Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
>> ka metinlere atıf yapıyor. Soru soranların ve dinleyenlerin hayranlığı karşısında kendisini ciddiye almayan ve abartmayan, hatta zaman zaman kötüleyen Borges, büyüyüp büyümediğinden veya iyi şeyler üretip üretmediğinden emin olmadığını söylerken etrafındaki sahte tevazuun kendisine ne denli saçma geldiğini anlatmaya uğraşıyor. “SÖZCÜKLER BANA SADIK KALIYOR” Yazan ama yazdıklarını bir daha okumayan, belleğini eksiltme üzerine inşa eden Borges, düşünmekten çok düş kurmayı yeğlediğini, iki günde bir gördüğü karabasanların kendisine ilham verdiğini veya Cortázar’ın tek bir öyküsü dışında başka metnini okumadığını anlatırken son derece dürüst. Aynı açıksözlülükle politikaya, zenginliğe ve yoksulluğa inanmadığını, kalabalıkları “yanılsama” olduğunu dile getiriyor. Öte yandan kendisini ilgiyle karşılayan ve dikkatle dinleyen kitleye şiirden, annesinden, gezdiği ülkelerden, okuduğu ve okumadığı kitaplardan bahsedip “dünyanın gizemine inanıyorum” diyor. Borges’in “gizemi” ise olayları, tarihleri ve yer adlarını unutup alıntıları hatırlamasında; “sözcükler bana sadık kalıyor” cümlesi, onun belleğinin şifresi bir anlamda. O şifreyi çözmek isteyenlerin ise Borges’in İngiliz edebiyatına duyduğu hayranlığa, gazetelerin unutulmak için varolduğu fikrine, “ölümsüz olmaya çabalar” dediği kitaplardan bazılarını dönüp dönüp okumasına bakmalı. Kısacası konuştukça dinleyicilerle birlikte kendisini keşfeden; zamanı şaşıran, tekrara düşen ve bundan hiç gocunmayan, okuduklarını yeniden okuyan labirentteki bir Borges’le yüzleşiyoruz. Borges Sekseninde: Sohbetler’de, Barnstone’un deyişiyle “dile gelmiş logos”u temsil eden yazar, “hayran olduğu Herakleitos’un, Shopenhauer’in ve Spinoza’nın hayatını onların namına yaşayan felsefi bir şair.” “Körün sesi esas Borges’tir; onu dinleyenler ya da okuyanlar, ömrü boyunca etkisinden kurtulamaz” diyen Barnstone’un, kitapta yer verdiği söyleşiler bu belirlemenin tipik bir örneği. Borges’in, kendisini tekrarlaması veya tekrarladığını söylemesi, bir yazarın durmadan başa döndüğü; ilk kitabını yinelediği görüşüyle bağlantılı. Borges, cesur bir özeleştiri yaparken çok arı duru bir eleştiri de getiriyor. Karşısındakilerin ona duyduğu hayranlığı hissettikçe “kendimi ciddiye almıyorum” demesi ise ayrı bir fasıl. Borges Sekseninde: Sohbetler, yazarın konuşkanlığı ve ketumluğuyla yaşamdan ne anladığını, edebiyatı nasıl gördüğünü ve insan ilişkilerinde ne kadar ilerlediğini merak edenler için önemli veriler ortaya koyan bir kitap; başka bir deyişle Borges’in derinliğiyle buluşturuyor okuru. n Borges Sekseninde: Sohbetler / Yayına Hazırlayan: Willis Barnstone / Çeviren: Celâl Üster / Can Yayınları / 272 s. ‘Kütüphanemde benim tek bir kitabımı göremezsiniz’ “Hayatım boyunca pek fazla kitap okumadım ama daha çok eskiden okuduklarımı yeniden okudum. 1955’te gözlerim yüzünden okuyamaz oldum, o günden bu yana da günümüzde yazılmış bir şey okumaya kalkışmadım. Ömrümde gazete okuduğumu sanmıyorum. Geçmişi bilebiliriz ama bugün bizden gizlenmiştir. Bugün, tarihçiler ya da kendilerine tarihçi diyecek romancılar tarafından bilinecek. Ama bugün neler olup bittiğine gelince bu evrenin genel gizeminin bir parçası. (...) Kendi yazdıklarıma gelince onları bir daha hiç okumadım. Onları bilmiyorum. Bir şey yazarsam yazmam gerektiği içindir. Yayımlandıktan sonra unutmak için ne mümkünse yaparım, hem de çok kolayca. Dostlar arasında olduğumuza göre size bir şey söyleyeyim. Evime gelirseniz umarım hepiniz bir gün Buenos Aires’in kuzeyinde, Maipú Caddesi’ndeki evime gelirsiniz çok iyi bir kütüphaneyle karşılaşacaksınız ama benim tek bir kitabımı bile göremeyeceksiniz çünkü onlara kütüphanemde yer vermiyorum. Benim kütüphanem iyi kitaplarla doludur. Hem ben kimim ki Vergilius’un ya da Stevenson’ın komşusu olacağım?” “Körlüğün armağanı, zamanı çoğu insandan farklı bir biçimde duyumsamanızdır, öyle değil mi? Hatırlamak ve unutmak zorundasınızdır. Her şeyi hatırlamanız gerekmez çünkü sözgelimi benim Funes adlı karakterim sonsuz bir belleğe sahip olduğu için sonunda aklını kaçırır. Hiç kuşkusuz, her şeyi unutursanız artık varolamazsınız. Çünkü insan geçmişinde varolur. Yoksa kim olduğunuzu, adınızın ne olduğunu bile bilemezdiniz...” “Her yazar aynı anda çok farklı iki yapıta kalkışır. Biri, yazmakta olduğu belirli satır, anlatmakta olduğu belirli öykü, düşünde ona gelen belirli hikâyedir; öbürü ise yarattığı kendi imgesi. Bütün bir hayatı boyunca süregiden ikinci uğraş belki de en önemlisidir.” “Filozofların çekici olması beklenmez. Oysa filozoflar Kant ve Hegel’den önce çok güzel yazıyordu. Daha sonra kendilerine özgü tuhaf bir jargon geliştirdiler. Oysa geçmişte Platon iyi bir yazardı, Aziz Augustinus iyi bir yazardı, Descartes iyi bir yazardı. Sonra kuşkusuz Locke, Hume ve Berkeley var, onlar da iyi yazarlardı, Schopenhauer de iyi bir yazardı. Ama felsefe bugün kaba bir jargona bürünmüş görünüyor.” n KItap 1117 Ağustos 2017 ayrıntılarönemlidir “Kuantum fiziği”, yalnızca fizikçileri ilgilendiriyormuş gibi görünen, gündelik hayatımızın basit kaygılarıyla kafa yoramadığımız, bu nedenle de deyim yerindeyse “yorucu” bir kavram. Oysa bu kavram Britanyalı fizikçi Danah Zohar’ın ellerinde, kendimizle, dünyayla ve başkalarıyla olan ilişkimizi açıklayabilecek bir alet kutusuna dönüşüyor. Bu alet kutusunun yardımıyla Zohar, yeni bir insan bilinci hipotezi sunuyor. Danah Zohar Kuantum Benlik Çeviri: Seda Kervanoğlu Bilim, 156 sayfa John Dunn Halkın Özgürlüğü Çeviri: Akın Emre Pilgir İnceleme, 240 sayfa Ersi Sotiropoulou Eva Çeviri: Ayhan Özşeker Edebiyat, 128 sayfa www.ayrintiyayinlari.com.tr online@ayrintiyayinlari.com.tr twitter.com/ayrintiyayinevi facebook.com/ayrintiyayinevi instagram.com/ayrintiyayinlari