20 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

BORGES’LE YAPILAN SÖYLEŞİLER ‘Dünyanın gizemine inanıyorum’ Willis Barnstone’un yayına hazırladığı ve Celâl Üster’in Türkçeye çevirdiği “Borges Sekseninde: Sohbetler”; yazarın, konuşkanlığı ve ketumluğuyla yaşamdan ne anladığını, edebiyatı nasıl gördüğünü ve insan ilişkilerinde ne kadar ilerlediğini merak edenler için önemli veriler ortaya koyuyor. Başka bir deyişle kitap, Borges’in derinliğiyle buluşturuyor okuru. ali bulunmaz [email protected] Y azmayı, “okunanlardan intikam almak” olarak tanımlayan Jorge Luis Borges üzerine kalem oynatanlar ikiye ayrılmış görünüyor: Birincisinde “edebi” laflar geveleyenler ya da top çevirenler yer alırken ikincisinde, Borges’i anlamaya uğraşanlar var. İlk grup, Borges’in söz ve imgeleri buluşturduğu metinlerine kör bir romantizmle yaklaştığından meselenin özünü kaçırırken yazarın, iç sesine veya kendini dinleyişine yoğunlaşıyor doğal olarak. Başı ve sonu birbirine karışan, kurmacanın gerçeklerden daha hakiki durduğunu söylediği evrenine belleği, tarihi, sanatı, bilimi, düşleri, sınırsızlığı ve insanın nasıl değersizleştiğini yerleştiren Borges, fantastik ve inandırıcı bir işe imza attı. Borges’in beslendiği felsefe, rüya ve coğrafya gibi kaynaklar, anlam zenginliği ya da çeşitliliği yaratırken kültürün herhangi bir şekilde kabına sığmayacağını da göstermişti. Özellikle Atlas, yazarın hem yaşadığı hem de dışına taştığı zamana dair “tuhaf” bir gezi metni olarak farklı bir noktada duruyor diğer kitaplarının yanında. Son dönemlerinde, ülkesi Arjantin’le beraber etrafını saran sıkıyönetim ve baskı da yazarın metinlerine yansımıştı. Kendisini besleyen isimler ve farklı kültürlerin aksine gittikçe tektipleşen ortamda Borges, düzyazıyla birlikte şiire de yöneldi. Sonsuz Gül’deki dizelerden bazıları, Arjantin’deki gerilemeyi ve kayıplar dönemini anlattığı gibi yaşamından parçaları da yansıtırken Borges bir bakıma; zaman, ölümsüzlük, kimlik, kültür, intihar ve sonsuzluk gibi temalarla boğuşup yanı başındaki gerçeğe bir yerinden dokunarak kendi üslubu ve bakış açısıyla edebiyat ve hayat eleştirisine girişmişti. Kurduğu ironi, tedirginlik ve metaforlarla yüklü dille Borges, yeryüzünün (ve elbette Arjantin’in) kültürel birikimine nüfuz etmeyi başardı: Doğu ile Batı kültürünün karşıtlığı ve bağlantılarını incelerken bugün popüler bir ifade olan metinlerarasılığı çok önceden kendi kitaplarına yerleştirip imgeler yardımıyla kültürel kazılara girişmişti. Buenos Aires sokakları ve oradaki kimi ego patlamalarına hâkim olan Borges, büyük bir tevazuuyla kendisine “hiç kimse” derken hem benliğinin derinliklerindeki yoksulluğu hem de zenginliği anlatmaya çalışıyordu belki de. 1950’lerin ikinci yarısından itibaren gözü hâline gelen belleği ile birikiminin verdiği cesaret, popüler kültürün ve politikanın yıldızlarına karşı lafını esirgememesini sağladı. Aynı şekilde sade şakacılığının ve karanlığın ardını seçebilmesinin de önünü açtı. Aynı sadelik ve ironi, James Woodall’ın da dediği gibi “Borges’i nasıl moda olunacağını bilmekten alıkoydu.” Willis Barnstone, “moda olmayı bilmeyen” ama ne diyeceğini iyi bilen Borges’le gerçekleştirilen söyleşileri derlediği ve Celâl Üster tarafından Türkçeye çevrilen Borges Sekseninde: Sohbetler’de, onu anlamak isteyenlerin 1970’lerin ikinci yarısında yazarla yap Borges, gezilere çıktığı ve kitap okuma da dahil pek çok konuda kendisine yardım eden sevgilisi María Kodama ile Buenos Aires sokaklarında (solda). Willis Barnstone, 1970’lerden itibaren Borges’le yakın bir dostluk kurmuştu. tığı konuşmalardan bölümler sunuyor okura. “TÜM GEÇMİŞİN MÜRİDİYİM” Barnstone, Borges’le pek çok ortamda (otobüslerde, Buenos Aires sokaklarında, restoranlarda vb.) konuşmuş bir şair; önemli bir bölümünü hatırlamadığı bu sohbetlerden aklında kalan ise Emmanuel Swedenborg’un “Tanrı bize unutma yetisine sahip olalım diye beyin verdi” sözü. Borges’in birçoğunu unutmasına rağmen önemli ayrıntıları taze tutan belleği dikkate alındığında, “öbür dünyanın kâşifi” dediği Swendenborg’un bu sözünün kendisinde ne kadar ayrı bir yerinin olduğu da görülebilir. Barnstone’un hazırladığı çalışma, bir hatırlama ve hatırlatma ya da bellek tazeleme kitabı. Katıldığı bir dizi söyleşide hayatını, yapıtlarını, Arjantin’i ve daha başka birçok şeyi anlatan Borges, kendine özgü ironisiyle ve Barnstone’un dediği gibi “tuzaklarıyla” çıkıyor karşımıza. Şaire göre “söz dâhisi” olan Borges, dil oyunlarıyla ve şiirlerinde rastladığımız ince işçilikle Eski Latinceye duyduğu özlemi ve “bozuk Latince” diye nitelediği İspanyolcayı, “benim kıtam” dediği Amerika’da anlatırken karşısındakilere “tuzaklar” kuruyor. Borges, hiçbir şey anlatmıyor gibi duruyor, deyim yerindeyse dinleyenleri ve kendisine soru soranları, kitaplarındakilere benzer hikâyelere “boğuyor” ama an geliyor, kurduğu cümleyle o gün onu dinleyenler de bugün metni okuyanlar da yerine mıhlanıyor; mesela onlardan biri şu: “Benim hayatım bir hatalar ansiklopedisidir. Bir müze.” Yazdıklarını ve anılarını pek hatırlamadığını söyleyen Borges, alıntılara başvuruyor; değindiği konularda, başka isimlere yaptığı göndermelerle Emerson’ın dediği gibi “hayatın kendisini uzun bir alıntı hâline getiriyor.” Öte yandan bu alıntılar, önceden okuduklarını; oradan elde ettiği bilgiyi ve yaptığı yorumları nasıl sırtlandığını da gösteriyor. Belki de bu nedenle “tüm geçmişin müridiyim” sözü dökülüyor dilinden; geçmişi “hazine” olarak nitelerken “elimizdeki tek şeydir ve emrimize amadedir” diyor. Geçmişten bahsedilince Borges ister istemez hatırlama, unutma ve bellek konusuna giriyor. Bellek ve unutuşun bileşimini hayal gücü olarak adlandırarak kendisini dinleyenlerle silip >>kaydettiklerini paylaşarak hem kitaplarına hem de okuduğu baş 10 17 Ağustos 2017 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle