Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SALİH BOLAT’TAN “İLK KAR” ‘Bu kitap bir buluşma’ “İlk Kar”, Salih Bolat’ın 19832014 arasında yayımlanmış dokuz kitabını bir arada sunuyor okurlara. Bolat’la toplu şiirlerini konuştuk. ahmet önel S evgili Bolat, senin şiir serüveninin yakın bir takipçisi olarak tanımlayabilirim kendimi. Bolat’ın şiir sesi, şu yıllar yılı şiir üstüne konuşmalarımız ya da yazışmalarımızda temel omurgaya oturan “yerel/evrensel” meselesine çok iyi bir yanıt niteliğinde sanki. Bu yargıyı pekiştiren duygu da öncelikle ilk şiirlerinde gezinen o “Kilikya/ Ankara” hattının kararsız ama dengeli salınımı. Bu tespitime katılır mısın? n Kesinlikle katılırım. İnanır mısın, ben de dokuz kitaplık ve kırk yıllık şiir toplamının bir arada topluca yayımlanmasıyla birçok şeyi fark ettim. Bunlardan biri de senin vurguladığın “yerelevrensel” konusu. Duyarlılık kaynaklarımın, şiire taşıdığım insani maceranın bana özgü bir coğrafyadan ve toplumsal kesitten, giderek çok daha herkese ait olana doğru evrildiğini gördüm. Şöyle de söyleyebilirim; başlangıçta genel ve soyut olandan, tikel ve somut olana doğru bir gelişme... Kendime karşı daha acımasız ve cesur olmam gerekirse, “şiir olan”a doğru bir gelişme görüyorum. Bana göre, senin “yerel” diye belirttiğin, “şiirin çevresinde dolaşma”. Demek, dokuz kitaplık toplamda, şiirin yakınlarında olan’dan, şiirin derinliklerine doğru olan’a evrilmişim. “İMGE YARATMAK METAFOR YARATMAKTAN GEÇİYOR” n Senin şiirlerinin bende bir de imgesel karşılığı var. Bir adım ileriye gidip görsel karşılığı diyeyim istersen. Doğanın her an değişen o yaşamsal eylemliliği ve sürekliliği senin şiirlerinde dipten dibe ısrarla yer almış ve ana gövdeyi sağlamlaştırmış kanımca. İnsandoğa ikilemindeki bu yer değiştirmenin hızı da şiirin gücüne dâhil bu yüzden! Eklemek istediğin bir şey olabilir mi? n Benim şiirlerimde doğayı pastoral bir boyut olarak ele almak yanıltıcı olur. Doğa benim için nicelik değil, niteliktir. İmgesel dil yaratmanın vazgeçilmez bileşenidir çünkü imge, benim için şiirin temelidir. İmge sayesinde, duyular alanının dışında kalan gerçekliği, içine çekebiliriz. Böylece anlatılamazı, anlatılabilir durumuna getirebiliriz. İmge, anlamın görsel tasarımıdır. Benim için bir şey anlatmak, görsel tasarımlar yaratmak demek. Bu nedenle benim imge yaratma sürecimde, doğanın büyük katkısı var. Şiir için doğa, nesneler, insan dışı şeyler büyük olanak. Bir duygu durumu, bir duyarlılık boyutu oluşturabilmenin tek yolu insan değil. Doğa ve nesneler de bunu yapabilmek için size sonsuz olanak sağlar. Fakat doğa ve nesnelerle poetik bir ilişki kurabilmek kolay değil. İnsan gibi size asla hazır duyarlılıklar, gerilimler, metaforik bağlamlar sunmazlar. Metaforik diyorum çünkü imge yaratmanın temel yolu metafor yaratmaktan geçiyor. Metafor, bildiğimiz gibi bir benzetme ilişkisinden doğar. Benzeyenle benzetilenin birbirlerinin yerine geçtiği bir ilişki bu. n Sevgili Bolat; şiirsel yolculuğunda insana, hallere, topluma; ötesinde sanata ve sanatçıya bakışında temiz ve içten bir duruş sergilediğini söylemek mümkün. Bunun şiirsel karşılığında yani imgesel yapılanmada zaman içinde bir değişiklik yaşadığını söylemek olanaklı mı? n Burada Kavafis’in içtenlik konusunda söyledikleri aklıma geliyor: Kavafis, on yıl arayla ölüm izleğine dayanan üç şiir yazdığını ve her şiiri yazdığında son derece içtenlikli bir şiir yazdığını düşündüğünü fakat on yıl geçtikten sonra okuduğunda, hiç de içtenlikli olmadığını gördüğünü söyler. Demek, içtenlik konusu zamanla anlam değiştiren bir şey. Burada Kavafis’in iki yüzlü, içtenliksiz falan olduğunu söyleyemeyiz. Olsa olsa bir durumu içtenlik olarak kabul etmemizi sağlayan ölçütler değişmiştir. Şu da var; hiç kimse bizi sanat yapmamız için zorlamıyor. Şiir yazmak oldukça gönüllülüğe ve bireyselliğe dayanan bir iş. Nâzım’ın dediği gibi zor bir zanaat, aynı zamanda. Benim özelimde, şiirimi oluşturan imgesel evrenin yalından karmaşığa doğru geliştiğini gözlemlediğimi söyleyebilirim. n Böylesi bir toplam için erken değil mi? Belki de bir şairin okurlarıyla yüz yüze hesaplaşması adına bir düello çağrısı bu! Bu sorumu, hani tuhaf kaçmazsa, bir Bolat şiiri okuru olarak yanıtlayabilir misin? n Aslında ben de başlangıçta böyle toplu şiir kitabı yayımlamayı bir tür “jübile” olarak görüyordum. Ama süreç içerisinde, hem şairin hem okurun, bir şairin şiir yelpazesine tanıklık etmesi açısından iyi bir yol olduğunu düşündüm. Buna “düello” demeyelim de, “buluşma” diyelim istersen. “ŞAİRİN SORUMLULUK EVRENİNDE SINIR ARAMAK, SONUÇSUZ BİR ÇABA” n Şiirinde tutkunu olduğun sözcükler var. Benim dikkatimi çeken şu ısrarlı imgelerden biri de “gece”. Tüm şairler sever bu sözcüğü ve çağrışımlarını elbette ama senin gece sözcüğündeki ısrarında bir “onun hemen başında bekleme” edimi “aydınlığa doğru değişimi görme arzusu” ve bütün bunların yanı sıra getirdiği bir bekleyiş azmi ve sabrı var sanki. Bu soy imgelerin gelip dayandığı son adresin ise yokluk. Bu tespitime katılır mısın? n Kesinlikle katılırım ama şu şartla: Buradaki “yokluk”u, “olmayan” anlamında anlamalıyız. Gece biçimlenmemiş bir boyuttur. Her şeyin eşitlendiği, gündüz öne çıkan anlamların, vurgulanan simgelerin silindiği bir düzlemdir. Evet, gecenin yanıtını “Açılmış Kanat”ta okuyoruz ama Atların Uykusu’nda da “gece yanlış biliyor her şeyi” diyoruz. Çünkü gece asla kesin değildir. Gündüzdür tutarlı olan. Gecenin kendisiyle çelişmesi, onun doğasında vardır. Diyebilirim ki gündüz düzyazıysa gece şiirdir. Gündüz bir cevapsa gece sorudur. Bu bağlamda yokluk vurgusunu da gecenin bir gösterileni olarak anlamak gerekir. Gece ile karanlık da aynı şey değildir. Karanlık bana göre gecenin ideolojik bir kavranış biçimidir. Oysa ben şiirlerimde geceyi poetik bir süreç olarak ele alırım. Hatta bir organizma olarak... Karanlık kuşatıcıdır, gece içseldir. Karanlık dümdüz, pürüzsüz bir yüzeydir. Oysa gece, yer yer parlak noktalardan oluşur ve yer yer keskin bir ışıkla yırtılır. Karanlıkta hiçbir şey göremezsiniz. Oysa gecedeki parlak ışıklarda “öyle olmayan”ı görürüz. n “Gidenin verdiğini alacak kimse olmadıkça” şiir var olacak elbette. Ancak şiirinin hani şu “kertenkelenin uykusuyla” bezeli poetikasında kimi zaman geçip gittiğimiz bahçelerin boşluğu ile baş başa bırakıyorsun okurunu. Toplumsal serüvenimizin izdüşümüne de tanıklık ediyoruz bu şiirlerde. Maraş’tan Madımak’ a el uzatıyoruz. Şiirinde derin bir hüzün de egemen bu yüzden ve bu ısrarlı duruşun kalemini de, yakanı da rahat bırakmıyor. Şair sorumluluğundaki bu koca coğrafyanın sınırı yok mu gerçekten? Yalnızca aşkın, özlemin, vuslatın egemen olduğu bir bahçemiz olmayacak mı sence de? n Şiirin tanrısal bir dil olduğunu düşünürsek, şair sorumluluğundaki evreni sınırlandıramayız. Çünkü şiir dili, zamansız bir dildir. Oysa düzyazı “geçmişşimdigelecek” süreçlerinde ilerleyen bir dildir. Bir şiir yapıtı, ânı ve çağı aynı anda içinde taşıyabilir. Dil gerçekliğin belirlediği bir yapı olduğuna ve şiir de dil ile yapılan bir sanat olduğuna göre, şairin sorumluluk evreninde sınır aramak, sonuçsuz bir çabaya götürür. Maddi ve tinsel evrenin, bu evreni oluşturan gerçekliğin, şaire çok büyük bir manevra olanağı tanıdığı doğru. Ama bu olanak doğru kavranmazsa, kavramak için gereken poetik emek harcanmazsa şiir yazmaya çalışan kişi büyük bir yıkıma uğrar. Uğradığı bu yıkım, ona büyük yanlışlar yaptırır. T. S. Eliot bir yerde şöyle der: “Genç şair taklit eder, olgun şair çalar.” Çünkü olgun şair, ne’yin şiir olduğunu bilir. Sorumluluk evreninin sınırsızlığını gören şair kişi, bu sınırsızlığı taşıyacak dili nasıl yaratabilir? İşte, belki de benim dokuz kitaplık çabamı oluşturan İlk Kar bunu anlatıyor. n İlk Kar/ Salih Bolat/ Varlık Yayınları/ 366 s. 8 23 Haziran 2016 KItap