25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

>> sındaki kurulmak istenen bağ üzerinden bir ironi yaratmak. İsimizin, tozumuzun, insanlığın hengâmesinden üstümüze sinen kokumuzun sigaradan değil de aslında az önce bahsettiklerimizden geldiğini vurgulamak. Bir yandan da diyor ki, evet dumandan gözünüz görmüyor olabilir ama siz sadece orada kaldığını sanmayın bunun. Gözünüzü sardığını zannettiğiniz duman, artık ruhunuzu da bulanıklaştırdı. Ama bu ruhumuzu karartan dumanın sigara dumanı olmadığı açık artık. Berger, Önsöz’de verdiği nükleer denizaltı örneğinden sonra ise hikâyesini anlatmaya başlıyor. Daha doğrusu hikâyemizi. Kendisinin de dâhil olduğu insanlık hikâyesi... Selçuk Demirel de çizgilerle bu hikâyenin hayal düzlemindeki gerçeklerini ortaya çıkarıyor. Bizi boğan, bulanıklaştıran ve sıkan dumanın “masum” gibi görünenleriyle gerçek dertlerin bir anlamda haritasını çıkarıyor. YAŞAMIN VE ÖLÜMÜN BELİRTİSİ “Evvel zaman içinde erkekler, kadınlar ve (gizlice) çocuklar sigara içerlermiş...” Hikâye buradan başlıyor. Bir anlamda Berger ve Demirel “duman” hikâyelerini en masum yerinden alıyor. Nükleer denizaltıların, yanan ormanların, atılan bombaların ardından sigara tabii ki masum kalıyor. Berger ve Demirel de bunu vurguluyor işte. Bir anlamda tersinden okuma yapıyor. Kötü diye gösterilen bir dumanın perdesi arkasında dönenlerin haritasını Berger kelimelerle, Demirel çizgilerle çıkarıyor. Çağrışıma dayalı bir üslubu benimsemiş John Berger, Selçuk Demirel’in çizgilerinin altına yazdıklarında. Sigara dumanının hayatımızı hangi noktalarda yakaladığını, bizi nerelerde sarmaya başladığını, tolere edilebilir bağlamlarıyla ele alıyor. “Sigara içerken yolculuk yaptık, sigara içerken dünyayla ilgili görüşlerimizi paylaştık, sigara içerken sınıf mücadelesini tartıştık...” Gerçekten her şey tıpkı John Berger’ın dediği gibi oldu. Fakat Berger tam sınıf mücadelesinden bahsetmişken Demirel’in ağzında koca bir puro olan patron çizimi geliyor. Puronun ucunda ise ateşinde ısınmaya çalışan, dumanı her bir yanını sarmış, yoksul olduğu her halinden belli bir adam duruyor. Berger’ın sözleri ve hemen ardından gelen bu çizim aslında kitabın genel tavrını da sunuyor bize. Birileri “cambaza bak” diyerek bizi sigara ile oyalarken, “ihtiyaç fazlası” dumanı dünyaya salarak ortalığı bulandıranların hallerini sergiliyor iki usta. Yol ve yöntem belirlendikten sonra devam ediyorlar... Aynı şekilde onların anlattığı hikâyede biz de devam ediyoruz... Biz sigara içip yol alır, konuşurken “bir şey oldu ve her şey değişti” diyerek artık anlatmak istediği esas meselenin de kapısını aralıyor böylelikle Berger. Berger’ın “her şey değişti” dediği sigaranın artık her masanın misafiri ve dostluk göstergesi olmayışıyla ilgili. Çünkü artık en amansız düşmanımız ilan edilmiştir. Aynı zamanda ölümcüldür de. Toplumsal tehdit tarafını bilmem saymaya gerek var mı? Berger’ın dediği gibi “tek kişilik sapıklık” benzetmesi ise ağır da olsa söylenenler arasında. İşte bunlar görünen yüzeyde meydana gelenler. Berger yazdıkları, Demirel de çizdikleriyle bizi görünenin arkası na götürmeye çalışıyorlar. Arka tarafta dönen tiyatroda ise insanlığın içten içe çürümüşlüğü ortaya çıkıyor. Örnekse; Wolksvagen’in egzoz emilim testlerindeki oranlarda tüm dünyayı kandırarak asrın yolsuzluğuna imza atması. Firma yüzünden, firmanın ürettiği araçlar yüzünden kaç kişinin dumana boğulduğunu, zehirlendiğini biliyor muyuz? Asıl önemlisi de buna sigaraya gösterdiği kadar tepki gösterdi mi insanlar? Evet, kabul ikisi de duman ve tehlikeli. Ancak biri iradeye, biri iradeyi ortadan kaldırmaya yönelik bir hareket. Berger’ın tepkisi de buna. Bize sigarayı en kötücül varlıkmış gibi gösterip karbon gazı salınımının ne boyutlara ulaştığına dikkat bile etmeyenlerin, ne zaman bu sıkıntıya kulak vereceğinin merakı ve isyanına ses oluyor aslında tüm bir kitap. Bu anlamda ortada Berger ve Demirel’in kalemlerinden çıkmış dehşetli bir ironi var. Sahtekâr dünyalıların, dünyayı mahvederken tek sorumluluğu sigaraya yüklemek gibi bir oyuna girişmesi ve bizim de bir şekilde bu oyuna gelmemiz, ironinin çıkış noktasını meydana getiriyor. Bu çıkışın bitişinde ise sis perdesini dağıtacak olanın yine insan olduğu, insanın dumanla var olabileceği gibi yok da olabileceği vurgulanıyor. Kitabın sonunda, “Şimdi bunu uzunca bir öyküye dönüştürelim” ifadesini kullanırken de kâğıt kalemi önümüze koyuyor âdeta Berger ve dumanın hikâyesini kendin yaz diyor. Duman bizi ve dünyayı ölüme mi götürsün, yoksa gerçeklerin görüldüğü bir yaşama mı? Buna sen karar ver. n Duman / John Berger, Selçuk Demirel / Çeviren: Cevat Çapan / Yapı Kredi Yayınları / 72 s. Dumanlı çizgiler DERYA ÇAKIR Selçuk Demirel’in Duman’daki çizimleri, John Berger’ın satırlarının eşlikçisi gibi nitelenmemeli; ortada herhangi bir eksiği kapatma ya da metni bütünleme gibi bir durum yok. Olsa olsa konuyu daha da derinleştirmekten ve çağrışım kapıları açmaktan bahsedilebilir. Dolayısıyla metni ve çizgiyi ayrı ayrı da bir arada da düşünebiliriz. Ayrı düşündüğümüzde, gözle görülen elle tutulamayan dumanın, anımsattıklarını veya bize kattıklarını fark ediyoruz. Çizimler, metinle bir arada düşünüldüğünde ise Berger’ın yazdıklarına farklı anlamlar yükleyen bir kimliğe bürünüyor. Demirel’in çizimleri, Berger’ın sözcükleriyle uyumu yalınlık temelinde değerlendirilmeli. Çizgiler, “sanat yapmak” ve üstten konuşmak” yerine bu yakadan anlar sunuyor. Duman’da işte bu havayı soluyoruz. Kitapta tek cümle dahi olmasaydı ve tema aynı kalsaydı, Demirel’in çizgileri hikâyeyi bize aynı tonda yansıtabilirdi, ki bunun örnekleri var. Duman’da, Berger’ın öykü içinde öykü sunması, Demirel’in çizgilerinin bu anlatımı derinleştirmesi, kitabı karıştıranların, hem edebi bir tat almasını hem de kendini görsel bir şölen içinde bulmasını sağlıyor. Bu şölen, tıpkı Kıyıdaki Adam ve Katarakt’taki ortaklıkta olduğu gibi söz ve çizgiyi birlikte yükseltiyor. Böylece Duman, okudukça gördüğümüz ve gördükçe okuduğumuz bir kitaba evriliyor. Böyle bir uyum, ancak benzer incelikleri ve değerleri paylaşanların kotarabileceği bir şey. Berger’ın sakin cümleleri ve Demirel’in aynı zarafetteki çizgileriyle yarattığı duygu, kurulan dostluğun göstergesi zaten. Berger’ın sözcüklerle ve Demirel’in çizgilerle anlattığı öykü, insanın dünyadaki var oluşuyla benzer zamanlara denk gelen dumanın, günümüzde girdiği çeşitli şekillere, verdiği ilhama, yolculuklara, mücadelelere ve hüzne gönderme yapıyor. Demirel’in çizgileri, bütün bu durumların ve aşamaların, görsel hafızamıza hitap eden birer örneği. Gerek bireysel gerek toplumsal öğeler barındıran bu çizgilerle Demirel, dumanın kendisindeki çağrışımlarını aktarıyor. Ayrıntılarla gizli veya ortalıkta tüttürülen sigaranın ve yeryüzünü yaşanmaz kılan kirliliğin simgesi endüstrileşmenin insanı alıp götürdüğü yerleri de resmediyor. Hemen her gün karşılaşıp bazen kaçtığımız bazen mecburen yüzleştiğimiz bu gelişmişlik düzeyi, Demirel’in yorumlarıyla trajikomik bir hale bürünmüş. Duman’daki çizgiler, bizi düşünmeye iterken tekrar tekrar bakıp her defasında yeni bir ayrıntıyı keşfetmemizi sağlıyor. Böylece onlar, bir hikâyenin sessizsözsüz anlatıcısına dönüşürken Demirel, yakaladıklarını yorum süzgecinden geçirip bize tekrar paslıyor. Berger da Demirel de dumana dair oluşturduğu hikâyeyle insancıllığı, başkaldırıyı, kirlenişi ve keyfi gündeme getiriyor aslında. Her ikisi de dumanın, en az hayat kadar karmaşık ve aynı zamanda sade tarafını vurgularken bir bakıma bizi bize anlatıyorlar. Duman’la ilgili parantezi kapatmadan önce, Berger’ın cümlelerini Türkçeye aktaran Cevat Çapan’ı da unutmamak lazım. Çizgi, söz ve çeviri; Selçuk Demirel, John Berger ve Cevat Çapan... Kıyıdaki Adam ve Katarakt’tan sonra Duman’da da aynı üçlü bir arada. Diğerleriyle birlikte Duman’ı edinenler görecektir, üçlünün elinden ne çıksa çok kıymetli çünkü ortaya konan, yalın ve tam da bu nedenle güçlü. n KItap 18 Ağustos 2016 13
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle