Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
‘Ne yazarsan yaz, yazılınca artık gerçektir o’ “Sahir”, Ercan y Yılmaz’ın ilk romanı. Yılmaz’ı, şiirleri ve öyküleri ile tanıyoruz. “Sahir”i aynı yerde (köyde), aynı kahramanların yer aldığı öyküleri birbirine bağlayarak oluşturulmuş. Ercan y Yılmaz “K apıyı açtım. Aslında aralamışken zorladılar kapıyı. Açılmış oldu. İlk hareketle yere yığıldım. Burnumdan akan ılıklığı hissettim. Kandı. Başka ne olabilirdi ki. Çoktular. Sonradan yedi kişi olduklarını anlayacaktım. Kâmil, Kız Serkan, Ahmet Abi, İsmet Abi ve İmam Hacı Orhan’ı köyden tanıyordum. Köyün damadı Cevdet’i ve öğretmen olduğunu söyleyen Yaşar’ı ilk defa görüyordum.” Bir gece vakti kapısı çalınıp evi basılan yazar yedi kişi tarafından tekme tokat dövüldükten sonra bir sandalyeye bağlanır. “Hiç utanmıyor musun?”, “Bizi rezil ettin”, “Bunların hepsinin hesabını vereceksin” diyerek dövmeye devam ederler. Neden dayak yediğini, neden bağlandığını anlayamamıştır. Bir ipucu bulmaya çalışırken Yaşar Öğretmen’in elinde rulo halindeki Varlık Dergisi’ni görür. Bu “Semizotu” adlı öyküsünün yayımlandığı sayıdır. SUÇ DELİLİ Yaşar Öğretmen suç delili öyküyü okumaya başlar. Yazar gerçekle hayali karıştırdığını söylese de okurlar için yazdıkları tamamen gerçektir ve onlara göre kendilerini, anne ve babalarını, ailelerini ve nihayet köyü rezil etmek amacıyla yazılmıştır öykü. Delil olarak bir de söyleşi vardır. O söyleşide yazar “Öykülerinizde nereden ilham alıyorsunuz?” sorusuna “Tabii hayattan, yazdıklarımın tümü gerçek kadar gerçek” diye cevap vermiştir. Yani inkâr etmesi, yazdıklarımı uydurdum demesi inandırıcı olmayacaktır. Örneğin öyküdeki arabanın arka camında “Dünya dedik, toprak sandılar. Hülya dedik, yalan sandılar” yazmaktadır. Bu sözün yazılı olduğu tek araba Yaşar Öğretmen’indir. Öyküde arabanın sahibinin para karşılığı genç bir kadınla birlikte olması anlatılmaktadır. Otel parası vermeye niyeti olmayan adam sevişmek için köyün yakınlarındaki dereden geçen köprünün altına arabayı çeker. Burası cinli olduğuna inanıldığı için pek kimsenin gelmediği bir yerdir. Sevişme sonrasında temizlenmek isteyen kadın su kenarına gidince köyün kadınlarına rastlar. Kadını çırılçıplak köprü altında gören iki yaşlı kadın onu cinlerin kaçırdığına ve tecavüz ettiğine inanır. Kadın da bu sayede kurtulur. Arabanın arka camındaki yazıdan kadınla sevişmeye gidenin o olduğuna inanan karısı ile Yaşar Öğretmen’in arası bozulmuş, muhafazakâr çevresi öyküden haberdar olunca da işinde terfi edip müdür olma şansını kaçırmıştır. Köyün erkekleri Varlık’taki öykü yüzünden Yaşar Öğretmen’in başına gelenlerin hesabını sormak ve yazdığı başka öykülerde de köyden, köylülerden söz ediyor mu diye anlamak amacıyla evi basıp yazarı dövmüş, sandalyeye bağlamıştır. Yazarın odasında buldukları dergileri, öykü defterlerini karıştırıp diğer öyküleri okudukça korktukları gerçekle karşılaşırlar. Öykülerde köyde yaşananlar gerçeğe yakın bir şekilde anlatılmaktadır. Sadece bazı köylülerin adları biraz değiştirilmiştir, çoğunun adı bile aynıdır. Ama birkaç satır okuyunca kimin kim olduğu ortaya çıkmaktadır. GERÇEKLİĞİN SORGULANIŞI Sahir, Ercan y Yılmaz’ın ilk romanı. Yılmaz’ı, şiirleri ve öyküleri ile tanıyoruz. Sahir’i (Nisan 2016, Alakarga Yay.) aynı yerde (köyde), aynı kahramanların yer aldığı öyküleri birbirine bağlayarak oluşturulmuş. Ne kadar roman sayabiliriz ne kadar romanla öykü arasında türlerarası bir çalışma diyebiliriz, okurun kararına kalmış. İlginç, okunurluğu artıran, okuru kitaba bağlayan bir teknik olduğunu söylemeliyim. Yapı, yazarın dövülerek sorgulan ması sırasında yaşananlar ve öykülerin okunması şeklinde kurulmuş. Öykülerin öncesinde ve sonrasında yapılan yorumların bir edebiyat eserinin, bir öykünün ne kadar gerçeğe uygun ne kadar kurmaca olması gerektiği tartışmalarına da katkıda bulunabilecek niteliği var. İlk öyküler okunurken öykülerde kendilerini ya da ailelerini bulanlar zamanla öykülerin ne kadar gerçekçi olduğunu da sorgulamaya başlıyor. Çünkü yaşananlar öykülerde birebir anlatılmamış, değişime uğramış. Olayda yer alan bazı kişilerden söz edilmemiş ya da yeni kişiler, başka zamanlar, başka mekânlar eklenmiş. Bunların hepsi öykü yazımı sırasında ortaya çıkan sorunları aşmak, kurguyu iyi hale getirmek için yapılan işlemler. Ama bunu okura anlatmak kolay değil. Gerçeklerin anlatılmasına kızdıkları gibi gerçeklerin olduğu gibi anlatılmamasına, çarpıtılıp değiştirilmesine de öfkeleniyorlar. Sâhir: sihir yapan, büyücü; gece uyumayan, uykusuz; maskaralık eden anlamlarında, erkek adı olarak da kullanılan bir sözcük. Kitabın kahramanları yazarın “sahir” olduğuna inanıyorlar. Kuşkusuz burada sözcüğün ilk ve son anlamlarına vurgu yapılıyor; büyücü ve maskara. Yazdıklarıyla büyücülük gibi bir şey yapıyor yazar, var olmayanı varmış gibi gösteriyor ya da gerçeği çarpıtıyor. Yaptığı iş aynı zamanda maskaralık çünkü yaşanmışı, herkesin bildiği, zaman zaman birbirine anlatıp güldüğü ya da kızdığı şeyleri yazıya döküyor, kalıcılaştırıyor. GERÇEKÜSTÜ ÖĞELER Yazar, Doğu Anadolu’da bir köyde yaşıyor. Köyün çorak, kurak bir yer olduğu anlaşılıyor. Yokluktan tilki yakalayıp pişirdikleri günler olmuş. Araba, televizyon, telefon, buzdolabı gibi modernleşmeyi simgeleyen şeyler yaşamlarına girse de batıl inançlar çok yaygın. Tükürüğü ile şifa dağıtanlar, mübarek diye ayağı öpülen şeyhler var. Cinlere inanılıyor. Akrebin sokmaması için hayvana Nuh Peygamder’den söz etmek, cinsiyet değiştirmek için gökkuşağının altından geçmek gerektiğine inanıyorlar. Dinî inançları da kuvvetli. Köyün geçmişinde hesaplaşılmamış, sözünün edilmesinin istenilmediği olaylar da var. Bir gecede öldürülüp cinli denen dereye gömülen Ermenilerin öyküsü bunlardan. Bu öyküye onlarca yıl sonra Ermeni olduğunu öğrenenler ekleniyor. Ermenilerin köyün çeşitli yerlerine gömülü olduğuna inanılan defineleri ise bir kurtuluş ya da zenginleşme umudu olarak gizlice aranıyor. Ercan y Yılmaz, Sahir’de anlatının ne kadar gerçeği yansıtabileceği, gerçek olabileceği tartışmalarına, kurmaca ile gerçeklik arasındaki çelişkilere, yazarın yazdığı ile okurun anladığı arasındaki farkları tartışmaya açıyor. Ana yapıya eklemlenen öykülerde bir Anadolu köyünde yaşananların bir edebiyat eserinde tam olarak anlatılamayacak kadar gerçeküstü ögeler barındırabileceğini gösteriyor. Mizahı, ironiyi dozunda kullanan, neşeli, akıcı bir anlatımı var yazarın. n 10 23 Haziran 2016 KItap