29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

LİZ BEHMOARAS’TAN “ALMAN SUBAYIN EVİ” Zamanın hayaletleri Liz Behmoaras, okuduğu bir haberden yola çıkarak kaleme aldığı “Alman Subayın Evi”yle Büyükada’da, yarım kalmış veya boşluklar barındıran gerçeklerden hareket edip muhtemel anıları kurguyla birleştiriyor. carolİn tunç P sikoloji ve psikanalizde “geriye dönüp bakmak” önemli yer kaplıyor; pek çok hatırayı harekete geçirebildiği gibi yaşanmış ama unutulmuş (belki de halının altına süpürülmüş) anıları tetikleyebiliyor. İnsan, geriye dönüp bakınca kendisini tanıyıp etrafını yokluyor ve geçmişin kapısının önüne geliveriyor. Oradan girmek ya da eşiği atlayıp atlamamak kişiye kalmış. Fakat bazen elde olmayan sebeplerle zihin insanı oraya sürüklüyor. Kötü ve iyi hatıraların ayıklandığı veya birinin öne çıktığı, yaşananlarla yaşanmayanların birbiriyle çekiştiği bir yer orası... Bazen de bir aşk hikâyesi ile yaşanması muhtemel aşkların çetelesinin tutulduğu bir mekân... Liz Behmoaras’ın yeni kitabı Alman Subayın Evi, tam bir geriye dönüp bakma romanı. Yazarın çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği Büyükada ise fonda. Behmoaras, kitabın başındaki notta, hayaletlerle Büyükada ilişkisini kendi geçmişine dönerek ve gözüne ilişen “İstanbul’un Perili Köşkleri” başlıklı haberle birleştiriyor. Kitaba adını veren ve “Alman Subayın Evi” diye anılan bir mekân, yazara, hem romanın kurgusunu şekillendirmede yardım etmiş hem de bazı anıları veya düşünceleri harekete geçirmiş: “Hayaletlere inanırım, onlar belleğimizin parazitleridir (...) Onları efsunla, duayla ya da herhangi başka bir yöntemle başımızdan savıp uzaklaştırabilmek çok zordur, bazen de hiç mümkün olmaz! Hele bu hayaletler büyük acıların yaşandığı mekânlarda dolaşanlardansa...” Behmoaras, okuduğu haberin üstüne gittiğinde, Osmanlı ordusunda görev yapan bir Alman subayın, Birinci Dünya Savaşı sırasında o evde yaşadığını öğrenince “anıları” diriltmek için bu romanı yazmaya karar veriyor. Yani Alman Subayın Evi, yarım kalmış veya boşluklar barındıran bir gerçekten yola çıkarak muhtemel anıları kurguyla birleştiriyor. ALTÜST OLAN HAYATLAR Romanın hikâyesi böyle. Kitaba can veren hikâyede ise üç isim öne çıkıyor: Leman, Elsa ve Despina. Bu karakter lerle beraber Leman’ın ağabeyi Ziya ve elbette Alman subay Von Hagen de... Üç kız, aynı okulda okumuş ve Birinci Dünya Savaşı’nın insanlara aşıladığı mutsuzluktan payını almış. Üçlüden Elsa ve Leman’ın anlatımlarının arasına zaman zaman Despina karışırken sözü kim alırsa alsın, anlatılmayanlar daha fazlaymış izlenimi uyandırıyor. Behmoaras, söze de sessizliğe de yer vermiş romanda, hatta az önce ki notun sonundaki cümle, kitabın hikâyesi ve kitaptaki hikâyeyle ilgili ipuçları da veriyor: “Zaten roman yazmak, biraz da gelecek hayaletlerin yolunu gözlemek değil midir?” Tarih ve anılar ile su yüzüne çıkan Leman ve Elsa’nın anlattıkları, bir istirahatgâh ve dağıtım merkezi işlevi gören “Alman Subayın Evi” etrafında şekilleniyor. Sözü bir Elsa alıyor, bir Leman; ikisinin de yakın geçmişe (1910’lara), 1964’e, kendi hatıralarına ve aşka dair anlatacakları var. Elbette içlerine attıkları da... Rumların, yurt bellediği Anadolu’dan peyderpey gidişine denk düşen siyaset kazanının kaynayışı sırasında Leman ve Elsa’yla birlikte Despina, geride kalanı ve ileride yaşanacakları zihninde tartıyor “hatırladıkları kadarıyla”. Açılmamış mektuplar ve eski fotoğraflar bu anımsamaya birer eşlikçi, bazen de olayın bizzat kendisi. Ağabeyi Ziya’nın, Birinci Dünya Savaşı’nın en hareketli günlerinde Leman’la tanıştırdığı, cepheden arkadaşı Alman subay Von Hagen ise romanın gizli, yer yer gizemli karakteri. İkilinin samimiyeti, Von Hagen’in cephede yaralanıp İstanbul’a gelerek savaşa dönmeden evvel Lemanlar’ın Büyükada’daki evinde birkaç gün kalmasıyla başlıyor. Behmoaras da buradan itibaren romana hız veriyor. Savaşın, geride kalanları da cepheye yollananları da değiştirdiğini düşündüğümüzde, kendisini bekleyen bir nişanlısı olan Yüzbaşı Von Hagen ile bunu Liz Behmoaras, tarih ile hayali, gerçek ile kurguyu bir araya getiriyor. öğrenen Leman arasında her geçen gün derinleşen sohbete tanıklık eden okur, hem onun hem de liseden arkadaşları Elsa ve Despina’nın hayalleriyle karşılaşıyor. Savaşın yarattığı şimdi’yle birlikte Elsa ve Leman’ın içindeki şimdi arasında bazı farklılıklar var: Takılan nişan yüzüklerinin yanı sıra ilan edilmemiş aşklar, gelecek kaygısı ve günlük yaşamın koşuşturmasına eklenen İstanbul’daki değişim rüzgârı ve altüst olan hayatlar... Alafranga saatler ve günler, alaturka olanları kovalıyor. Behmoaras’ın romanına konu olan dönem, hemen herkesin yaşadığı savaş ve değişim sancısını, Leman ve Elsa’nın gözünden yansıttığı gibi onların sevda ve kavgalarından doğan umudun ve tedirginliğin sınırlarını çiziyor. Hayatın telaşına, konuşu lanlarla birlikte gizli kapaklı kalanlar da eklenirken bunların üstüne, kültürel birliktelik ve ayrılıklardan doğan bakış açılarındaki farklılık da biniyor. Tüm bunlar yetmezmiş gibi savaşın çirkin yüzünü sıradan insanların hayatına sokan propagandaları da unutmamalı; bunu en açık hissedense gün geçtikçe birbirine yaklaşan Leman ve Von Hagen. HİKÂYENİN VE GERÇEĞİN MEKÂNLARI Elsa ve Leman, aynı dönemin kendileri tarafından görünüşünü anlatırken içlerinde yaşadıklarını, dışa yansıttıklarını ve duygularını kelimelere döküyor. Hayatın her ânını birer cephe olarak algılayan ikili, kültürel farklılıklarla baş etmek zorunda. Behmoaras, bunu diğer kitaplarındakine benzer şekilde hatıralar ve dönemin ruhundan yararlanarak okura sunuyor. Örf ve âdetlerin baskınlığı, Elsa ve Leman’la birlikte, Despina ve Von Hagen’in yaşamına yön veren kültürel kodlarla birleşince zaten zor olan hayatları biraz daha çetrefilli bir hâl alıyor: Leman babasını tanıyamıyor, Elsa annesine hayret ediyor ve Despina’nın etrafı önyargılarla çevriliyor. Behmoaras, tüm bunlara en başta söz ettiğim geriye dönüp bakma yöntemiyle eğiliyor. Bunun kitaptaki örneği, Elsa’nın geçmişteki gerçek hikâyesini anlatmaya koyulması. “Alman Subayın Evi” ve Büyükada da bu gerçeğin mekânı. Behmoaras’ın romanında gündeme getirdiği hakikatlerden biri de hayatların değiştokuşu. Leman’ın keskin biçimde başkalaşan yaşamındaki en önemli sırları Elsa’ya açması, ikili arasında ailelerinin dahi tam olarak bilmediği gerçeklerden inşa edilmiş bir köprü kurulmasını sağlıyor. Hayatların değiştokuşu ve altüst oluşunu anlatan Behmoaras, aynı zamanda yeni hayatlara açılan pencerenin önüne de getiriyor okuru; başka bir deyişle doğum sancısının... Bu da özellikle Leman ve Elsa için yalanlarla hakikatleri ayrıştıran yeni bir geriye dönüp bakışı gerektiriyor. Peki, oradan görünenler ne? Dostluklar, aşklar, kavga ve ayrılıklar... Behmoaras’ın sözünü ettiği gerçekler ve hayaletlerin gezindiği; hayata gelenlerin ve onu hemen terk edenlerin, yani kayıpların sayıldığı bir saha kısacası: Yaşam ve ölüm ile yalnızlık ve acı döngüsünün kol gezdiği bir mekân... Behmoaras’ın tarih ile hayali, gerçek ile kurguyu bir araya getirdiği Alman Subayın Evi, karakterlerin bu geri dönüşlerle bakışının, hatıraları canlandıran tetikleyiciler sayesinde düşünmeye başlayışının anlatımı. İşte kitabın hikâyesi ile kitaptaki hikâyeyi buluşturan şey. Tam da bu nedenle hayaletler, hem romanda hem de “Alman Subayın Evi”nde, bazen huzursuz bir şekilde bazen de gönül rahatlığıyla geziniyor. n Alman Subayın Evi / Liz Behmoaras / Doğan Kitap / 282 s. 10 27 Nisan 2017 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle