29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

[email protected] www.sadikaslankara.com Yaşamın kıyısından roman dorukları... Roman, yaşamı kopyalayan değil bunu yeniden yazan, daha doğrusu önce bozan sonra yapan bir yaratı alanı. Ama öyle bir yaratım ki bu, hayatın bütünsellikle kavranışında önemli bir yol gösterici. Yaşam izdüşümü olmayı kabullenmeyişi, roman türüne şövalyelik ruhu katıyor aynı zamanda. R omanlar değerlendirilirken yazarlar da işin içine alınıyor ister istemez. Her birinin romancılık geçmişi, bu yöndeki deneyimi çerçevesinde roman sanatına çentik atıp atamadığı, atılmışsa nasıl kotarıldığı tartışılıyor. İNCİ ARAL; “KENDİ GECESİNDE”… Usta öykücümüz İnci Aral, romancılığındaki çeyrek yüzyıllık yolu bir romanla kutladı: Kendi Gecesinde (Kırmızı Kedi, 2014). Yazar, hemen bütün romanlarının kurgusunda ileri doğru giderken karakterleri aracılığıyla geriye dönük adımlara yoğunlaşıp öyle harmanlıyor anlatısını. Başkarakter Hayal Ali (Hayati), Reyan’la ilişkisini anlatıyor başta. Bu özöyküsel anlatım, alabildiğine derinlere çekiyor okuru. Aral, eşcinsel erkeği, değerlerini işliyor bir bakıma. Büyük yetkinlikle altından kalkarken bunun, kısa ve etkili yan öykülerle ana gövdede drama tik akışkanlık kazandırıyor. Hekimlikten Doğu’daki dağlara, savaştan barışa, suçtan masumiyete uzanan yan dolantıların roman evrenini, sıkı bağlarla kucakladığı, karakterlerde kaçınılmaz çekimler yarattığı açık. Anlatıya tam bir sıkılanma getirdiği söylenebilir bu yaklaşımın. “Yaygın cinsellik ölçütlerinin köreltici hatta köleleştirici olduğuna inanan” (80), kırkındaki Hayal Ali için bunların anlamı var elbette. “Bir insanı sevmek sapkınlık değil, cinsin önemi yok, cinsellik bu kadar sıradan ve ölçülü değil” (113) çünkü. Nitekim kadınlara karşı da ilgisini sürdürür anlatıcı. Ancak okudukça kavrarız ki, “[d]ıştan görünen onca ilgi içinde, yalnızdı[r]” (55) yine de o. Çocukluğunun avuntusu Karagöz Hacivat’tan devşirdiği “Kara”lığına anlatır hep, bu yolla yüzleşip hesaplaşır sürekli kendisiyle. İnci Aral romanları, Latin Amerika yazını çağrışımlı, entelektüel düzeyce yükseklik sergileyen, okuru farklı bağlarla kendine çeken yapıtlar. Bu da öyle. HASAN ALİ TOPTAŞ; “KUŞLAR YASINA GİDER”… Hasan Ali Toptaş, romancılığında yuvarlamayla çeyrek yüzyılı tamamlamış bir yazarımız. İnci Aral, ileri geri sarışlarla örüntülediği, âdeta bir mekik hareketine dayalı evreniyle dikkati çekerken Hasan Ali Toptaş, daha çok helezonik yapıya yaslandırıyor anlatısını. Yankılı, döngüsel, bir anlatı dünyası çıkıyor bu nedenle karşımıza. Bilinen imgesiyle kuyruğunu ısıran bir yılan bu. Kuşlar Yasına Gider (Everest, 2016), bunu kanıtlayan başka bir örnek. Zaten modern masal anlatıcısı ya da rüya yorumcusu gözüyle de bakılabilir Toptaş’a. Bu çerçevede büyüyle gizemden pay alan sürekli gidiş gelişler, kayboluş ortaya çıkışlar, anlatı nesnelerinde gözlenen şaşırtıcı örtüşmeler, ayrışmalar vb. yazarın yazınsal düzlemde vazgeçilmez oynaşları hep. Üstelik bu nesnelerin bir yandan bitki, hayvan olarak doğal bir ÖYKÜDENLİK... G eçmiş zaman içinde farklı dergilerde üç ayrı başlık altında öykü yazılarım oldu: “Unutulmaz Öyküler”, “Öykülük”, “Öykü Dediğin”… “Öyküdenlik”, bu tür yazılarımda dördüncü grubu oluşturuyor diyebilirim. Bunun yanında, www.sadikaslankara.com sitesinde sürdürdüğüm “Öykü Çilingiri” ile “Öykü Kürsüsü” de beşinci, altıncı grubu oluşturuyor. ERDAL ÖZ; “YAŞAMAYI NASIL ÖZLEDİM BİLSEN!”… 6 Mayıs 2006’da, onu yitirişimiz ardından on yıl geçti. Ama Erdal Öz, daha da yaklaşıyor bize, aramıza katılıp kol kola giriyor bizimle. Henüz yirmi ikiyirmi üç yaşlarında Türkân İldeniz’e yazdığı mektuplar, onun bu capcanlı, diri yanını bir kez daha ortaya koyuyor: Yaşamayı Nasıl Özledim Bilsen! (Çizimler: Faruk Duman, Can, 2017) Bir akıl fışkırığı delikanlı, kendisine benzer bir genç şaire, Türkân İldeniz’e yazıyor. Okurken şaşmamak elde değil. Erdal Öz de 1950 kuşağından Demirtaş Ceyhun, Kemal Özer, Adnan Özyalçıner gibi farklı yönsemeler sergilemiş, başlangıçla sonraki dönemlerinde farklı öyküler kaleme almış bir imza. Ama öykücülüğünde, sanatsal anlamda temellendirilmiş dünya görüşüne dayalı kalmayı başarmış bir ad yine de. Erdal Öz İşte yirmi iki yaşında bir öykücü delikanlıdan neredeyse öykü üzerine aforizma sayılabilecek bir minik deyiş: “Ben hikâyeciyim. Hikâye yazıyorsam, bu şiiri küçümsediğimden değil, o gücü içimde bulamayışımdandır. Bir ateştir o. O ateş yok işte içimde. Ama başka bir ateş var ki, bana hikâye yazdırıyor. Ayrı ateşler bunlar.” “Ben daha çok, hikâyeciyim. / Daha çok onun derdini çektim, daha çok onun üstünde düşünüp çalıştım da ondan. Birçok hikâyecimizin tersine, hikâyede bir tek kelimeye bile çok önem veririm ben” (30, 39). n yandan makine, meta olarak yapay konumda kaldığı unutulmamalı. Bu açıdan bakıldığında Hasan Ali Toptaş romanları, anlatı evreni, karakterleri, nesneleriyle hep birbirine iliklenmek, bitişik kılınmak için çabalanmış, tümceleriyle sözdizimlerindeki bağlaçlandırmayla kurulan bir anlatı ormanı aslında. Bu tür anlatıların tiryakiliğe dönüştüğü bilinmiyor değil. İşte Toptaş, bunun dilimizde önde gelen düzeyli temsilcilerinden kanımca. Nitekim bu yapıtı da zevkle okunuyor onun. Üstelik öteki romanlarına oranla yazar, bu kez daha çok serpiştirdiği folklorik öğeyle, ayrıca bunları kendi özel yaşama ortamlarından yaptığı soyutlayımıyla dönüştürümüyle dikkati çekiyor. MELİHA AKAY; “POLONEZKÖY KELEBEKLERİ”… Meliha Akay, romancılıkta on yılını doldurdu, dördüncü romanını sığdırdı bu süreye: Polonezköy Kelebekleri (Truva, 2016). Dört yapıtında da bir yolla direnen, erdem anlayışı doğrultusunda kararlılık sergilerken neredeyse simgeye dönüşmüş kadın karakterle karşılaşıyoruz denebilir hep. Yazar, bu kez gazeteci Zümra’yla onun çevresinde örüntülediği bir roman sayfalarının peşine takıyor okuru. Yine bir otel, bunun çevresinde gezinen öyküler, yazarın önceki romanlarından Badem Şekeri’nde (2011) olduğu gibi. Ancak Akay’ın bu kez farklı bir biçemle romanı yapılandırdığı görülüyor. Zümra’nın yer yer âdeta kameragöz bağlamında özöyküsel yaklaşımı kadar elöyküsel aktarımına yer açıp farklı yoğuruş yansıtması yazarın, romana açıktan yükseklik kazandırıyor. Roman boyunca süren bu geçmeli anlatım, bir gizem de kazandırıyor ayrıca yapıta. Polonezköy Kelebekleri, kısacık ömürleri ardında bizler için düşünce derinlikleri, toplumsal katmanlar barındıran yanlarıyla âdeta kelebekleşmiş insan yelpazesi sunuyor yapıt boyunca. Akay, rüyalarla hayalleri, anlatıya koşut süreğenlik içinde alırken Toptaş’ın masallarla sarmalanmış anlatı dünyası yanında farklı bir rüya dizgesi getiriyor. Gizleriyle gözlerden uzak kalan nesneler de kurgu içinde önemli yer buluyor kendine. Bunlar Toptaş’ta folklorik değer taşırken Akay, bunlara kavramsal nitelik yüklüyor. GÜLFEM PAMUK; “KİTABI SİYAH KALEM”… Romancılıktaki geçmişleri yıllara yayılmış yazarlar yanında ilk romanın sevincini yaşayan da az değil. Bu çerçevede Gülfem Pamuk’un kaleme getirdiği, başarılı bir ilk roman göz dolduruyor: Kitabı Siyah Kalem (Everest, 2016) Resimlerinde, kendi dönemini altüst eden Mehmed Siyah Kalem’i tez konusu seçen doktora öğrencisinin ağzından bu tarihsel kimliği romana taşıması sıcacık etkiye yol açıyor yapıtta. Yazarın hem öğrenci karakterini hem de dönemin tarihi kişilerini yapılandırmada, kendi ağızlarından işleme hüneri hafife alınmamalı. Ne var ki bu ilk romanda göze çarpan iki eksikliği vurgulamadan da geçmeyeyim: 1. Yazar, yazınsal dilin gerektirdiği sözcük seçimi konusunda henüz yeterli genişliğe sahip değil, 2. Okurun bildiği ama karakterin bilmediği durum aktarımında yazarın bunu okur lehine sıçramalı biçiminde geçiştirmesi gerektiği bilgisi henüz içselleştirilmiş değil. n 24 27 Nisan 2017 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle