıkça kapitalist değer yargılarını ve tutucu ahlaklarını topluma dayattı. 1800’lerin ikinci yarısında Fransa’da gelişen gerçekçilik akımı hem romantizme hem de bu tutucu ahlaka karşı tepki ile başladı. Akımın öncüsü 1821 Rouen doğumlu Gustave Flaubert’ten başkası değildi. Flaubert denince hemen akla gelen yazarın ilk romanı Madam Bovary (Çeviren: Yaşar Avunç, Sel Yayıncılık, 2017). Aslında 1857’de yayımlandığında modern romanın öncüsü olacağı tahmin edilememişti; ilk okurlar hayranlık duymaktan uzaktı. Roman bir skandal olarak algılanmış, ardından gelen suçlamalar ve mahkeme derken zaten içine kapanık bir kişiliğe sahip olan Flaubert neredeyse hayata küsmüştü. Bu yazıda romandan çok Flaubert’in ünlü sözünü ele almak istiyorum: “Madame Bovary, c’est moi” (Madam Bovary, benim). Yazar bu sözle ne demek istemiş olabilir diye bir bakalım. Her şeyden önce söylemek gerekir ki Flaubert bu sözleri bir yerde ne mektuplarında ne de diğer metinlerin Gustave Flaubert, kahramanının yaşadığı hayal kırıklıklarının nasıl depresyona dönüştüğünü, kendi ağır depresif dönemlerinden biliyordu... de yazmış değil. Edebiyata damgasını vurmuş bu ünlü sözü araştırırken René Descharmes adlı bir akademisyenin ‘Flaubert’ adlı tezinde yer aldığını buldum. 1909’da yayımlanan tezde Descharmes kendisine bu sözlerin Flaubert’in dostu, kendi gibi Rouen doğumlu yazar Amélie Bosquet (18151904) tarafından aktarıldığını yazar. Bosquet, sohbetlerinde Flaubert’e Madam Bovary karakterini nereden bulup çıkardığını sorduğunda, Flaubert’in ısrarla birkaç kez “Madame Bovary, c’est moi! D’après moi,” diye yanıtladığını anlatmış. EMMA Öncelikle Madam Bovary’nin kim olduğuna bir bakmamız gerekir. Aslında romanda üç tane Madam Bovary adıyla anılan kişi var; biri Doktor Charles Bovary’nin annesi, ikincisi ilk eşi, sonuncusu da ikinci karısı Emma. Romanın başkahramanı Emma Bovary, yeteneksiz bir doktorun, ne çok akıllı ne de çekici olan sıradan eşi. Bu sıradan insanların 1840’ların taşrasında yaşamları anlatılır romanda. Flaubert kendini başkahramanı ile özdeşleştirdiğine göre aralarında benzerlik var mı diye bakmamız gerekir fakat görünürde bir benzerlik bulamayız. Flaubert saygın ve varlıklı bir doktorun oğlu olarak dünyaya gelmiş, seçkinler arasında yaşayan biridir; Emma ise kaba saba bir çiftçinin kızıdır. Flaubert Paris sanat çevrelerinde önemli bir figürdür, Emma ise yükselmeye çalışan, idealize edilmiş romantik aşkın peşinde bir kadındır. Son olarak hiç evlenmemiş, hayatını yalnız yaşamış Flaubert’in aksine Emma mutsuz ve hayal kırıklığıyla dolu bir evlilik yapmıştır; evlenme nedeni köydeki çiftlik hayatından kendini kurtarmaktır. Bunlara ek olarak Flaubert’in dostu Louise Colet’e, 6 Nisan 1853 günü yazdığı mektupta şu sözleri buluruz: “Bugüne dek yazdığım hiçbir şeyde kendi kişiliğim ve yaşadıklarım benim için bu denli işe yaramaz olmamıştı.” Bu sözlerden kendi dışına ne denli çıktığını anlarız. Flaubert’in gençliğinde tutkulu bir şekilde kendinden yaşça büyük Elisa Schlessinger adlı kadına beslediği aşkını biliyoruz; bu bilgiden yola çıkarak, tutkuyla birine bağlanmayı, aşk hayalleri kurmayı bildiği çıkarımını yapabiliriz. Emma ile ortak yanlar arama biraz zorlama olsa da, Flaubert kahramanının yaşadığı hayal kırıklıklarının nasıl depresyona dönüştüğünü, kendi ağır depresif dönemlerinden biliyordu diye de ekleyebiliriz. BENDEN TÜREYEN Ama asıl “Madame Bovary c’est moi,” sözünün altında yatan olgu, kuşkusuz karakterin gerçekliği. Flaubert toplum dışına itilmişliği, dışlanmışlığı, sıradanlığa mahkum edilmiş olmayı anlatmak istiyordu romanında. Bir de tabii erkek bir yazarın kadın kahraman ile kendini özdeşleştirmesinde gizli bir anlam buluyordu. Dedikodularla yıpranmışlığın içinde kahramanına sahip çıkmak istiyordu belki de. Madam Bovary yayımlandıktan sonra, toplumsal ahlaka zarar verdiği gerekçesiyle yargılanmıştı. Bir kadının evlilik dışında ilişki yaşaması toplum tarafından kabul edilen bir şey değildi, hâlâ değil. Şimdi Flaubert’in sözlerini yeniden düşünürsek “Madame Bovary, c’est moi,” derken roman kahramanından değil, belki romanın kendisinden söz ettiğini de varsayabiliriz. Bu durumda kahramanı değil, romanını katı ahlakçılık karşısında korumak istemiş olabilir ama tüm bunlara eklenmesi gereken, sözlerin ikinci yarısı; “d’après moi”. “Benden türedi” ya da “benden çıktı” şeklinde dilimize çevirebileceğimiz bu deyime neredeyse hiç değinilmez. Bir kahramanın gerçekliğini bize hissettiren, kendi özümüzde onu bulmamızdır. Flaubert, sanırım bu sözüyle romanı yazma sürecinde nasıl kendi içine döndüğünü anlatmaya çalışıyordu arkadaşına. Bir yazarın öteki olma hâlini dile getiriyordu. Ahlaksızlıkla suçlanan bir kadında kendini bulma hâli. Romanı okurken bize de aynı şeyi hissettirmeyi başarır. İlk başlarda küçümsediğimiz Charles ve Emma’nın gerçekliklerinden ve en çok da acılarından romanın sonlarında etkilenmeye başlarız. Roman bittiğinde ise “c’est moi” sözü hepimiz için geçerli olmaya başlar. n 6 21 Eylül 2017 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle