27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

>> yürüyor bir yandan da kendisinden seneler evvel yürüyen ve yürürken düşünenlerle bağ kuruyor. Böylece kendi gezintisi ve metni, çağları birbirine ekleyen ve düşünmenin sınırlarını sürekli genişleten bir kimliğe bürünüyor. Solnit, sayfa sayfa özgürlük açılımı yaptığı anlarda yürümenin baştan beri “gelişme yüzü görmemiş bir faaliyet” olduğunu da eklemeyi unutmuyor; bedenin, onunla kendisini yeryüzüne göre ölçüp biçtiğini not ediyor. Bu ölçüp biçme, kimi zaman bir keşif seyahatiyle kimi zaman bir hac yolculuğuyla ortaya çıkabilir. Bazen yazılan ve okunan bir hikâye, yazar gibi bizi de uzun ve simgesel bir yürüyüşe çıkarır. Solnit, bütün bunların kendi içinde farklı anlamlara ve değere sahip olduğunu anlatıyor. Yürümek; düz anlamıyla da metafor olarak da yaşamımızda hatırı sayılır bir yere sahip. Solnit bunu da anımsatıyor bize: “Yürüme metaforu, biz gerçekten yürüdüğümüzde tekrar hayat kazanır. Yaşam bir yolculuksa o zaman gerçekten yolculuk yaptığımızda ulaşmaya çabaladığımız hedefler, kaydettiğimiz ilerlemeler, gözle görülür başarılar sayesinde metaforlar eylemlerle birleşir ve yaşamlarımız elle tutulur hale gelir. Labirentler, hac yolculukları, dağ tırmanışları, açık seçik ve arzu edilen bir varış noktası olan doğa yürüyüşleri; bunların hepsi, bize bahşedilen zamanı, duygularımızla kavrayabileceğimiz manevi boyutlara sahip kelimenin gerçek anlamıyla bir yolcu luk şeklinde algılamamızı sağlar.” DÜNYAYI BAHÇEYE ÇEVİRMEK Yürümenin romantik, simgesel ve sadece gitmek gibi anlamları bulunsa da onu, turizme dönüştürmenin geçmişi çok uzak bir tarihe dayanmıyor. Patikalarda hafif adımlar atmak veya dağlara tırmanmak, hobi haline getirilerek “temiz” yaşamımıza biraz “kirlenerek” dönmenin popüler bir aracı olarak algılanmaya başladı. Belki de tam tersi! Bu durum, Solnit tarafından tesadüflerin rafa kalkması, yürümenin otomatikleştirilmesi biçiminde yorumlanıyor. Elbette hayli ince cümlelerle ve karşılaştırmalarla... Üstelik yürüyüş edebiyatından ve şiirinden uzun uzun örnekler vermesi, Solnit’in konuyu hem düşündüğünü ve bu babta kalem oynattığını hem de okura ana yola ulaşması için kimi çıkışlar yarattığını gösteriyor. Bu çıkışlardan biri de Sierra Kulübü. 1892’de kurulan Sierra Kulübü’nden bahseden yazar, pek çok oluşum gibi bunun da dünyayı bahçeye çevirme türünden politik bir girişimde bulunduğunu belirtir. Asıl amaçları toprağı savunmak olan Sierra Kulübü, yürüyüşü sürekli kendini yenileyen bir erdem olarak görür ve açık havada bir şeyi yok etmeden, insanın kendisini sadece ayaklarından medet umarak var olması şeklinde tanımlar. Solnit, sonradan bazı bozulmalar yaşasa da bu kulübün, yürüyüşün evrensel kodlarının günü müze ulaşmasında önemli bir eşik olduğunu ve mirasından faydalananların bulunduğunu söylemeden edemiyor. Bu geleneği izleyenlerin, keyif yürüyüşlerinin yapıldığı alanların sınırlarını kaldırarak dünyayı kamuya ait bir bahçe şeklinde görmeye başladığını da ekliyor Solnit. Ancak söz konusu sınırsızlığın epey bir mücadeleyle gerçekleştirildiğini vurgulayan yazar, keyif yürüyüşü için bazı şartların varlığını gündeme getiriyor: Boş zaman, gidecek bir yer ve sosyal kısıtlamalara maruz kalmayan sağlıklı bir bünye. Çalışma saatlerinin düzenlenmesinden halka açılacak alanlara ve kadınların tek başına sokağa çıkmasına yönelik çabalar, bu yürüyüş için girişilen mücadelelerden bazıları. Çünkü hayatın bir şekilde aktığı sokak ve doğa, çeşitliliğin ve özgürlüğün en bilindik simgesi olduğundan ona erişimde herhangi bir kısıtlama bulunmamalı. Buradan baktığımızda Solnit, yürümenin ve dışarıda olmanın, özgürlük ve keyifle bir araya gelebileceğinin altını çiziyor. Üstelik bu özgürlük ve keyif, faydacılığa hizmet etmek zorunda da değil. BEDENDEN KOPAN GÜNLÜK YAŞAM Yazar bize kendi deneyimlerinden parçalar aktarırken ise yürüyüşlerinde, zamanın değişen ve değiştiren gücünü nasıl öğrendiğini de aktarıyor. Sokağın ve doğanın müziğini işiten Solnit, hem yürüyüşüyle hem de kitapta anlattıklarıyla müşterek yalnız lığa dâhil olup yaşamların arasından hayalet gibi süzülürken protestolara, devrim ve direnişlere rastlıyor. Aynı zamanda insanı yürüyüşten soğutmak için tasarlanan günümüzün kimi kentleri ve onların banliyölerine de... Solnit, yürüyecek mekânların azlığından yakınırken zaman yoksunluğunu da göz ardı etmiyor. İlham veren alanların talan edilmesine “makinelerin hızlanışını ve yaşamın da onlara ayak uyduruşunu” eklediğimizde, yazarın endişesi daha da belirgin biçimde ortaya çıkıyor. Dış mekânlar yok edildikçe ya da gidecek fazla yeri kalmayınca kendisini yürüyüş bandı ve spor salonlarında bulan insanoğlu, Solnit’in deyişiyle “bedenin erozyonuna karşı geçici bir önleme başvurur.” Bunun anlamı, günlük yaşamın bedenden kopuşundan başka bir şey değil; yazar, karşılaştığımız o durumu, yürüme kültüründen ve sanatından uzaklaşma olarak niteliyor. Solnit, yürümeyi ve yürüyüş deneyimlerini anlatırken bu eylemin tarihine filozoflar, şairler, yazarlar, müzisyenler, bilim insanları ve aktivistlerin el verişine değiniyor. Dolayısıyla bu kültürü bütün boyutlarıyla masaya yatırıyor. Sonunda “Yürümenin geleceği var mı?” diye sorunca ileriye yönelik bir kaygıyı, fazla karamsarlığa kapılmadan bizimle paylaşıyor. n Yol AşkıYürümenin Tarihi/ Rebecca Solnit/ Çeviren: Elvan Kıvılcım/ Encore Yayınları/ 448 s. KItap 23 Haziran 2016 13
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle