07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yazınsal emeğin roman karnesi... Roman, kendi başına var oluşunu somutlayan bir bağlam, ulam. Bu nedenle tür, efendilik taslayanı reddederken köle davranışı sergileyen yazarı da kusuyor. Yazardan yoğun emek bekliyor, o kadar. Ne üstten bakışa rıza gösteriyor ne de yalakalık yapıp yaltaklanan yazarı kabulleniyor. İşte yazınsal emeğin roman karnesi, efendilikle kölelik arasındaki bu körleme dengede yakalanabiliyor ancak. İ ster şiir öykü, isterse roman oyun şu bu, herhangi yazınsal türdeki verimleme sürecinde yapıt da, bir belirleyen halinde kendi var oluşunu bizatihi dayatmış, koymuş, verimleyicisi için zorunluluğa dönüşmüş olmalı ilkin… Sonuçta anlatı, yazarın kaleme alacağı metin olmaktan çıkarılıp kaleme getirilmesi zorunlu bir ulam içinde alınmalı bu nedenle. Böyle bir genellemeyi, yuvarlamayla da olsa tüm sanatsal alanlardaki verimlemeler için getirebilmek olanaklı aslında… Biz alanı, yine de yazınla sınırlayıp romana geçelim, türün kimi örnekleriyle konuyu sürdürelim gelin. Sancı.. Sancı…’dan (1977) bugüne romandaki emeği kırk yılı bulan Necati Tosuner’in son verimi Çırpınışlar’ı (İş Kültür, 2016) alalım. Romanımıza otuz beş yıldır emek veren, Roman Kitabı (1991) üzerinden bile çeyrek yüzyıl geçmiş Semih Gümüş’ün ilk romanı Belki Sonra Başka Şeyler de Konuşuruz’u (Can, 2015) koyalım yanına. Andığım tarihlerde adları henüz bilinmeyen ancak romandaki emekleri yine de onuncu yıla ulaşmış iki yazardan Sibel K. Türker’in beşinci romanı Mecnun Kelebekler’i (Can, 2015), İnan Çetin’in ikinci romanı Uzun Bir Ömür İçin Uzun Bir Elbise’yi (YKY, 2013) ekleyelim bunlara. Son olarak da şiirden öyküye, eleştiriden yıllığa kırk yıldır alan da varlık gösteren Kemal Gündüzalp’in beş yıl arayla yayımlanan ikinci romanı Taşra ve Sürgün’ünü (Kanguru, 2016) çekelim… ROMANA YERLEŞTİRİLEN DRAMATİK DOLANTI AĞI… Yukarıda sıraladığım romanların tümü de dramatik dolantılarıyla öne çıkıyor bana göre. Peki, son evre anlatılarında buna tamamen sırt döndüğü gözlenen Tosuner’in yedinci romanı Çırpınışlar’daki tutumu için ne söylenebilir acaba? Yazar, yapıtında, “anlatı çırpınışı” içindeki anlatıcısıyla çırpınış diyalektiğine yönelip ortaya çıkan çatışma aracılığıyla öylesine farklı bir dramatik dolantı yerleştiriyor ki temele, anlatı yalnız çırpınışa taşımıyor okuru, yanı sıra koyu mu koyu çalkantılara da atıyor basbayağı. Nasıl mı? Alıyor ataklar yapan bu çırpınışlar dizisini Necati, son keçe ustalarından artakalmış biri halinde âdeta, dövüyor da dövüyor göğsünde keçeyi, alabildiğine inceltiyor “[k]endini kendisinin bıraktığı kendi yılkısında” (46). Gelin öteki romanlardaki dramatik dolantılara göz atalım şimdi de. Belki Sonra Başka Şeyler de Konuşuruz, ağır işkencelerden geçmiş Sinan’la yirmi yıllık karısı Leyla’nın artık onulmaz biçimde çöken ilişkisiyle, mutsuzluk üreten birlikteliğiyle ve bunun yol açtığı savrulmayla açılıyor. Dramatik dolantıyı besleyen çatışma dinamiği, Sinan’ın, “kendisine dönmek” amacıyla yirmi yıldır gittikleri kıyı köyüne yerleşip daha önceki yazarlığını, bu kez roman yazarak sürdürmesiyle farklı bir evreye ulaşıyor. Bu arada kocasını terk edip köye yerleşen Mina’yla ilişkisi, aşkı yeniden düşünmesine yol açarken; buna anımsayış, leke eşliğinde köy kadar kentsel izlekler de eklemleniyor. Mecnun Kelebekler’de iki farklı üçlü aracılığıyla kurulan bir dramatik ağdan söz edilebilir. İşçiemekçi kökenli bir aile; anne Filiz, evi terk ederek büfe çalıştırmaya girişen eski işçisolcu İsmet, kasiyer kızları Nilay… Filiz, kocasını etkilemek amacıyla büyü, ilaç yaptırmak isteyince bu, onu Habeşi Vedia’ya götürüyor… Afrotürk diyebileceğimiz aile; anne Vedia, kör oğulla yeğenden oluşuyor… Çaresizlik içinde çabalayan “ülkenin yüzü” Filiz’i, temizliğe gittiği evlerde öteki kadınlar da kuşatıyor. Böylelikle üçlülerle koşut gelişen dramatik ağ, roman evrenini kuşatarak, farklı karakter açılımlarıyla [email protected] zengin örgü getiriyor. Uzun Bir Ömür İçin Uzun Bir Elbise’de ileri yaşa varmış müzisyen Fuat’ın, özellikle 1940’lara yoğunlaşan anılarından kalkarak bunları, ama tüm yaşamöyküsünü genç bir yazara sipariş verip kaleme aldırması serüveni olarak geliyor önümüze. Ancak dramatik dolantı, Fuatyazar ikilisiyle değil, toplumsal artalan dokusu üzerinde, varlık vergisini ödeyemeyip Aşkale’ye sürülen Musevi İlya’nın, zatürreeye yakalanarak ölmesiyle belden aşağısı felç olan kızı Lena’ya yoğunlaşıyor. Lena’yla Fuat’ın “imkânsızhastalıklı aşk”ı, anaforun yutmaya hazırlandığı bir ilişki bağlamında öteki karakterleri de kuşatıyor. Taşra ve Sürgün’de ana izlek olarak taşra dolambacıyla çözümsüzlüğüne yöneliyor Gündüzalp. Bunun göstereni olarak da anlatıcı yazar karakterinin çocukluktan erginliğe farklı boyutlarda yaşadığı toplumdaki aşk, cinsellik kavrayışıyla kadına bakış olgusu alınıyor öne. Bunun için ilk romanında kullandığı hikâyeyi, taziye için zorunlu bir taşrasürgün yolculuğuna yerleştirerek âdeta söylen havasında yeniden biçimlendirmeye girişiyor. İkinci romanında da yazarın, böylece dramatik olanı alıp yer yer kara anlatıyla dolanmış bir tragedyanın önüne bıraktığı söylenebilir o halde. Her biri için üç beş satırcık özetlemenin söz konusu yapıtları tanımamıza olanak vermeyeceği açık elbette. Ancak yukarıdaki ipuçlarının da kimi öngörüler için dayanak yapılabileceği göz ardı edilmemeli… DRAMATİK DOLANTIYI MELANKOLİ EŞLİĞİNDE GELİŞTİRMEK… Yukarıda birkaç tümceyle yakınlık kurmaya giriştiğimiz romanlarda, yazarlar, bir biçimde dramatik dolantıdan, bu yolla melankoliden yararlanırken katmerlenmiş bir hüzün dağdağasına da yaslanıyor. Yazarların önceki roman verimlerini de eksiksiz okumuş biri olarak yapıtlarda dramatik dolantı eşiğine eklenen farklı bir melankoliyle kurulmuş bu tür bir salıncak uyumuna özel vurgu getirmeden geçmeyeyim… Sibel K.Türker, öncekilerinden ayrılan Mecnun Kelebekler’de yoğun yabancılaştırma etmenine dayalı halde, roman evrenine başarıyla yerleştirdiği ciddi alaysama örgüsüyle karşılıyor son romanında okuru. Yer yer kara anlatı temeli üzerine oturtulduğu da öne sürülebilir yapıtın. Ayrıca siyasal romana özgü getirilmiş açılım kadar yaratıcı bir kuşatmanın da altı çizilebilir. Ne ki bütün bunlar dramatik dolantı içinde, bizi bu melankoliyle içli dışlı düşünmeye götürüyor yine de. İnan Çetin ise melankolinin yanına, ilk romanında da gözlediğimiz, öykülerinde de sıkça rastladığımız bir gizemi ekliyor anlatısına ustalıkla. Doğu söyleni havasında beslenen, geniş yankılama olanakları yarattığı gözlenen Batı biçemli romanında Onat Kutlar’dan Murathan Mungan’a uzanan bir çağrışım zinciri de duyumsanıyor ayrıca. Necati Tosuner tarafından yapılandırılan melankolinin de bu son evre anlatılarında yoğun bir dorukla alabildiğine yaygınlaşıp dramatik dolantıyı ele geçiren diyalektik çırpınış çatışmasına dönüştüğü görülebiliyor. Gerek Semih Gümüş’ün Belki Sonra Başka Şeyler de Konuşuruz, gerek Kemal Gündüzalp’in Taşra ve Sürgün adlı yapıtları, melankoli olgusunu, daha çok somut hüzün paydaları temelinde yansıtışıyla dikkati çekiyor bana göre. Kuşkusuz bu, melankolinin içsel labirentle örtüştüğü gerçeğini değiştirmiyor, ne var ki söz konusu hüzün, bize yine de somut dayanaklarıyla ulaştırılıyor. İlginç bir nokta da Gündüzalp’in ilk romanı Bir Kınalı Kekliktim’de (2012) anlatıcının taşrada ortaokullise sıralarında yaşadığı bir aşk serüvenini bu kez farklı bir “don” giydirerek yeniden önümüze getirmesi… ROMANDA DRAMATİK DOLANTIYA DAYALI KAVRAMSALLIK… Dramatik dolantıda çelişki, çatışkı, açmaz vb. türde yoğun karmaşa düzleminden yararlanıldığı gerçeğiyle birlikte düşünüldüğünde, bunların, kavramsal olarak ne tür dayanaklar yaratacağı da kestirilebilir pekâlâ. Örneğin kurmacayla yaşamın gerçekleri sanat paydasında buluşturulurken kavramsallık üretip enikonu kalıcılığa ulaşmak yabana atılamayacak bir başarı sayılabilir. Yeter ki roman, bu boğuşmayı birebir yansıtabilmiş olsun, bunu başarsın… Böylelikle yazar bir yandan efendilik taslamaktan kaçınırken öte yandan köleliğe de sırt dönebilir. Bu bukağıdan kendisini kurtardığında yazınsal karnesiyle de göz dolduracaktır kuşkusuz. Gelin şunca yıldır roman üzerine yazan Semih Gümüş’ün ilk romanında Sinan’a söylettikleriyle noktalayalım yazıyı: “Yaşadıklarımın derinliğine güvenirsem yazamam bu romanı, gözlerimi kapadığım zaman önümde canlandırabildiklerim, asıl onları yazmalıyım, insan gözlerini kapadığı zaman hayattan uzaklaşmaya, sözcüklerin bilincini yakalamaya başlıyor…” (122). Yukarıda kısa notlarla tanıtmaya giriştiğim kolayca okunan bu beş roman, söz konusu nitelikleriyle geçer not almayı başarıyor. n 18 18 Ağustos 2016 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle