05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

“NEJAT GÜLEN’LE ADALI SOHBETLER” ‘Adada herkes içinden geleni yaşıyordu’ Nejat Gülen, “Adalı Sohbetler” ile Heybeliada’yı ele aldığı kitaplarına bir yenisini ekledi. Adada doğup büyüyen Gülen, kitabında; adanın sosyal yaşantısından, mimarisine kadar uzanıyor. Birinci Dünya Savaşı’nın çalkantılı günlerinden Cumhuriyet’in kuruluşuna yol alıyor. Okul yıllarından Adalar’da edebiyat ve edebiyatçılara varan yazar, anıları bağlamında nostaljik bir Heybeliada portresi çiziyor. Kitap, okura, eski ve yeniye dair bir kıyaslama ve toplumsal özeleştiri yapma imkânı sunuyor. YİĞİT BENER N ejat Amca, Heybeliada’nın geçmişini senden iyi anlatacak çok az insan var ama sizin ailenin Heybeliada’da ne işi var? Buraya nasıl geldiniz? Bildiğim kadarıyla köken Trabzon’a uzanıyor... n Adanın bir özelliği var; Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde bile yazıyor, havası ciğer hastalıklarına çok iyi gelir. Ciğerlerinden hastalananlar özellikle de mali durumu iyiyse tedavi için adaya geliyor. Dedem Trabzonlu; Karadenizliler kendini korumayı da pek bilmiyor, ciğerlerinden hastalanınca adada bir ev alıyor. O arada babam evleniyor, ilk eşi de tüberküloz olup adada ölüyor. Babasının aldığı evde tek başına oturmaya başlıyor. Annem de Üsküdarlı, o da yalnız; annesi ölmüş, babamla onu evlendiriyorlar. Adaya gelin geliyor. 26 Ağustos 1927’de ben doğuyorum. 26 Ağustos üç önemli olaya denk geliyor; Malazgirt Meydan Muharebesi, Büyük Taarruz’un başlangıcı ve benim doğumum... n Adanın o dönemki yapısından bahsedelim mi biraz? Rumlarla ilişkiler, çocukluk, gençlik yılları... n Ada nüfusunun yüzde 99’u Rumlardan oluşuyordu eskiden. İstanbul’da Çeşme Savaşı’yla buranın nüfusunun çok yakın ilgisi var. Bu savaşta, bahriyelilerin büyük fiyaskosu var, gemileri Ruslar yakıyor. O savaşta Cezayirli Gazi Hasan Paşa kurtuluyor, hatta terfi edip paşa oluyor; Deniz Kuvvetleri’nin başına geçiyor. “Kahvehanelerden adam toplayıp asker yapılmaz, bu iş okulla olur,” diyor ve Kasımpaşa’da ilk bahriye okulunu 1773’te kuruyor böylece. Fakat orası teh likeli çünkü üstü Beyoğlu; yaşam rahat ve insanlar serbest, Bahriyeliler de gezmeye müsait. Ada sahilinde bir köşk var, sahibinin Patrikhane’yle arası açık. Orayı bir zamanlar güvenliği sağlamak için Jandarma yapmışlar. Hasan Paşa “Biz Bahriyelileri buraya getirelim,” demiş, yıl 1850. O bina ilk Bahriye okulu olmuş ve böylece Bizanslılardan bu yana nüfusun çoğunluğunu Rumların oluşturduğu adaya Türkler gelmeye başlamış. Onlarla birlikte adaya sürülen Çingeneler, Hıristiyanlığın etkisine girmiş, Rumlarla kaynaşmış ve Rumca konuşmaya başlamış. Ardından sayfiye dönemi başlıyor adada; havası iyi, suyu iyi, üzümler güzel, şaraplar kaliteli... Birbirine karışan nüfus sayesinde ada bir eğlence yerine dönüşüyor. Ben o zamanlara yetiştim işte, kitaplarımda da bu dönemi anlatmaya çalıştım... n Adanın yönetimi nasıldı? Yönetimle adalıların ilişkisi tabii aynı zamanda... Baban muhtarmış, bunu da en yakından gözlemleyenlerden birisin diye soruyorum bunu. n O dönem “muhtarı evvel”, “muhtarı sani” diye bir kullanım vardı. Babam “muhtarı evvel”. Rumlardan biri de “muhtarı sani”. Rumlar çoğunlukta ama birinci muhtar olamıyor. O zamanki muhtarlık şimdiki gibi seçimle değil, tayinle. Büyükada kaymakamlık, Heybeliada nahiye, Burgazada ve Kınalıada köy... Onların belki muhtarları vardı bilmiyorum. Babam devlet memurluğundan gelmiş, Genelkurmay Başkanlığı’nda çalışmış, savaş boyunca Yüzbaşı rütbesiyle orduda yer almış ama asker değil, sivil memurluktan giriyor. İskelebaşı Gazinozu, o zamanların en güzel ve lüks gazinosuydu, orada bir camekânlı bölüm vardı ve babam da orada oturuyor. Bir gün, kafasında kocaman şapkası olan bir papazla itişmeye başladılar. Derken yere paralar saçıldı ve papaz gitti. Ben bunlar kavga ediyor sanıyorum, meğer babam muhtar olarak adamın bir işini yapmış; o da hak ettiğinden fazla para veriyormuş. Babam da bunu reddetmiş. İtiş kakışın nedeni HÜSEYİN SARISAYIN Nejat Gülen, Heybeliada’nın doğasının tahrip edildiğini, artık eskisi gibi olmadığını, kitaplarında ise bu doğayla birlikte en az doğa kadar güzel eski ada yaşantısını anlatmaya çelıştığını söylüyor. buymuş. Babam fakir Rum balıkçılarından da para almazdı... n Bahriye’den söz açtık; adanın bir diğer önemli kurumu da Sanatoryum. Neden vardı ve adadaki sosyal işlevi neydi? n Dediğin gibi adada iki önemli kurum var; biri Bahriye, diğeri Sanatoryum. O zamanlar verem en önemli hastalık. Hastalığın tedavisinde iyi beslenme ve temiz hava çok etkili. Adaya veba salgınından kaçan zenginler gelip Papaz Mektebi’ne sığınıyor. Cumhuriyetin ilanıyla adada bir hastane açılması düşünülüyor. Sanatoryum böyle kuruluyor, yerli ve yabancı kaliteli doktorlar geliyor. Seneler ilerledikçe bu hastanelerde verem tedavisinin yanında cerrahi de gelişiyor; ciğer ameliyatları yapılmaya başlıyor. Hatta eşim de böyle bir ameliyatla iyileşti. Hastanedeki doktorlar ada halkına her konuda yardımcı olduğu gibi başka hastalıkların tedavisini de üstlenirdi. “ATATÜRK’LE ÖVÜNÜYORDUK” n Yaşam nasıldı peki? n O zamanlar adada elektrik yoktu, idare lambasıyla otururduk. On bir yaşımdayken elektrik geldi buralara. İstanbul’dan biliyoruz elektriği, hatta radyoyu. Radyo çok önemli bir alet, düğmesini çevirmek bile bir merasim. Geceleri erken yatıp sabahları çok erken kalkıyoruz. Radyo yok, elektrik geldiğinde büyük hadise olmuştu. Bir büyük hadise de Cumhuriyet’in onuncu yılında olmuş tu; 1933’te... Büyük halamın büyük oğlu, o zaman Bahriye’de yüzbaşı veya binbaşıy dı, İstanbul’a gemiler gelmiş, ailece gittik. Zafer Bayramı’ydı. O sırada gemilerden birinin komutanıydı. Güvertede dans edi yorlardı. Halamın torunu da var aramızda, ikimiz de ufağız, askerleri taklit ederek yürüyoruz yolda. Onuncu Yıl Marşı’nı söy lüyoruz bir yandan da bağırarak ve Türk olduğumuz için çok övünüyorduk. Bayram heyecanı yalnızca bizde değildi, büyükler de coşkuluydu. O dönem zorlama bir hâl değildi bu, herkes içinden geleni yaşı yordu. Aynı şekilde 19 Mayıs’larda ve 23 Nisan’larda, törenlerde bütün ada okulları rıhtımda toplanırdı; Papaz Mektebi gelir, Rum Yetimhanesi gelir, Rum İlkokulu gelir ve törenler böyle yapılırdı. n Atatürk ne ifade ediyordu? n İlkokul beşe gelmiş çocuklar Kur tuluş Savaşı’nı bütün aşamalarıyla çok iyi bilirdi. Atatürk bizim cumhurbaş kanımız olduğu için de ayrıca iftihar ediyorduk. Atatürk öldüğünde herkes perişan oldu. Hatırlıyorum; annem haberi alınca Kur’an okumaya, babam ağlama ya başladı. Beşinci sınıftayım o zaman, Dolmabahçe’de Atatürk’ün tabutu, başın da dört subay, çok ciddi bir şekilde içeri girdik; dışarıda halk tabur olup içeriye girmeye çalışıyordu. Biz okulla gittiğimiz için tabur hâlindeyiz. Tabutun önünden geçtik, çıktık; koca koca insanlar hüngür hüngür ağlıyordu. Orada Yahudi satıcılar “Ebedi Hatıra” diye bir >> 12 21 Eylül 2017 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle