Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
>> madalyon satıyor, bende de on kuruş mu ne var, aldım bir tane. n Hâlâ saklıyorum demiştin... n Saklıyorum tabii... n Söyleşinin hemen başında bahsettik aileden ama biraz daha anlatmanı istesem... Dedenden söz açabiliriz misal. n Doktor dedem politikacı, İttihatçı... Abdülhamid karşıtlarından. Şimdiki aklımla söylüyorum, biraz fazla milliyetçiymiş galiba. Çoğu Jön Türk doktor ve Tıbbiye’de Fransızca okuyor, Fransız kızlarla evlenip Fransa’ya gitmeyi hayal ediyor. Benim dede, kızcağıza önce Müslüman ol diyor, diğer arkadaşlarının eşleri kafasında şapkalarla gezerken bizimki yeldirme giyiyor. “İstanbul, Fransız ve İngilizler tarafından işgal edildiğinde annen ne yapıyordu?” diye sordum anneme, o da “Ah dipleri delinsin inşallah diyordu,” dedi. Zavallı, o dönem ortalığı kasıp kavuran İspanyol nezlesinden ölüyor. “EDEBİYAT MERAKIM ERHAN BENER’DEN GELİR” n Adanın olağanüstü doğasını anlattığın öykülerin var: ‘Biz Heybeli’de Her Gece’ ya da ‘Son Uskumru’... O öyküden bugüne baktığımızda tahrip edilmiş bir doğa görüyoruz. Çocukluğunun, gençliğinin adasıyla şimdiki arasında nasıl farklar var? n Dediğin doğru, hakikaten tahrip edildi. Hepiniz görüyorsunuz işte; ne kuş kaldı ne balık. Uskumru çocukluğumda çok yenirdi. Annem bizim için uskumru, kedimiz için istavrit alırdı. Balıkçı, bir kilo istavritin parasını almazmış kedi için olduğunu öğrenince. Adanın arkasında balık tutardık, hemen herkesin sandalı vardı. Açılır balığa çıkardık, şimdi neredeyse hiç yok. Burgaz’ın arkalarına dağılır, çapariye çıkardık. Eşim de gelirdi benimle. Bir gün çapariyi çekti “Uskumru!” diye bağırdı, istavrit yerine uskumru gelmiş. Bağırınca denizde ses kolay yayıldığından ilerideki sandallar motor çalıştırıp yanımıza geldi. Kontrol edecekler, uskumru mu değil mi diye. Gerçekten de uskumru. Ben de bunu ‘Son Uskumru’ diye yazdım. n Adanın doğası kadar edebiyatçılarından epey söz açmışsın: Ahmet Rasim, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Zeyyat Selimoğlu, Enis Batur, Ayşe Sarısayın, Erhan Bener... Erhan Bener’le dostluğun ayrı ama değil mi? n Erhan Bener birkaç yakın arkadaşımdan biriydi; 1951’de tanıştık. O Mülkiyeli, ben Ticaretliyim... Çok zeki ve çalışkan bir insandı. Okuldayken de adından söz ettirirmiş, ciddi öğrenciymiş. Maliyedeki ilk devrimleri beraber yaptık; ilk aramalarda, hacizlerde ve yurtdışı yasaklarında bizim imzamız var. Biz koca koca raporlar yazıyorduk, ben raporun çatısını kurardım, Erhan’ın kaleminden kan damlardı. Heyetin yazamadığı raporlar kaleme alırdı; hem hızlıydı hem de yazdıkları güzeldi. Benim edebiyat merakım onun yazdıklarından gelir. Ağabeyi de Türkiye’nin en iyi kısa hikâye yazarlarındandır. Onların sayesinde ben de edebiyata merak saldım. Erhan bekâr; evde oturur yazar, biz de onlara müstehcen şeyler ekleriz, Vüs’at da bizim sokuşturduklarımızı keserdi. Yıllar geçtikçe Anadolu’ya gidip teftiş yapmak zor gelmeye başladı, sabit göreve geçtik. Ardından Erhan Fransa’ya gitti. O arada bir talihsizliği oldu; oğlu Yiğit doğdu... n Bu talihsizliği bir kenara bırakıp başka bir ada gerçeğine dönelim: İsmet İnönü... n İsmet Paşa’yı çok görürdüm, bana çok danışırdı; oturduğu ev, halamın evinin hemen yakınında. İsmet Paşa’nın annesiyle halam çok yakın arkadaştı. İkisi de dindardı, dinî konularda konuşurlardı. Aleyhinde konuşan yok, herkes onu çok seviyor ama o eski paşa değişti sonradan, tonton bir ihtiyar oldu; Cumhurbaşkanlığı bitince etrafındaki insanlar çekildi, sakinledi. Evden çıkıp plaja giderdi. Plajın başındaki kabinlerden biri ona ait. Kabinin etrafında çocuklar sıraya girip elini öpüyor. Bazı çocuklar “Çaktırmadan iki defa öptüm,” filan diyor. Sonra denize çivileme atlıyor ama çok kötü yüzüyor; yengeç gibi. Bir defa peşinden gittim iskeleye, bana “Burası derin mi?” diye sordu, “Derin,” dedim. Bir defa da “Su soğuk mu?” diye danıştı. Gereken cevabı verdim. Bir başkasında da “Bana on dakika olunca haber ver,” dedi. Toplam üç kez danıştı bana. n Nejat Gülen‘le Adalı Sohbetler / Nejat Gülen / Adalı Yayınları / 126 s. Yiğit Bener, Nejat Gülen’in 90. yaşı için düzenlenen toplantıda sohbette... KItap 1321 Eylül 2017