Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Alçaktan uç tatlı araba “Arabadakiler”, Patrick White’ın kırk dokuz yaşında yazdığı, en önemli eserlerinden biri. “Araba Sürücüleri” ve “Arabanın Sürücüleri” adlarıyla 1970’lerde dilimize çevrilmişti. B u hafta okuduğum Patrick White’ın Arabadakiler romanı, çok sevdiğim ve ne zamandır dinlemediğim bir Gospel şarkısını hatırlattı: “Swing Low, Sweet Chariot.” Bu spiritüel şarkıyı yıllar içinde B. B. King, Eric Clapton, Beyonce gibi şarkıcıların yanı sıra opera sanatçıları, en başta Kathleen Battle da hem orkestra eşliğinde hem a capella söyleyerek şarkıyı ünlendirmişti. Aslında pamuk tarlalarında çalışan kölelerin özgürlük şarkısıdır ama spiritüel anlamlar barındırır. Meleklerin Tanrı’nın arabasıyla gelip cennete götürmesi için bir duadır aynı zamanda. Patrick White tam da bu arabayı anlatıyor romanında. Eski Ahit’ten alınmış (Hezekiel 1:5) Tanrı’nın arabasına binen dört yolcu romanın kahramanları. İlk başta bağlantısız görünen öyküleri romanın sonunda birleşir, kahramanlar da birbiriyle bütünleşir. White, Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazananlar arasında belki de ülkemizde en az tanınan yazarlarından; başyapıtı sayılan bu romanı 1961’de yazmış. İkinci Dünya Savaşı sonrasında 1950’lerin Avusturalyası’nı anlatıyor romanında. White, İngiltere’de eğitim gördükten sonra İkinci Dünya Savaşı sırasında askerlik yaparken tanıştığı, hayat arkadaşı Manoly Lascaris ile savaştan sonra ülkesi Avusturalya’ya yerleşti. Cinsel tercihleri yüzünden hayatı boyunca, özellikle birlikteliklerinin ilk yıllarında, dışlandığı için Sydney’de şehir dışında bir çiftlik alıp orada hayvancılık ve tarımla uğraşarak geçimlerini sağladılar. Ülkesinde önemli bir yazar olarak sayılması ise ancak Arabadakiler romanı tüm dünyada övgülerle karşılaştıktan sonra oldu. Bu yüzden Avustralya’ya biraz küskün kaldı; 1973’te Nobel Edebiyat Ödülü’nün Patrick White’ın romanının kahramanları Tanrı’nın arabasına binen dört yolcu. İlk başta bağlantısız görünen öyküler romanın sonunda birleşince kahramanlar da birbiriyle bütünleşiyor. ardından kendisine verilen nişanların da bazılarını kabul etmedi. MİSTİSİZM Arabadakiler (Çev.: Murat Belge, İletişim Yayınları), White’ın kırk dokuz yaşında yazdığı en önemli eserlerinden biri; Araba Sürücüleri ve Arabanın Sürücüleri adlarıyla 1970’lerde dilimize çevrilmişti. Roman, Mary Hare adlı bir kadının hikâyesiyle başlıyor. Aşırı varlıklı ailesinin yıllar önce yaptırdığı, hizmetçi ve bahçıvanlarla dolu Xanadu adlı eksantrik malikânede artık tek başına yaşayan Mary, hırslı babası ve sağlıksız annesi için doğumundan itibaren tam bir hayal kırıklığı. Çirkin, kısa boylu, çilli ve asimetrik suratına baktıkça hem annebabası hem de diğer tanıyanlar ondan tiksiniyor. Bu yüzden insanlardan uzak, gözlemci rolünü üstlenerek yaşıyor. Mary’nin doğayla olağandışı bir bağı var, hayvanların, ağaçların, otların dilinden anlıyor; onlara âdeta tapıyor. Bir zamanlar lüks içinde partilerin verildiği, aristokrat akrabaların ziyaret ettiği malikâne şimdi küflenmiş, her tarafını otlar sarmış, bakımsız bir şekilde varlığını sürdürüyor. Mary kendisine yardımcı olması için Bayan Jolley adında bir kadını işe alıyor. Mary, romanda anlatılan dört araba sürücüsünden ilki. Ateşli bir hastalık geçirdiği günlerde Tanrı’nın arabasını halüsinasyonlar içinde gördüğünde arabayı görenin bir tek kendisi olduğunu sanıyor. Daha sonra tanıştığı Mordecai Himmerfarb adlı Yahudi bir adamın da aynı görme gücüne sahip olduğunu, aynı arabayı hayal ettiğini öğrenince yalnız olmadığını anlıyor. “O hâlde siz de arabayı biliyorsunuz. Gene dayanamamıştı. Sanki bir prototipin türü tesbit edilmişti (…) İkinci zihin de görüntüyü tanıyınca iki zihin birleşecekti.” Yaşlı edebiyat profesörü Mordecai, tanıştıkları gün hayat hikâyesini anlatır Mary’e. Avrupa’da Yahudi olmayı, toplama kamplarını, kendi kaçış hikâyesini anlatır. Mordecai’in hayatında tek parlak olay dinsel anlamı olan görüntülerdir, bunlar dışında kendine zevk verecek her şeyden uzak durmaya çalışır, asetik bir yaşam sürer. Arabadaki bir diğer “sürücü” Abe adında Avusturalya yerlisi bir ressamdır. Çocukluğunda başından geçen taciz olayından sonra tamamen kendi içine gömülmüş bir hayat sürer Abe. Roman kahramanları içinde en karmaşık kişiliğe sahip olan, en zor iletişime geçendir. Oysa romanın dördüncü kahramanı, çamaşırcı Bayan Godbold tam anlamıyla bir hümanisttir. Herkesin yardımına koşar; alkolik kocası ve bir sürü çocuğu ile yoksul yaşamına rağmen belki de romandaki tek sağlam ve mutlu karakterdir. Diğerlerinin de denge unsurudur aynı zamanda. SİMGELERLE DOLU BİR ROMAN Romanda en can alıcı bölümler, herkesten kopuk yaşayan bu bireylerin bir araya geldiğinde bulduğu o pırıltı anıdır. Mary ile Abe’in karşılaşmasını şöyle anlatır yazar: “İkisi de konuşarak anlaşmalarının pek muhtemel olmadığını biliyordu. Ama ikisi de ebediyen saklayacakları birer şefkat nişanesi değiş tokuş etmişlerdi. Göz kapakları kapalı da olsa birbirlerini doğrunun havarileri olarak tanıyabilirlerdi. Bu kadarı da yeterliydi.” İlerleyen bölümlerde yine bir diğer insanla bütünleşme anını aynı duru dille anlatıyor White: “İşte o an bir şey olurdu. İki öz varlık serbest kalarak sarılır ve kaynaşırdı.” Birincisi tam bir panteist, doğaya tapan bir kadın, ikincisi koyu inançlı hümanist bir Katolik, üçüncüsü soykırımdan kurtulmuş Kabala ve Hasidik eserlere ilgi duyan bir Yahudi, sonuncusu da mistik bir sanatçı. Onlar birbirini hemen tanıyan, diğerinde kendini bulan insanlar. Bir nevi seçilmiş kullar gibi doğaüstü bir şekilde, tüm dünyevi etiketlerden kurtulmuş şekilde birbirinin ruhunu görebiliyorlar. Patrick White roman boyunca mistik bir hava ile karakterlerinin acılarını, deneyimlerini, duygularını, hayallerini anlatıyor. Her birini tanımış, acısına ortak olmuş hissediyor okur kendini. Bu dört “Zaddik” (seçilmiş varlık), kendiini çektiği acılardan kurtarmak gibi bir şeyin peşinde değil, onlar varlığıyla dünyadaki kötülüğü azalttığını bilerek bütünleşiyor birbiriyle. Arabadakiler, ayrıca simgelerle dolu bir roman. Bazılarını anladığımı sanmıyorum, kutsal metinlerle bağlantı kurduğu yerleri Hezekiel’in kitabını bu vesileyle okusam da anladığımı sanmıyorum. Karakterlerin de simgesel isimleri var, Meryem ananın adını taşıyan, masumiyetle bütünleşen Mary’nin soyadı Hare (tavşan) aynı zamanda Heir olarak da mirasçı anlamına geliyor. Şehirdeki fabrikanın adı Barrenugli de yalın ve çirkin anlamlarından üretilmiş bir isim. White’ı daha önce okumamışsanız Murat Belge’nin çevirisinden bu muhteşem romanı okumak gerek diyerek bitireyim yazıyı. n 6 17 Ağustos 2017 KItap