Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
msaslankara@hotmail.com.tr Anlatının efendiliğinden elçiliğine... Metnin anlatıda içkin efendiliği, bir açıdan vahiy metinleriyle ilişkilendirilebilir sanıyorum. Kutsal metinler, anlatıcıyı nasıl kendisine elçi atıyorsa anlatılarını bu yönde kuran yazarlar da doğrudan metni öne çıkararak alanı ona terk edip kendisini geride tutabiliyor. Usta yazarlık, işte tam bu noktada kendisini gösteriyor… Y azar, gerçekliği, roman, öykü türlerinin gerekliliği yönünde içkinleştirmeden, bunu bozunuma uğratıp soyutlayım, dönüştürüm haddesinden geçirmeden kendi emirkomuta zinciri içinde mantolamaya kalkışırsa eğer, metin ne ölçüde sağlıklı çıkar? Anlatı evrenine katılan ne varsa bunlar yazarın hedefi yönünde okurun tutsak alınmasına yol açmaz mı? Ne ki bu yönde yazın zanaatçılığı yapan nice kalem var yeryüzünde. Jorge Luis Borges, bunlardan taban tabana ayrılan bir yol izliyor işte. Okuma edimiyle yazma edimini üst üste çakıştırarak, kurmacayla gerçekliği birbirine giriştirerek, düz değiştirim görüntüsü verirken soyutlayım, dönüştürüm temelli yüksek yapılandırma yansıtarak özgün anlatılar kurabiliyor. Onun tutkulu savrulmalarla kaleme aldığı kestirilebilecek metinler, neredeyse birer sayıklayış bu nedenle… O halde Borges’i, anlatılarının yazarı değil, elçisi olarak almak pekâlâ olanaklı… Buradan kalkarak Jorge Luis Borges’in hazırladığı “Babil Kitaplığı” dizisine getireyim istiyorum sözü… Daha önce Dost Kitabevince yayımlanan dizi, telif hakları temsilcisi Kırmızı Kedi tarafından yayımlanıyor artık… “BABİL KİTAPLIĞI” Borges’in, farklı yazarlardan seçip “Önsöz”ler yazdığı dizinin ilk kitabı kendisinden: 25 Ağustos 1983 ve Diğer Öyküler (Çev: Mesut Özden Gözütok). Enis Batur, buna yazdığı “Önsöz”de şöyle diyor: “…Babil Kitaplığı serisi şimdi Kırmızı Kedi logosuyla Türk okurunun kütüphanesine girmeye hazır, tek eksik önsözü serüvenin arka hikâyesinden başlatmak bana uygun göründü.” “Bu dünyanın merkezinde, deyim yerindeyse çekirdeğinde Kitap durur. Her şey çoktan yazılmıştır, ama her şey yeniden yazılacaktır ve her şeyi içeren Kum Kitabı’nı yazan da Borges’ten başkası değildir.” “Binbir Gece Masalları ile modern çağın arasındaki yüzyılları bir nefeste kateden özel bir yazar Borges.” İlk kitapta yer alan María Esther Vásquez’in Borges’le yaptığı söyleşi (Çev.: Fırat Genç) ise Borges anlatıları için bir sağlama olanağı sunuyor okura. Nitekim söyleşide El Congreso (1971) adlı deneme kitabına değgin söyledikleri, Borges’in yazma edimini de açımlıyor bir ucundan: “…[Y]ıllar boyu yazmayı göze alamadan beraberimde taşıdığım bir kitap oldu o, hep onu düşünüyordum ve bir gün bana şunları söyledi: ‘Hey, sesimi, yazılı sesimi şimdi buldum. Ne bundan daha iyisini ne daha kötüsünü yapabileceğimi söylemek isterim, kısacası yazıldım ben.’ Ve ben de yazdım onu” (75). Kırmızı Kedi’nin 2016 ŞubatHaziran arasında beş ayda yayımladığı sekiz kitap şunlar: Léon Bloy’dan Sevimsiz Öyküler (Çev.: Işık Ergüden), Robert Louis Stevenson’dan Sesler Adacığı (Çev.: Handan Balkara), Jacques Cazotte’dan Âşık Şeytan (Çev.: Berna Günen), Pedro Antonio de Alarcón’dan Ölümün Dostu (Çev.: Mesut Özden Gözütok), Oscar Wilde’dan Lord Arthur Savile’in Suçu (Çev.: Fatih Özgüven), Giovanni Papini’den Kaçan Ayna (Çev.: Şadan Karadeniz), Herman Melville’den Kâtip Bartleby (Çev.: İlknur Özdemir)… Borges “Önsöz”lerinin çevirmeni ise Mukadder Yaycıoğlu. “Önsöz”ler, yazın severler kadar yazarlar için de birer değerli kaynak; bir anlatıda yakalanması gereken hünerle ilgili önemli ipuçları barındırıyor. Jorge Luis Borges Öte yandan Borges, kendi yazınsal eğilimleriyle örtüşen tutuma koşut tutum sergiliyor enikonu. Sözgelimi Léon Bloy’un “fantastik öykü yaratıcısı” olduğunu söylüyor. Robert Louis Stevenson için “düzyazının süreğen, hoş ve zincirleme değişiklikler gerektirdiğini düşünürdü. Bir sesin diğer ses üzerindeki egemenliğini ve geçişlerin etkili oyunlarını inceledi” diyor. Giovanni Papini’nin anlatısında, “uzamla zamanın başka noktalarında yeniden işlediği (...) masallar bul(duğunu)” belirtiyor… Yukarıdaki anlatıların bir bölümüne henüz çocukken ulaştığını söyleyen Borges, kimileyin “keçi çobanları”ndan duyulan, “şeytansı” karakterlerle örülü anlatıları diziye alırken seçiminin kimileyin bir gönül borcu olduğunu, bu yazarların şimdiki kuşaklar kadar gelecek kuşakların da “çağdaş”ı olacağını söylemekten geri durmuyor. ŞAŞIRTICI BİR GİZ: JORGE LUIS BORGES… Borges, kurmacayla gerçekliği birbiriyle yarıştırıp çatıştırarak değil, onları birbirine giriştirerek okurun kitabi bir büyüde gezinmesini sağlıyor. Bir anlatı büyücüsü, bizi, “Borges Ülkesi” adını verebileceğimiz bir evrenin gizlerle örülü dolambaçlarında dolaştıran bir Şaman… Gerçekliğe dönük yanılsamalarla ilgili oyunlar kurmak diyebiliriz onun yapılandırmaları için. Bu yanlarıyla yazının simyacısı o. Siz, yaklaşıp da tam, “Hah yakaladım” dediğiniz yerde, öteye sıçrayıveren bir masalcı… Bu çerçevede anlatının zaman zaman fragmanlarla ilerleyen metin havası uyandırması olası. “25 Ağustos 1983” başlıklı öyküsünde, tam yetmişine girdiği yaşta, bu tarihten on dört yıl sonra kendi ölümü üzerine kurduğu anlatıda (ö.14.6.1986) yazar, şunu söylemekten alıkoyamaz kendisini: “Yazarın kaderi, en sonunda kendisinin en aptal taklitçisi olmaktır.” Bu bağlamda anlatıya katılmaktan çekinmez Borges ama kendisi midir peki o, bu da belli değildir bir bakıma. Öte yandan kendi çok dilliliğinin, kültürlülüğünün yanında bütün diller, dinler, coğrafyalar, ırklar, kültürler fink atar bu metinlerde. Tarih, doğa, nesnel gerçek, kişiler, olaylar hem vardır hem yoktur. Ne ki Borges anlatılarında felsefeyle matematiğin, sayısal dizilişle müziğin özel bir yere sahip olduğu, metnin oynak gibi görünürken kendine özgü mantık temelinde ilerlediği söylenebilir. “Mavi Kaplanlar” öyküsündeki “rastlantısal nesne”nin “öyküde yerini buluşu” anımsanabilir burada. Anlatıda herhangi nesnenin, durumun vb. yer alışı, anlamsal ağırlığını da çağırır rastlantısallığın yanına. Yazında dümdüz bir rastlantısallığa yer yoktur çünkü… İnsana, yazarın etki gücüyle yüzleşme fırsatı da veren pek çok metinden biri olarak seçilen “Yorgun Bir Adamın Ütopyası” başlıklı öyküsünde Borges, bizi, “yeniden okumak” sorunsalının içine de yuvarlayıveriyor bir bakıma… BORGES’E MEKTUP… Yazınımızda fantastik açılımlarla, bu doğrultudaki ilişkiler, uç gezintilerle dikkati çeken, sayıları her geçen gün artan bir yazar varlığından söz edilebilir. Hummalar içinde âdeta kendi dolambaçlarında dönen kimi karakterleriyle, türe dönük yapıtlarıyla dikkati çeken Murat Gülsoy’un Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet (Can, 2016) adlı romanına bu doğrultuda yer açılabilir kanımca… Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet’te Murat Gülsoy, “kitap/ölüm” odağına kilitlenmiş anlatıcısının, Borges’e yönelik mektubuyla başlatıyor anlatısını: “Yazıyla oynadın. Anlatmanın, hikâye etmenin maddeyi dönüştürebileceğini biliyor olmalıydın. Psikanalize hiç inanmadın ama o da aynı ilkeden hareket etmiyor mu: Anlatının madde üzerindeki gücünden!” (19). Üniversitede matematik hocalığı yapan Murat, bölüm başkanının yol açtığı sıkıntılar nedeniyle istemeden emekliye ayrılmış kırk dokuz yaşında, yalnız bir adamdır. Emekli yaşamına geçtiğinde, avcuna sıkıştırılan el ilanı onu, çıkışsız bir serüvenin içine itecektir. Yalnızlara özel hizmet anlamında “ölen kişilerin zihinlerini başkalarının zihinlerine aktara(rak)” (31) kişinin yalnızlığını gidereceği duyurulan girişim için gönüllü olmayı kabullenir. Zihnine konuk aldığı öteki zihin, bir motosiklet kazasında sevgilisi Tuncay’ın arkasında genç yaşta ölen Esra’dır. Bu fantastik gerçeklik içinde işler karışmakta gecikmeyecektir ama… Binbir Gece Masalları, her kitaplıkta nasıl özel bir yer tutuyorsa Borges’in hazırladığı “Babil Kitaplığı” dizisini de hiç duraksamadan bunların yanına koyabilirsiniz. Tabii Borges’in kendi anlatılarını da… İster okur olun ister yazar, okuryazar olduktan sonra, bunları eksik bırakan bir kitaplık düşünmeyin sakın… n 18 23 Haziran 2016 KItap